Vizyon külfet yüklüyor

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

İnsan bir şeyi fazla istememeli herhalde, toplantı odaklı ve kısa bir ABD seyahatinden bayram tatilini sakın ve huzurlu bir İstanbul'da geçirme heyecanı ile dönüş, çoğu zaman olduğu gibi uzun uçak yolculuklarının demirbaş parçası olan bir gribal enfeksiyonla strese dönüştü. Böylece İstanbul'un tarihi zenginliklerine ve saklı güzelliklerine belli aralıklarla yinelemeyi planladığım ziyaretler suya düştü. Doğal olarak televizyon kanallarına ve gazetelere ayırdığım zaman arttı ki bunun da bayram sevincime olumlu katkı yaptığını söylersem yalan olur. Ama bir yararı olduysa o da gelişmiş bir ülke ile bizim ülkenin gündemi arasındaki farkları bir kez daha gözleme fırsatı vermesiydi. En çarpıcı fark da küresel ekonomiyi sarsacak çaptaki devlet bütçesi krizinin kamu idareleri dışındaki toplumsal aktörleri ve günlük hayatı nerdeyse hiç etkilememesi oldu diyebilirim. Düşünebiliyor musunuz Türkiye'de hükümetin faaliyetlerini durduracak bir krizle karşı karşıya kaldığını (gerçi bizde böyle güçlü bir demokratik mekanizma söz konusu değil), Allah korusun hayat dururdu herhalde! Güçlü bir sivil toplumun ve piyasa ekonomisinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladım.

Sorunların niteliği önemli

Zaman zaman yeterince kavramadığımızı düşündüğüm bir nokta var. Zenginlik ve refah düzeyi ne olursa olsun her ülkenin sorunları var. Fark, bu sorunların niteliğinde. Bizim gibi ülkelerde sorunların büyük bölümü ve en önemlileri, henüz gelişimini tamamlamamış ekonomik ve sosyal yapının temel yapıtaşları ile ilgili. Sistemleri oturmuş, dengeli ve gelişmiş ülkelerde ise sorunlar, uygulama ayrıntılarındaki ince ayarlar çevresinde yoğunlaşıyor. Bu nedenle bizde gündem ne ABD’nin ya da Almanya'nın, ne de İsveç'in ya da Japonya'nın gündemine benziyor. İçimizde bazıları bu gelişmiş ülkelerdeki krizleri neredeyse bunların çöktüğü, bizimse yıldız gibi parladığımız gibi yorumlamaya çok teşne olsa da bana sorarsanız onların düzeyine gelsek de onların başındaki dertlerle uğraşmak durumunda kalsak derim.

Zaten gündem farklılığının önemli bir nedeni de devlet ve toplumun yapılanmasında ağırlık merkezlerinin farklı konumlanmasında yatıyor. Sistemlerin henüz kurulamadığı, hatta buna ilişkin tartışmaların da yeterince olgunlaşmadığı, kurumsal yapının yerleşiklik kazanmadığı ülkelerde münferit gelişmelerin ve tutumların hiçbir ölçüye ve standarda bağlı olmayan kaotik görüntüsüne ya da bilimin, sanatın, sporun,  herşeyin magazinleştirildiği bir geyik muhabbetine mahkum kalıyorsunuz. Bunun dışında ciddiye alınabilecek bütün konular, varsa hükümet inisiyatifleri ile sınırlı kalıyor. Oysa ABD'ne (ya da herhangi bir gelişmiş batı ülkesine) bakarsanız toplumun bütün kesimlerinin sürekli olarak vergi, eğitim, sağlık sistemindeki, yerel idare ya da yargı uygulamalarındaki sorunları, bütçeyi, çevre ve altyapıyı tartıştığını, kamu yönetiminin de bütün bu eleştirileri ciddiye alıp tedbir aldığını ve politika geliştirdiğini, kendini sürekli hesap verme zorunda hissettiğini görürsünüz. Toplum ise sadece hesap sormakla kalmıyor, aynı zamanda bu yetkiyi hakedecek şekilde sistemleri geliştirme ve politika önerme sorumluluğunu yükleniyor. Çünkü demokrasiyi katılımcı bir yönetim şekli olarak algılıyorlar. Tabii bu gelişme düzeyinde sivil toplumun ve bireyin de en az devlet kadar güçlü olduğunu not etmekte yarar var.

Hedef koymak yetmiyor

Bunun içindir ki Türkiye'nin vizyonunu gözden kaçırmaması, konjonktürel başarılarla yetinmemesi gerektiğini vurgulayıp duruyoruz. Yeniden sayıp dökmeye gerek yok, temel yapısal zaafları giderecek bir dönüşüm programını kararlılıkla hayata geçirmedikçe mevcut yapı ve kapasiteye varacağımız yerin sınırına geldiğimiz ortaya çıktı. Aslında hükümetin de bunun bilincinde olduğu 2023 için hedefler koymasından, bu doğrultuda ilerlemek için de üçer yıllık orta vadeli programlar hazırlamasından belli. Tartışılması gereken bu hedeflere nasıl varılacağı, program parametrelerinin altının ne kadar doldurulduğu. Hedefler ve parametreler doğru belirlenmiş dahi olsa, bunlara ulaştıracak stratejilerin ve reformların hayata geçirilmesi taahhüt edilmez ve başarılmazsa mesafe alınamıyor. Nitekim daha önceki orta vadeli programlarda da benzer hedefler kondu,  fakat gerekleri yapılamadığı için uygulama sonuçları hedeflere uymadı. Kaldı ki programlar kısa vadeli olduğu için gerçekçi olma kaygısı ağır bastığından ve reformların tamamlanamayacağı öngörüldüğünden program sonuçları başarılı bile olsa 2023 için telaffuz edilen hedeflerin çok gerisinde kalınacağı anlaşılıyor.

Sözgelişi programlarda temel varsayımlardan biri ihracatın ithalattan fazla artması iken2012’deki 152 milyar dolar ihracatın hala % 71'i düşük/düşük orta teknoloji ürünlerinde oluşuyorsa ve sadece düşük teknoloji ürünlerinde net ihracatçı, diğer bütün kategorilerde net ithalatçı isek, mevcut sınai ve ekonomik yapıyı keskin biçimde dönüştürmeden büyümenin en az % 5 oranında gerçekleştirilmesinin ve 2023 ihracat hedefi olan 500 milyar dolara ulaşılmasının mümkün olmayacağı açık. Nitekim yeni programda büyüklükler aşağı doğru revize edilmek zorunda kalındı. Mevcut yapıda verimlilik artışının sınırına gelindiği de, bu yıl için %3.6'ya revize edilen büyüme hedefinde verimliliğin negatif alınmasınlar kabul edilmiş oluyor. Program döneminde iç tasarrufların % 16'ya çıkarılması hedefleniyor ama bunun nasıl gerçekleştirileceği belli değil. İşgücü piyasaları, eğitim kalitesi, enerji verimliliği ile ilgili adımlar da açıklanmaya ve eylem planlarına muhtaç.

Kapasiteyi yükseltmeliyiz

Belki de temel ikilemlerimizden biri 80'li yıllardan bu yana hızla bütünleştiğimiz küresel piyasaların avantajlarından yararlanmak isteyip, risklerinden ve olumsuz etkilerinden bizi koruyacak yapısal hamlelerin külfetine katlanmak istemeyişimiz. Zaten verimlilik, yenilikçilik, kurumsal altyapı ve rekabet gücü konusundaki yetersizliklerimizin de farkına, açık ekonomi olduğumuz için varıyoruz.

Ufkumuz şu anda yapabildiklerimizle sınırlı kalırsa (ki şimdiye kadar öyle görünüyor), hırslı hedefler koymanın anlamı kalmaz. Başbakan Yardımcısı Babacan da ortalama eğitim düzeyi orta 2 olan bir nüfusla varabileceğimiz yerin sınırlı olduğunu ifade etmedi mi? Yeni ve kapsamlı bir toplumsal atılım dönemi başlatmalıyız. 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019