Bize ait bir iş modeli: Törkiş Biznıs Sıtayl

İsmiyle ilgi çeken Törkiş Biznıs Sıtayl kitabının sayfalarını çevirdikçe aynı sistem içerisinde yoğrulan hayatlardan benzer parçaları çevremizde görmemek mümkün değil. Kurumsallaşmayı bilen firmalar, kurumsallaşamadığını en az on yıl sonra fark eden şirketler ile hızla aralarını açıyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Günay DEMİRBAĞ

İçinde kendi dinamiklerini ve gizli kurallarını barındırdığı kadar çelişkileri bulunan, ayrı bir ahlaka, gittikçe de alanını genişleten iş dünyası biçimine, Törkiş Biznıs Sıtayl kitabı ile Hakan Yel, ayna tutuyor.

“Kitap karınca kararınca bir özeleştiriyi biraz da öfkeli bir açıklıkla yapmayı hedefliyor. Okura, yanlışlığın bireysel olarak davranışlarımızda başlayıp, toptan iş yapış şeklimize yansıdığını, bu tutumla sadece tutarsızlığımızı büyütme başarısına ulaşacağımızı anlatmaya gayret ediyor.” diyen Yel ile iş dünyası tecrübeleri ile ilgili keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Sizi tanıyarak başlayabilir miyiz söyleşimize?

Mardinli bir ailenin, beş çocuğundan biri olarak dünyaya geldim. Annem ve babam önce İstanbul’a göçmüş, oradan da yetmişlerin başında Almanya’ya işçi olarak gitmişler. İlkokulu bitirdiğim yaz annemin, zamanın ruhuna uygun olarak; “Evde boş boş oturma, git kendine iş bul!” demesinden bugüne kırk yıldır iş hayatındayım.

Tam zamanlı çalışırken A.Ü. DTCF de Arkeoloji ve İ.Ü. AUZEF te Çocuk Gelişimi üzerine iki ayrı lisans eğitimi yaptım. İş geçmişim can sıkıcı bir şekilde, ondan fazla sektör ve kırk kadar iş yerinden oluştu. Son on beş yıldır, herhangi bir ürünün B2B ve B2C iş modellerinde satışını geliştirmeye odaklandım. Gerçekçi tespitlerime, radikal çözümler ürettim. Bu fikirleri bir çok orta ve büyük ölçekli şirkete sundum, kabul edilip uygulandı.

Özellikle KİĞILI ve MUDO gibi sektör devlerinin çözümlerimle ilgilenip uygulamaya almış olmasını çok önemsiyorum. Travmalarla dolu iş hayatımın baskısına, aralıklı da olsa Aikido ile uğraşıp, kitap yazarak direndim. Altın Kitaplar yayınevinden yedi gerilim romanım ve iş hayatıyla ilgili üç kitabım yayınlandı. Bazı romanlarım Bulgaristan, Romanya ve Mısır’da basıldı.

Törkiş Biznıs Stayl kitabınızın ismi çok ilgi çekici, bu kitabı size yazdıran sebepler neler oldu?

“Her Şeyi Satarım Ruhum Hariç” isimli üçlemenin son kitabı olacaktı. Fakat yayınevi “Türklerin iş yapma şekilleri” ile ilgili yoğun örneklerim nedeniyle bu ismi uygun gördü. Yazma eylemine girişmeden önce ortalama her Türk gibi çokça çalışıp, eğlenip, az kitapla yüz göz olan sıradan bir okurdum.

“Bir kitap okudum, hayatım değişti!” efsanesine inanan biri olarak bıkmadan arayışımı sürdürüyor, benim de hayatımı değiştirecek o kutsal kitabı arıyordum. Fakat bir türlü bulamıyordum. Sonra aydınlandım. Anladım ki kişisel gelişim kitapları sadece başarıyı kutsuyor, başarılı insanların çoğu zaman gerçek hayata uyarlanamayacak tavsiyelerini dillendiriyordu. Geniş bir genç kitle, bu başarılı insanları taklit ederek kendi başarı hikayesine ulaşacağına inanıyordu.

Metrobüste ter kokusunun içinde seyahat edip, tost yiyerek öğlen öğününü geçiştirmek zorunda olan bir insanın, oturup kendi başarılarını öven insanların anı kitaplarını okuması ve kendisini içinde bulunduğu renksiz hayattan kurtaracak sırrı araması bana göre gülünçtü. Anlayamıyor, anlam veremiyordum.

Düşüne düşüne sonunda yıldım. Bu tip kitaplarda anlatılanların hiçbiri benim iş hayatında yaşadıklarım, gördüklerim ya da duyduklarımla uyuşmuyordu. Başarıdan, daha doğrusu Batı’daki iş dünyasının bize dayattığı başarı tarifinden hayli soğudum. Bu etkileşimlerin, çakışmaların tek sebebi ise “Şans” kelimesiyle tanımladığımız efsanevi algoritmaydı.

Batıya özenip, doğulu yaşamak

 İşte bu düşünceyle; kendi başımdan geçenleri, gördüklerimi, şahit olduklarımı yazmaya, “Kral çıplak!” demeye karar verdim. Bir kişinin bile dikkatini çekip, bu sahtekarlıktan uzak tutabilirsem amacıma ulaşmış olurum diye düşündüm.

Ülkemiz için Törkiş Biznıs Stayl’ı tanımlar mısınız?

Kitap nasıl bir yol haritası öneriyor? Törkiş Biznıs’ın ne olduğunu ve memlekette nasıl hayat bulduğunu aslında hepimiz biliyor ve belki de her gün buna maruz kalıp, sebep olanların kulaklarını çınlatıyoruz.

Burada veya dünyanın herhangi bir yerinde, kendi aralarında Türkçe konuşup, Türkçe rüya gören insanların hayata dair reflekslerinde büyük benzerlikler var bana göre. Bu benzerliklerin temelini toptan kültürümüze; barbarlığımıza, göçerliğimize, islam öncesine ya da daha geriye antropolojik sebeplere kadar götürmek, genetik verilerle açıklamak, izahı yaymak mümkün.

Doğrusu işin bu kısmını uzmanlarına bırakmakta fayda var. Yurt içinde ya da yurt dışında yaşayan etnik kökeni ne olursa olsun, Türk kültürü ile yetişmiş insanlara baktıkça bazı konularda ortak davranış özellikleri görüyorum. Örneğin; istisnasız hepimiz Batı’daki gelişmiş ülke insanlarının yaşam olanaklarına, refahına öykünüyoruz.

Ne din buna engel olabiliyor, ne siyasal görüş ne de sosyoekonomik durumumuz. Zengininden fakirine gözümüz Batı taraftaki komşularda. Bu yüzden en sıkı islamcının bile cebinde “Iphone,” altında “Mercedes,” masasında “Mac,” duvarında “Philips” var. Dinini yaymak, teolojisini savunmak için “gâvurun” yarattığı “Tiktok,” veya “You tube” gibi aplikasyonları kullanıyor.

Teknoloji ve onun dayandığı akılcı bilimcilik, sarhoş edici bir mey gibi yavaş yavaş, hangi meşrepten olursak olalım, karşı konulmaz bir şekilde bizi ele geçiriyor. Nefsimiz, inancımızı kırıp geçiyor. Sadece dindarlar değil, solcular da sağcılar da bu çatışmayı, paradoksu dibine kadar yaşıyor. İşte tam da bu yüzden her gün hemen her yerde Törkiş Bizınıs’ın mikro örnekleriyle yüzleşmeye başlıyoruz: Türk zengini son model cipiyle giderken söndürmediği izmariti umarsızca fırlatıp, hektarlarca ormanı yakıyor.

Anormal davranışlar git gide toplumun normali haline getiriliyor. Sorun bu topraklarda değil bizim kültürümüzde bana göre. Salt günlük hayatta değil iş hayatımızda da Törkiş Bizınıs Sıtayl kavramını oluşturan çelişkileri, görmeye devam ediyoruz.

Para kazanmak için didinirken başkalarına para kaybettirmeyi umursamıyoruz. Peşin ödeme sözüyle aldığımız ürünün ya da hizmetin parasını, muhatabımızı zor durumda bırakacağımızı bile bile, çocukça bir zevkle sekiz ya da on iki ay sonra ödemek için bin bir takla atıyoruz.

Üstelik bu ahlaksız tutumu, “İş bilen Tüccar” sıfatıyla yüceltiyoruz. Çarşıda aynı işi yapan esnaflar, sabah gelen müşteriye komşu dükkandaki ürünleri umarsızca kötülemekte bir sorun görmüyor. Ardından öğlen namaza gidip, komşusuyla birlikte omuz omuza durarak, günahlarını temizlemeye gayret ediyor.

Sabahtan akşama adaletten bahseden şirket patronu, yanında çalışanların hakkını yemeyi kendine hak görüyor. Herhangi bir ürünü satıp iyi para kazanan bir dükkanı görünce, hemen gidip yanına, karşısına aynı işi yapan yeni dükkanı bu kadar hızla açan bir başka millet dünyada yoktur, buna samimiyetle inanıyorum.

Yurt dışında okumuş patronum; beni asgari ücretten sigortalayıp, hem devletten hem benden çalıp, bu durumun emekliliğimi etkilemeyeceğine dair bir söylevi pişkince verebiliyor. Batılı gibi yaşamak için hayatımızı tüketirken, insan gibi yaşamayı ıskalıyoruz.

İşte bu seçimlerin tamamı Törkiş Biznıs Stayl teriminin altını dolduruyor. Kitap, karınca kararınca bir özeleştiriyi biraz da öfkeli bir açıklıkla yapmayı hedefliyor. Okura, yanlışlığın bireysel olarak davranışlarımızda başlayıp, toptan iş yapış şeklimize yansıdığını, bu tutumla sadece tutarsızlığımızı büyütme başarısına ulaşacağımızı anlatmaya gayret ediyor. Karakteri oturmuş, yaşını başını almış iş insanlarını değil de aileden iyi yetiştirilmiş, çevreye ve dünyaya saygılı eğitilmiş yirmi yaşlarını süren genç iş insanlarını uyarıp, iş hayatımızdaki bu yanlış ezberden uzak durmasını salık veriyor.

"İnsan, kendi karakterini bilmeli"

Mutlu bir iş hayatı mümkün mü?

 Elbette mümkün, bunun aksi düşünülemez bile. Ancak bu mutluluk için bazı olmazsa olmazlar olduğunu da göz ardı etmemek gerek. İşim gereği Türkiye’de yılda otuz bin kilometreden fazla geziyor, her şehre, ilçeye gidip, orada burada insanlarla görüşüyorum.

Bazısının aylık kazancı on bin lirayken bazısı milyonlarca lira kazanabiliyor. İkisinde de mutluluğun garanti olmadığına şahit oluyorum. İki grupta da mutlu insanlar var ama bu mutluluğun kaynağı kendi mizaçları gibi görünüyor

. Bana göre iş hayatında mutluluğa ulaşmanın temel şartı; insanın kendi karakterini bilmesi, huyunun suyunun farkında olması, kendi içine ve çevresine karşı şuurunun açık olmasıdır. Hangi işin, sahip olduğu tabiata uygun olduğunu bilmek, iş hayatında mutluluğa giden yolun haritasını bulmak gibidir Herkes mutlu olmak için önce kendini bilmeli, hangi işin onu mutlu edeceğini keşfetmelidir.

Aklı fikri tarihte olan birinin kendini zorlayıp matematik konusunda akademik bir kariyere yürümesi bana absürt ve talihsiz bir seçim gibi geliyor. Bir hayatı kendi tercihlerinle harcayıp iş işten geçtikten sonra bireysel mutsuzluğun için çevreyi ve aileyi suçlamak hüzünlü bir hikâye yaratacaktır. Ben, böyle bir senaryonun ana karakteri olmayı ta ilk baştan reddettim. Bu nedenle bir yandan huyumu suyumu keşfedip, bunları kabullenmeye çalışırken bir yandan da zevk almadığım iş yerlerinden ayrılmaya başladım.

Aslında benim hikâyem de iş hayatında mutluluğu arayan bir insanın dramatik hikâyesidir. Bir şirketten ötekine sürüklenirken beni ayakta tutan bu arayışın yarattığı umuttur. Diğer yandan gerçekçi bir bakış açısıyla ele almak gerekirse iş hayatında mutluluğun önemli bir diğer şartı da tıpkı evlilikte olduğu gibi doğru insanı yani doğru patronu ya da kurumsal olarak ifade etmek gerekirse doğru sistemi bulmaktır.

Bir şirkette on kişi de çalışsa bin kişi de, hepsinin hayatını o şirketin sahibi direkt olarak etkiler.Yaptığınız işi ne kadar severseniz sevin, işvereninizi sevip takdir etmiyorsanız mutlu olamazsınız. Onunla aranızda bir takdir hukuku kurulamamışsa ayrılık kaderinizde yazılıdır. Kendisinden sosyoekonomik olarak daha alt tabakada yer alan bir insana saygı göstermesi o iş yerini de o iş vereni de parlatıyor.

Elbette benim için iyi bir örnek olan bu işbirliğinde iki tarafın da aile yapısını ulaşabildiğim kadar mercek altına alıyorum. Bu gözlemim ışığında; çalışanına takdir gösteren patronun eşiyle çocuklarıyla, kendi anne ve babasıyla olan ilişkisinde göze batan bir sorun görmediğim gibi mutluluk ve tatmin tespit ediyorum. İyi bir aile eğitiminin başarılı bir patronluk için olmazsa olmaz olduğuna inanıyorum.

"İmam uçmaz, mürid uçurur"

Törkiş Biznıs Stayl’da sistemin iyi bir oyuncusu nasıl olunabilir?

Biat ederek elbette, başka türlüsü mümkün değil. Bugünün Türkiye’sinde güce tapmadan, sisteme boyun eğmeden, üstlerini idare etmeden hiç kimse bir yere gelemez. Bu iddiamla, çok özel bir buluşu ya da kimsede olmayan bir ürünü elinde bulunduranlar haricindeki ortalama çalışanları kastediyorum. İş yerinde üstlerine gereğinden fazla rol biçen milletlerden biriyiz. İmam uçmaz müridi uçurur, sözü de buna iyi bir örnek.

Sanırım kötü ekonomik koşulların yarattığı etkiden dolayı işi kaybetme endişesi hemen her türlü endişenin önüne geçiyor ve insanlar, işe devam konusu yöneticisinin iki dudağının arasında olunca, başka türlü davranamıyor. Tabii yöneticinin de Türk kültürüne uygun olarak eleştiri sevmediğini, bunu yapanı hoş karşılamadığını unutmayalım.

Çatışma = Verimlilik

Doğrusunu söylemek gerekirse, iyi bir oyuncu olmanın şartını; işverene, sorgusuz sualsiz itaatte, haksızlıklara suskunlukta, her zaman başın önünde sana verilen işi yapmaktan başka bir şey düşünmemek olarak açıklayabiliyorum. Oysa takım çalışmasının şart olduğu birden fazla kişiyle yapılan işlerde fikir çatışmaları doğaldır.

Bu çatışmalar, çekişmeler, fikir yarıştırmalar işi yükseltir ve takımdaki herkesin kariyerini parlatır. Böyle demokratik bir ortamda verim yükselecektir. Başka türlüsü düşünülemeyeceği gibi çatışmanın olmadığı yerde prodüktivite de mümkün değildir. Törkiş Bizınıs Stayl’da çoğu işveren ya da yönetici, piyasadaki çalışma yöntemlerini kopyalar ve uygulamaya alır. Herkes işi yönetmeyi birbirinden, bir başkasından öğrenir.

Rakipler reklam mı verdi, aynı mecraya reklamı verir. Rakipler eğitim mi alıyor hemen danışmanlık şirketleri ile görüşmeler başlatılır. Çünkü kendi yapına özgü, orijinal bir fikir çıkarmak için yaratıcı beyin gerekir. Nitekim, insanın mühendislik okuyup üniversiteden mezun olması, hatta yüksek lisans ya da doktora yapması bile o insandan bir Nikola Tesla çıkarmaz.

Başarısız girişim, hesapları bozar

Yaratıcı beyin, doğuştan gelen bir yetenektir. Uzmanlık öğretimi ile yolu kesiştiğinde tadından yenmez, yarattıklarıyla parmak ısırtır.

Bu basit gerçeğin bile farkında olmayan patron, ya da yöneticisi çalışanlarını toplayıp, moda olan “Beyin fırtınası” yaparak, yeni fikirlere ulaşabileceğine inanır. Ancak iş hayatı yöneticilerinin hayranlıkla kullandığı “Beyin fırtınası” yönteminin işe yaraması için sadece yaratıcı zekalar yetmez, demokratik bir ortam da gereklidir.

Netice itibariyle, bu ülkedeki iş hayatı sisteminde iyi bir oyuncu olmak için uyumlu olmak, uysal olmak, haddini ve yerini iyi bilmek, haksızlık gördüğünde başını diğer tarafa çevirmek ya da kimsede olmayan meziyetler gerekir. Bu meziyetlerle Törkiş Bizınıs evreninde yaşam sürdürülebilir ama nereye kadar, bilemem. Çünkü işin başarısız gidişi, eninde sonunda tüm hesapları bozar.

İş hayatında denge kurmak çok önemli

Yoğun bir iş temposunun aile hayatını kanser gibi tükettiğine, kesinlikle olumsuz etkilediğine defalarca, farklı sosyal grup üyelerinde şahit oldum. Zamanın kısıtlı olduğu ve iş ile özel hayat arasında bölünmek zorunda kaldığı bir hayatta, iş yoğunluğu demek terazinin kefelerinin birini aşağıya düşürmek, dengeyi bozmak demektir.

Aile hayatı ön plana çıkartılmalı

Çocuklarının büyürken çektikleri sıkıntılarda, yanlarında olamayan babaların gözyaşları içinde “İşler çok yoğundu!” diye günah çıkarmasını, karnedeki başarısızlığına ağlayarak mazeret uyduran afacanların samimiyetsizliğine benzetiyorum. Sizce kaybolmuş bir çocukluğun, tek başına sorunlarıyla boğuşmak zorunda kalınan ergenliğin telafisi mümkün mü? Elbette değil. “Ne yapalım çalışmak zorundaydık,” itirafını da samimi bulmuyorum.

Mutluluk her şeyden daha önemli

Israrla söyleyeyim; mutlu aile hayatı, mutlu iş hayatı demektir. Biri olmazsa diğeri olmayacak bir denklemdir. Para kazanılır ama mutlu zamanları kazanmak, unutulmaz anılar yaratmak o kadar kolay değildir. Bir iş kurmak, bu dünyada bir eser bırakmak değildir. Aksine mutlu bir insan yetiştirmek, insanları mutlu edebilmek, hayatlarına olumlu etkiler yapabilmektir eser bırakmak.

“Kopyala yapıştır!” yöntemi bir tarz!

Yetki paylaşma ve insiyatif kullanmada iş hayatında ki izlenimleriniz neler oldu?

Benim kırk işyeri gezerken en çok çatışma yaşadığım en çok alay ettiğim konudur bu. Hemen her şirkette görev tanımları kopyala yapıştır metodu ile yaratılır. Kurumsal ve devasa şirketleri kenara koyarak bu genellemeyi yapıyorum. Ortalama bir İnsan Kaynakları çalışanı, çeşitli sebeplerden dolayı on senede ortalama iki ya da üç şirket gezer.

Her gittiği şirkete, daha önce yaptığı uygulamaları kopyalayıp götürür. Dolayısıyla şirketler arasındaki bu kültür alışverişi öncelikle İnsan Kaynakları birimi çalışanları tarafından yapılır. Çok uzağa gitmeyin, iş ilanlarına bakın. Bunların metinlerini bile giderken beraberlerinde götürür, yeni işyerinde aynı pozisyon için ilan verileceği zaman kullanırlar.

İlanları incelediğinizde aynı kelimeler, benzer cümleler, bire bir uyan iş tanımlarını görmek zor olmaz. Hangi işte olursa olsun “Kopyala yapıştır!” yöntemi kullanmak bir tür kültürdür diyebiliriz. Törkiş Bizınıs evreninde iş tanımınız ya da kartvizitinizdeki ünvanınız ne olursa olsun aslında yetkisi olmayan biri olduğunuz sır değildir.

Şirkete alınacak poşetlerin rengi dahi onca müdür geçilip ona sorulur. Bu ülkede patron; hem muhasebe müdürü, hem pazarlama müdürü hem satış müdürü, hem iş geliştirme müdürü hem operasyon müdürü hem de satınalma müdürüdür. Dolayısıyla gerçek kurumsal firmalar haricindeki tüm şirketlerde yetki de inisiyatif de yoktur, patron vardır.

"Törkiş Biznıs patronunun ciddi bir ego sorunu var"

İşverenler ve yöneticiler hakkında değerlendirmeler yaparken hangi kriterleri kullanıyorsunuz?

 Galiba önce insani olarak bir değerlendirme yapıyorum. Bana göre her iş kolaydır. Zor olan insandır. Bu bakımdan benim için öncelik karşımdaki patron ya da yöneticinin karakteri, zaafları, güçlü özellikleri ve yaşam tarzıdır. Törkiş Bizınıs patronunun ciddi bir ego sorunu var. Üstelik bu sorun tamamen sahip olunan servetten kaynaklanıyor.

Bu nedenle para balyalarının üzerine basarak bana tepeden bakan, emeğimi ve fikirlerimi küçümseyen hiç kimseye tahammülüm yok. Dinlemeyi bile vakit kaybı sayıyorum. Bu da galiba bir başka olmazsa olmaz kriterim. Patronaj değerlendirmelerimde aradığım bir başka özellik de takdir etme becerisidir. Kendi refahı artarken A takımında yer alan bir çalışanın refahının erimesini gönül rahatlığıyla izleyen biri bana göre patron olmamalıdır.

Eh, patronları bu kadar batırdıktan sonra sorunun yönetici kısmına gelmek farz oldu. Benim için iyi bir yönetici, doğru takımı kurabilen insandır. Bu sonuca ulaşmak büyük bir meziyet ister. İyi bir yönetici kendisinin yapamadıklarını bilir ve bunları yapabilen biriyle karşılaştığında tereddüt etmez.

"Cumhuriyetin ilk nesli gibi bir nesil yetiştiremiyoruz"

Başarı ülkemizde nasıl tanımlanıyor?

Her şeyden önce başarılı sayılmanız için bu ülkede yaptığınız işin parayla kutsanması lazım. Ya da uluslararası bilindik bir yerden onaylanmış olmalısınız. Hoş, bu onayın da parayla destekleneni makbuldür. Nobel de kazansanın biz de önce ne kadar para ödülü aldığınız merak uyandırır.

O yolda çektiğiniz çileler, fiziki ve manevi fedakarlıklar kimsenin umuru değildir. Kendiniz göre başarı sayabileceğiniz ne yaparsanız yapın ailenizin de arkadaşlarınızın da size soracağı ilk soru “Para kazanıyor musun?” oluyor. Bu patavatsızlığı, çoğunluğun ekonomik endişeler yetişmesini, çocuklarını da aynı tedirginliği yaşatarak, aşılayarak büyütmesine bağlayabiliriz. Yaptığınız işte para kazanıyorsanız başarılısınız, takdir görürsünüz.

Çünkü artık parayı tanrı yerine koyan bir anlayış çoğunluğu ele geçirmiş bana göre. Köylü toplumu olmaktan çıktık ama şehirli bir toplum olmayı da maalesef beceremedik. Şehir bilincimiz neredeyse tükenmek üzere. Abarttığımı düşünüyorsanız son elli altmış yıldır mimarinin büründüğü karaktere bakmanızda fayda var. Cumhuriyetin ilk nesli gibi bir nesil yetiştiremiyoruz. Değişiyoruz…