Ressam Devrim Erbil: İstanbul olağanüstü bir kenttir

İstanbul’a farklı bir gözden bakan Devrim Erbil, “Karşıdan gözükenle yukarıdan gözükeni bir arada üst üste çiziyor ve renklendiriyorum” diyor. Gelenekle bağlantılı bir bakış açısı olduğunu ifade eden Erbil İstanbul’u kendi üslubuyla anlatıyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Günay DEMİRBAĞ

Devrim Erbil sanatla dolu dolu geçen 60 yılını İstanbul Sinema Müzesi’nde yer alan “Inspirations” sergisi ile kutladı. 30 Haziran’a kadar açık olacak sergide daha önce sergilenmemiş eserlerin yanı sıra sanat hayatını desteklediği 34 sanatçının da yapıtları yer aldı. “Sanata ve sanatın içinde olmaya doyamadığım bir serüvendi benim için geçen yıllar" diyen Erbil ile İstanbul ve resimleri üzerine bir sohbet gerçekleştirdik.

İstanbul’u tüm güzelliği, karmaşası ama o karmaşanın içerisindeki ritmiyle hatta çizgi aralarında canlı hayatını da okuyabildiğimiz eserlerin yaratıcısı olarak, bu sergide sizin hayatınızı tuale yansıtan genç bir sanatçı var. Bu çalışmanın başlangıcında ve eser bittiğinde nelere hissettiniz, öğrenebilir miyim?

Önce benim resimlerim için düşündüklerinize, söylediklerinizi çok teşekkür ederim. Çünkü İstanbul'a benim gözümle bakıyor, benim gözümle algılıyor ve kendi anlatım biçimimin içinde anlatıyorum.

Çeşitli dönemlerde İstanbul'un resmini yapan sanatçılar var, minyatürcüler var, Orta Çağ'da yapılmış bazı resimler var. Türk empresyonistleri çok İstanbul'un resmini yaptılar. Benim bakış açım gelenekle bağlantılı. Açıkça söylemek gerekirse İstanbul resmi yapan minyatürcülerin etkisini taşıdım. Mesela farklı bir bakış açısına sahipti Matrakçı Nasuh.

İstanbul'u yukarıdan bakış içinde daha sonsuz, insan gözünün anlayamayacağı kadar çok geniş bir perspektifte İstanbul'u görüyordu. Piri Reis de öyleydi. Gittiği yerlerin o kadar güzel haritalarını çizdi ki, günümüzdekiler kadar doğruydu. Matrakçı Nasuh'ta uzayı genişliğiyle kavranmayı ve İstanbul'a yukarıdan bakmayı gördüm. Bu çok etkiledi beni. Ama sadece yukarıdan değil, bir fotoğrafın gözüyle de baktım, yukarıdan baktım, yandan baktım, sağdan soldan baktım. Ama en sonunda İstanbul'u anlatan kendi üslubumu yarattım.

Hatta bununla da yetinmedim İstanbul'a hem üstten hem karşıdan bakarak ikili bakış diye bir bakış geliştirdim. Bunun sözü edileceğini sanıyorum. Çünkü bir nesneye kübistler dört yönüyle baktılar ama benim bakış açım farklı. Karşıdan gözükenle yukarıdan gözükeni bir arada üst üste çiziyor ve renklendiriyorum. O nedenle tek bir bakış değil.

Bizler, sizin şehirlerinizden çok etkilendik, onlarla şehre farklı bir bakışı keşfettik. Sizce İstanbul nasıl bir ilhama sahip? Bu şehirde sizi etkileyen unsurlar nelerdir ve bu unsurlar sizin sanatsal ifadenize nasıl yansıyor?

İstanbul olağanüstü bir kenttir. Yani duyarlı olan her kimseye kim olursa olsun mutlaka bir heyecan verir. Bazıları bunu sözcüklerle anlatır, bazısı renklerle, biçimlerle anlatır ya da konuşmasıyla anlatır. Sanat eseri olması için tabii o kişinin baktığı İstanbul'a yeni bir anlam kazandırması, yeni bir dille onu söylemesi, yeni bir özgün tavra sahip olması gerekir.

O nedenle, İstanbul sanatçı olan ya da olmayan hemen hemen herkese ona baktığı zaman, günün çok farklı saatlerinde, farklı mevsimlerde gördüğünde, denizinin gökyüzünün rengiyle tarihi eserlerin buluştuğu bir noktada bir akşam güneş batarken ışıklarının pencerelerde yansıması ya da bir martının kanatlarını suya değirerek boğazda canlanması, hareket etmesi, yaşadığını görmesi, insanların balık tutması, trafiği ama herkese uygun bir yer, uygun bir ilgi merkezi bulmak mümkün. İstanbul artık bir şehir değil, bir ülke gibi. Avrupa ülkelerinden ikisinin, üçünü birleştiği zaman olabilecek bir nüfus yoğunluğuna sahip. Ve bunlar ne olursa olsun İstanbul'dan uzaklaştıkları zaman İstanbul'u özlerler.

Bunu çok iyi biliyorum. Belki havasını, belki suyunu, belki hiç keşfetmedikleri bölgelerini özledikleri gibi. Ben mesela 70 sene İstanbul'da yaşadım ama öyle yerler oldu ki oraları gördüğümde şaşırdım. Mesela Zeyrek’i iyi tanımıyordum. Bir müzeci, bir sanatçı olarak belediye başkanı orada sanat sokağı yapacağım diye beni çağırdı. Ve orada gördüklerim beni şaşırttı. Belki oradaki evlerde yaşayan insanlar 500 yıl önce, 300 yıl önce de öyleydiler.

Oradaki mağaralar, surlar şaşırtıcıydı. Fildamı denen bir formu ilk defa orada gördüm. Fildamı ne demek diyeceksiniz? Antik çağda Osmanlı döneminde doğuya gidecek olan fillerin arkasını vererek yaklaştığı ve sırtlarına eşyaların yüklendiği bir mimari yapı. Şadırvan gibi ama üstü kapalı. Yani her an hem Zeyrek'te hem adalarda hem yeni bölgelerde bir tarihi yapı bulabilirsiniz. Beşiktaş'ta hemen sahilde Traklar'ın geldiği antik eserler bulundu.

Yenikapı'da kazılar sonunda İstanbul'u anlatan yüzlerce, binlerce yıllık bir liman olduğunu gördüler. 8 bin yıla kadar İstanbul'un bir yerleşme özelliği taşıdığı ortaya çıktı. Yani İstanbul her yönüyle ilginçlikleri bulabileceğiniz, herkesin ilgisini çeken bir kent. O nedenle bütün insanlar İstanbul'dan hem şikâyet ederler hem de severler. Çünkü bu öyle bir kent ki bütün imparatorluklara, hükümdarlık yapmış, ayrı tarihlerde üç imparatorluğu içinde barındıran bir kent.

Öyküleriyle, Kız Kulesi'yle, Galata Kulesi'yle, yapılarıyla, hiçbir zaman bir örneği olmayan bir Ayasofya'sıyla, Orta Çağ'ın içinde yapılmış olan bir Ayasofya'sıyla, Osmanlı'nın mimarlıktaki gücünü gösteren Süleymaniye'yle ve birçok camileriyle, kervanları, yollarıyla öylesine olağanüstü bir kent ki anlatmakla bitmez, sevmekle doyulmaz. O nedenle İstanbul'u ben 60 sene Boğaz'dan seyrettim. Orada ilk Meclis-i Mebusa'nın toplandığı çifte saraylar, şimdi bizim üniversitemiz yani bugünkü adıyla Mimar Sinan Üniversitesi'nin olduğu yapıda hem öğrenciliğim hem hocalık dönemlerim geçti. Sonra Resim Heykel Müzesi'nde müdürlük yaptım.

O da Dolmabahçe Sarayı'nın veliaht dairesi. Yani bunu kendim adına büyük bir şans olarak niteliyorum. Elli sene Boğaz'ı seyredip o günün her saatinde onun güzelliklerini görmek, karşı tarafı görmek, olağanüstü bir yaşamdı ve ben bunu yaşamaktan büyük mutluluk duydum. Herkes Boğaz'ın güzelliğini, göğünü, denizini, tarihi yapılarıyla İstanbul'u sever, sevmekte de çok haklıdırlar.

"İstanbul'a farklı bir bakış açısı var"

İstanbul olağanüstü bir kenttir. Yani duyarlı olan her kimseye kim olursa olsun mutlaka bir heyecan verir. Bazıları bunu sözcüklerle anlatır, bazısı renklerle, biçimlerle anlatır ya da konuşmasıyla anlatır. Sanat eseri olması için tabii o kişinin baktığı İstanbul'a yeni bir anlam kazandırması, yeni bir dille onu söylemesi, yeni bir özgün tavra sahip olması gerekir.

O nedenle, İstanbul sanatçı olan ya da olmayan hemen hemen herkese ona baktığı zaman, günün çok farklı saatlerinde, farklı mevsimlerde gördüğünde, denizinin gökyüzünün rengiyle tarihi eserlerin buluştuğu bir noktada bir akşam güneş batarken ışıklarının pencerelerde yansıması ya da bir martının kanatlarını suya değirerek boğazda canlanması, hareket etmesi, yaşadığını görmesi, insanların balık tutması, trafiği ama herkese uygun bir yer, uygun bir ilgi merkezi bulmak mümkün.

Kızı Renk Erbil sanatçının en büyük destekçisi

Kızınız da bir sanatçı ve küratör. Hem sanatçı, hem de bir baba olarak Renk Erbil’in sanat içerisinde büyümesi, üretmesi ve sanata hizmet ederek çalışmalarını sürdürmesi konusundaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Beni en çok mutlu edecek söylemeye çalıştığım şeylerin özeti olan kızımdan bahsetmek isterim, Renk Erbil'den. Çocuklarımın hepsi anlıyor belki ama Renk gerçekten beni en iyi anlayan kişi olarak çok ayrı, onun adından tutun da onun sanat tasarlayışı, eğitimi, insancıl tarafı ve çok çalışkanlığı beni her zaman heyecanlandırmış, mutlu etmiştir. Onun kalbimde çok özel bir yeri vardır.

Çünkü Renk, hem çok duyarlı, çalışkan, özel, yaratıcı bir kişidir. Tasarım onun bu heyecanlarını aktarmasının en güzel yoludur. Ayrıca Londra'da yaşadığı için güncel olayları çok yakından bilmekte. Ayrıca benim Resim Heykel Müzesi müdürlüğünü yaptığım sırada da sürekli olarak benimle olmak isterdi. Anaokulu yerine baba okuluna gitmeyi isterdi. Akademiye beraber giderdik.

Sanatın içinde büyüdü. Sanatın herkesin bildiğinden daha farklı yaşayan kısmını gördü Londra'da, Türkiye'deki Türk sanatçılarını tanıdı. Ve o yüzden iki kültürün ortasında, iki kültüre de yararlı olabilecek etkinlikler yapıyor. Türk sanatçılarını Londra'da götürüp sergilerini düzenliyor, yabancı sanatçıları buraya getiriyor. Bir sanat elçisi gibi büyük bir heyecanla, coşkuyla çalışıyor. Doğrusu onun çalışmaları benim göğsümü kabartıyor. Renk, hem resimlerindeki yaratıcı gücüyle, ilginç bakış açılarıyla, sanatçı olarak da beni en çok mutlu eden bir sanatçıdır. Onunla gurur duyuyorum. Onu sevdiklerimin en başında sayıyorum.