Daima mükemmelin peşinde

Salim Dündar önemli bir davulcu, eşsiz bir şarkıcı ve 'veteran' bir koşucu...

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

 

Yaz aylarında açıkhavaya çıkan Beşiktaş Belediyesi'nin "Ustalara Saygı" toplantılarında geçtiğimiz haftalarda bir büyük sesi daha ağırladık: Salim Dündar. Kariyerine 1950'li yıllarda davulcu olarak başlayan, yıllar sonra mikrofonun arkasına geçen Dündar, söylediği İspanyolca şarkıların yanı sıra yarattığı "Aynalar", "Sen Mevsimler Gibisin", "Bir Dost Bulamadım", "Kadersiz", "Canım Sevgilim", "Boş Vere Vere", "Kalbimi Kim Çalıyor" gibi hitlerle müzikseverlerin kalbinde taht kurmuştu. Salim Dündar için hazırlanan "Ustalara Saygı" toplantısı, 1994'ten bu yana İstanbul'da sahne almayan Salim Dündar'la hasret giderme fırsatı verdi ve bir müzik şöleni yaşattı izleyicilere...

Etkinliğin ertesi günü, Kastamonu'ya hareket etti Salim Dündar. Çünkü, 50-60 kilometrelik zorlu bir parkurda yürüyüş vardı. Bu nedenle de söyleşimizi, bu haftaya erteledik. İlk sorumuz, özlemimizle ilgiliydi, çünkü 1984 yılından beri, düzenli olarak sahnelerde görmüyorduk Salim Dündar'ı. O, bu durumu şöyle açıkladı:

"1984 senesinde Salim Dündar imajını noktaladım."

Yerini sporcu Salim Dündar mı aldı?

"Aslında 1977'de başladım spor yapmaya. Farkında olmadan sporla özdeşleştim, ona bağımlı bir hale geldim. Koşuculuk işte böyle bir şey."

Siz, uzun mesafe koşucususunuz değil mi?

"Evet, uzun mesafe koşuyorum, yarış amaçlı. Veteranlar yani ustalar, masterlarla birlikte… Dünyada bir sürü master kulüpleri var, binlerce… En büyük şehirden okyanustaki en küçük adaya kadar. Ülkemizde de var. Bunun fikrini de ilk ben attım ortaya. Bir Amerikan mecmuasında gördüm 'Runners World', 'Koşanların Dünyası' isminde. 1979 yılında keşfettim bu mecmuayı, baktım bambaşka bir dünya var orada.

Hâlbuki ben, söylediğim gibi  1977'de başlamıştım koşmaya. O yıllarda, böyle yaşamboyu spor adı altında bir şey hiç yoktu gündemde. Ben, bir tesadüf sonucu başladım spora, sonra da anlattım ya bağımlı hâle geldim. Neyse, konumuza dönelim. Nükhet'le (Duru) beraber çalışıyorduk Ankara'da. Orada bir kız vardı, Nükhet'e İngilizce öğretiyordu. Babası Amerikalı. Öğretmenmiş Balgat'ta. Beni koşarken görünce - Ankara'da Arı Sineması'nda bir ay müzikal şov yapmıştık, Nükhet'le. Şov sonrası onlar otele araçla dönüyorlardı, bense koşarak - 'benim babam böyle böyle hoca, gel orada spor grupları var' dedi. Ben hemen atladım teklifin üzerine, çünkü esas derdim gidip PX'ten (Amerikalı askerlerin alışveriş ettiği Amerikan mağazaları) ayakkabı almak...

Spor tutkusu

O yıllarda bugünkü gibi çeşitli spor ayakkabılar yoktu piyasada. Ben, orijinal koşu ayakkabısı giydiğim zaman, insanlar şaşkınlıktan birbirine çarpıyorlardı onları görünce. Yolda bulsalar, bomba diye karakola götürürlerdi. Öyle renkte ayakkabılar görmemişti millet hiç, öyle bir şey yoktu.

Gittim, birlikte spor yaptık. Duş aldıktan sonra mecmuayı orada gördüm, masanın üzerinde. Bir şimşek çaktı ve kısa bir süre sonra bu fikri, ben attım ortaya. 6 yıl sonra, Master Atletizm Kulübü'nü (İstanbul Masterleri Atletizm Kulübü) kurduk. Böyle kulüpler bugün çeşitli illerde var. Meselâ İzmir'de var, Ankara'da var, Bursa'da var, Eskişehir'de var başka başka adlarda."

Haftada kaç kilometre koşuyorsunuz? 1993'de bir Balkan şampiyonluğunuz olduğunu biliyorum. Hâlâ yarışlara katılıyor musunuz?

"Evet, yarışlara katılıyorum. Uzun mesafeci olduğumuz için haftalık en az 80-90 kilometre ile başlıyoruz antrenmanlara. Toplamda bu mesafe 160 kilometreye kadar çıkıyor yarışlara hazırlanırken"

"Ustalara Saygı" toplantısının hazırlıklarında da fark ettim, arkadaşlarınız da anlattılar; siz bir şeyi yaparken en iyisi olmak istiyorsunuz. Bakın, spor çalışmalarınızı anlatırken de bu kaygı var sözlerinizde. Müziği bırakmanızın nedeni de o günkü koşulların onu istediğiniz mükemmellikte yapmanıza izin vermeyeceği olmalı?

"Bravo çok güzel bir noktaya parmak bastın. Çünkü ben ne yaptıysam, çok ciddi boyutlarda yaptım. Müziğe küsmemde de bu neden baskın oldu. Piyasa bir anda yok oldu. Gece kulüpleri bitti. Gazinolar bitti. Düşünebiliyor musun Türk Sanat Müziği'ni… Türkiye'nin müziği Türk Sanat Müziği değil mi? Ee?!.. Gazino yok. Sanatçıların çalışacağı bir lokal yok. Kalmadı bütün Türkiye'de. Ee buna direnmenin bir anlamı var mıydı? Bir-iki iş yeri kalmıştı, çalışıyorduk ama, senede bir-iki tane lokalde çalışacağım diye bu işi sürdürmenin anlamı yok diye karar verdim bir gün. 'Ben, bu işi bırakıyorum' dedim. 2 sene hiç çalışmadım.

"Bambaşka bir yaşam biçimi seçtim"

İzmir'e gidiyordum, atletizm müsabakalarına katılmak için… Fuar zamanı Sezen Aksu, Nükhet Duru afişleri oluyordu. Fuarı gezmeye gidiyordum, ama onların yanına uğramıyordum. Düşünün onlar, arkadaşlarım benim. Afişlerin önünden normal bir vatandaş gibi çekip gidiyordum. Benim derdim, sokaktaki adam olabilmekti. Bir psikoza girmemem için bu elzemdi. Yıllar öncesinde, davulculuğum zamanında da benim önümdeki büyüklerimi türlü türlü hâllerde görüyordum: Ekonomik açıdan, sağlık açısından… 'Ben, böyle olmayacağım' diyordum. Bu söylediklerim 1950'li yıllar. Onun için kendime bambaşka bir yaşam biçimi seçtim; sokaktaki adam olarak ve bunu da bir şekilde başardım. Ama tabii ben sıradan bir adam olmadığım için ne de olsa, yıllarca ülkenin her yerinde, dağ başlarında, yolda kollarımdan tutup silkeleyenler oldu, 'Senin müziği bırakmaya ne hakkın var' diye bana, hatta hakaret eder şekilde konuşanlar oldu."

Ne zaman müziğe başladınız?

"1952'de başladım davul çalarak. 1963-64'e kadar davul çaldım."

Sonra, solistlik geldi. Hilton'da bir sahneye çıktınız, pir çıktınız...

"Evet, sonra solist oldum. Şarkıcı olmak mecburiyetinde bıraktılar beni. 'Ben şarkıcı olamam' dedim, çünkü davula çok emek vermiştim."

İyi ki de şarkı söylemişsiniz. Ama duyuyor ve görüyorum ki sizle çalışanlar, sizden epey çekiniyorlar. Çünkü, kılı kırk yarıyorsunuz.

"Evet, şikâyet ederler benden, korkarlar da."

Nota biliyorsunuz değil mi?

"Tabii, ben notist davulcuyum. Büyük programlara çalıyordum. Eski Taksim Belediye Gazinosu'nda 25 kişilik revülere falan eşlik ediyordum."

Siz, bugün ünlü olan birçok sanatçıya el verdiniz. Önce size el verenlerden başlayarak konuşalım mu bu konuyu?

"Bana de el verenler oldu. Bana, ilk önce davul hocam elverdi: Burhan Tonguç. Bir sürü profesyonel, ünlü davulcunun hocası… Çok iyi bir davulcuydu. Benimle konuştu, 'nota öğrenmelisin' dedi. 'Sonra gel, ben sana davul notası vereceğim, onu da öğreneceksin.' Peki, dedim, 2-3 adım attım uzaklaşıyordum, arkamdan seslendi. Döndüm geldim, 'sen metod kitabı al, gel, onu da ben sana öğreteceğim' dedi.

Sonra, 1963 yılının başlarında, aklımda hiç İstanbul, solistlik falan yokken, Bursa'da çalışıyoruz, çok sevdiğim bir ağabeyim vardı. Neyzen Tevfik'in talebesiydi, ney çalıyordu. Konservatuardan ayrılmaydı. Bir dervişti. O derviş bana el verdi. Şeyhi zikrinde 'yanındaki çömeze yol verdik' demiş. Bana, '1 ay içinde Bursa'dan gidiyorsun' dedi, 'Büyük sahnelere gidiyorsun. Kendine biri beyaz, biri siyah 2 tane smokin yaptır.'

Bu, en büyük olaydır. Ve nitekim öyle olaylar gelişti ki 1 ay içinde İstanbul'a gelmek durumunda kaldım, 2 ay içinde de Hilton'a başladım."

El verdikleri...

Sizin el verdiklerinize gelecek olursak:

"Benim de birkaç davulcuya yardımım oldu. Şarkıcılardan da mesela Nükhet Duru… 'Ustalara Saygı'da kendisi de sahnede söyledi. Cenk Taşkan'ın kimseye şarkı vermeye niyeti yoktu o yıllarda benden başka. Mehmet Teoman, ben hayır deseydim zaten vermeyecekti. Belki başka bir şekilde çıkacaktı piyasaya, ama Nükhet Duru'yu Nükhet Duru yapan parçaları nereden bulacaktı! En güzel şekilde çıktı. Bu kısmet, kader… O hazırdı, ben onun için ona el verdim.

Aslında Nükhet'i sahnede ilk ciddi işine çıkaran da benim. Nükhet Duru diye kimse yoktu daha. Cafe Bulvar vardı Taksim'de eskiden...  3 kız oturuyordu, şarkıcıymışlar, çağırdılar 'sizi Salim Dündar ile tanıştıralım' dediler… Birisine, 'senin ismin ne?' diye sordum. 'Nükhet Duru' dedi. 'Nerede çalışıyorsun?' dedim. Düğün salonunda bir orkestrada çalışıyormuş. İki gün sonra karşıda işe başlıyorduk Adnan Şenses ile çok ciddi bir yerde… 'Ya organizasyon firmasına telefon etmeyelim, senin tanıdıkların vardır, alt kadro için kızlardan birini getirsene' dediler. 'Olur' dedim. Ben de her gün uğruyordum Cafe Bulvar'a, çünkü Taksim'de oturuyordum, Nükhet'i bir kez daha orada gördüm. Hâlbuki başka bir sürü tanıdığım, beraber çalıştığım insan var. 'Çalışır mısın, bak böyle böyle bir iş var' dedim. Ertesi gün randevu verdim ona, geldi, aldım götürdüm. Aslında o ertesi gün karşılaştığımız, buluştuğumuz bölümü anlatsam yıkılırız gülmekten...

Meselâ Doğan Canku… Ankara'dan aldım getirdim. Ciddi ilk işi, ikili olarak benimleydi… Daha önce Yıldırım Gürses ile çalışmış, ama 15 sazın arasında birisi.

Garo Mafyan… İstanbul Gelişim Orkestrası kurulacak. Orkestranın adı daha yok ortada. Piyanist arıyorlar, bulamıyorlar. Vapurda – arabalı vapur, köprü yoktu o zamanlar - aralarında konuşuyorlar, piyanist arıyorlar, Şerif Ağabey (Yüzbaşıoğlu), Selçuk Başar ve kardeşi bir orkestrası kuracaklar. Bana da bir çocuk çalmıştı, nota bilmeyen bir grubun içinde, ama bir derya… 'Öyle birisi var' dedim. 'Kim?' diye sordular. 'Nota bilmeyen bir grubun içinde' dedim. 'Bizimle dalga mı geçiyorsun' dediler. İçimden keşke söylemeseydim dedim, ama neyse söylemişken 'gelin bir dinleyin' dedim. Lunapark'ta çalışıyordum, matinede geldiler. 'Yahu Salim ne biçim piyanist, nereden buldun, kimdir bu?' dediler. Çok beğenmişler. Daha önce çalıştığı orkestradakiler bana bozuk çaldılar, neredeyse döveceklerdi… Çünkü orkestranın eli kolu oydu… O çalıyor, ötekiler de onun sayesinde geçiniyordu. Hiçbirisi nota bilmiyordu. Garo Mafyan'ın İstanbul Gelişim'de başlaması da böyledir."

Bugün, sahne dünyasından uzaktasınız. O çevreden dostlarınızla görüşebiliyor musunuz? Bugün, daha çok kimlerle arkadaşlık ediyorsunuz?

"Daha çok atletizm dünyasından dostlarım. Müzisyenlerle de bir yerde, bir vesileyle karşılaştığımız zaman merhaba, merhaba... Ama son yıllarda biz eski tüfekler olarak toplu halde konserlere çıktık Antalya'da, Ankara'da, İstanbul'da Atatürk Kültür Merkezi'nde… Bazı ekstra işler, bayi toplantıları oluyor büyük otellerde, öyle birkaç yere de gittik, o vesileyle birlikte olduk."

Siz, yıllardır düzenli olarak sahneye çıkmamanıza rağmen, "Ustalara Saygı" gecesinde müthiş bir performans sergilediniz, 2 buçuk saat sahnede kaldınız, aralıksız şarkı söylediniz. Bunda spor yapmanızın payı var mı? Bir de o şarkı sözlerini, özellikle İspanyolca'ları nasıl oluyor da unutmuyorsunuz?

"Evet. Güzel bir soru. Ben, şarkı söylemediğim zaman, spor yaptığım için bambaşka bir boyutta oluyorum. Ama bir işe başladığım zaman da bir anda yine o hâlime dönüyorum. Zaten bunu sahnede gördünüz. Şimdi orada bunun canlı örneğini yaşadık. Ben, bu performansa sahip olmasam o etkiyi yaratabilir miydim orada? O şekilde 5 saat aralıksız şarkı söyleyebilirim, söylüyorum da... Şarkı sözlerine gelince, İspanyolca sözleri hiç unutmuyorum."

İspanyolca şarkılar...

İspanyolca biliyor musunuz?

"Biraz. Ama 'Samanyolu' falan söyle, dersen söyleyemem, ezberimde yok. İspanyolca'ları unutmuyorum. Yabancılar da bana 'bir önceki hayatında böyle bir şey mi var acaba, İspanyol musun? Nasıl bizden fazla İspanyol olabiliyorsun?' diye sorarlar."

Bugünkü müzik piyasasını nasıl buluyorsunuz?

"Çok iyi şarkıcılar var. Ama bizim zamanımızda da vardı böyleleri. Ne güzel eser diye gidersiniz prodüktörler, 'oğlum bırak bu şarkıyı, tamam güzel parça, ama halk bunu anlamaz. Halkın nabzına göre şerbet verelim, halk onu değil, bunu tutar' diye çocukları yönlendirirler. Ortada genç bir nüfus var. Onlara yıllarca alternatif müzik türleri göstermediler, tek renk verdiler. Çocuklar da ne bilsin. 6 yaşındaki çocukla 20-30-40 yaşındaki insanlara aynı parçaları dinletiyorlar. 'Ballı lokma tatlısı, hadi yine iyisin, hepsi senin mi, yakalarsam bilmem ne, kıl oldum abi'… Şimdi bu genç çocuklar yaşlandıkları, saçları ağardığı zaman 'Hayatım hani bizim idolümüz vardı, Tarkan, hani 'Kıl Oldum Abi', şunu koy da kıllı bir nostalji yaşayalım' mı diyecekler. Utanmayacaklar mı kendilerinden? Bunun nostaljisi olabilir mi? Ama hitler bunlar." 

Müziği, sahneye düzenli olarak çıkmayı özlemiyor musunuz?

"Keyif alabileceğim yerlerde çalışıyorum ara sıra, ama 90 senesinden sonra 2 iş haricinde İstanbul'da hiçbir yerde çalışmadım. Artık çalışmak istiyorum, çünkü benim repertuarıma, benim sahneme sahip hiç kimse yok. Ne kadın, ne erkek… Bunu hiç abartmadan söyleyelim, bu gerçeğin ta kendisi." 

CD projesi var mı?

"Tülay Özer'den bir telefon geldi. Eski kuşak şarkıcılarla, bizden bazı isimlerle yeni meşhur şarkıcıların düeti. 'Var mısın böyle bir şeye?' diye sordu. 'Olabilir' dedim. 'Şarkıcı falan da seç, 2-3 tane isim ver, kimlerle söylemek istersin?' dediler. 'Vallahi ben çok fazla istemiyorum, ama 1-2 isim vereyim hadi' dedim, verdim. Sonra Doktor Selahattin Bey diye biri beni telefonla aradı. Bana bir CD gönderdiler, 12 tane parça, oradan parça beğendim, ama kiminle düet yapacağımı henüz bilmiyorum. Ses rengime uygun biri olması lâzım ortaya iyi bir şey çıkması için, ses karakterlerinin birbirine uyması gerek.."

Başka proje?

"Başka proje yok. Zaten proje falan, ben senelerdir kafamda öyle şeyler geliştirmedim. Sadece spor yaptım."

"Bana 'Deli Salim' derler"

"Ustalara Saygı" gecesinde Nükhet Duru da anlattı. Ben de konuşmalarımızda fark ediyorum, aynı anda birçok şey düşünüyorsunuz. Bu durum da sizi biraz uyumsuz, biraz huysuz yapıyor olabilir mi?

"Siz benimle konuşurken bile kafamdan birçok şey geçer. 'Salim nerdesin gene?' derler. Ne bileyim bazı sorunlar yaşıyorum bu durum için, ama kafası basan davulcu veya bir başkası 'ağabey biliyor musun senin yüzünden ben müzisyen oldum' diyor. İçinde birazcık bir şeyler olanlar… Ama hiç oralarda olmayan biri, 'Salim de zor insan' der. Zaten bana 'Deli Salim' lakabını bu yüzden verdiler, yoksa ben kimseye saldırmıyorum."

Bu lakap nereden geldi?

"Davulculuğum zamanında gece çalıştığım pavyonlarda, 'falanca parçanın şurasını şöyle yapsak nasıl olur, burada böyle daha iyi olmaz mı' derdim. Bir iki, bir iki bu yönlendirmelerim artınca 'ya bırak kardeşim, işimize bakalım, bahşişimizi alalım, boşver, işine bak' demeye başladılar. Sonra 'ya bu adam deli' demeye başladılar. Müzikte hep öyledir bu etiket. Yalnız ben değilim bu lakabı alan, müziğe çok kabiliyetli, çok duyarlı insanlara atfedilen bir şeydir."

Bahriye'den sahnelere...

Nereden aklınıza geldi müzik. Siz Bahriyeli değil miydiniz?

"Benim genlerimde var herhalde öyle bir şey. Ben, Bahriye'den ayrıldım. Gölcüklü'yüm, İzmit, Gölcük… Müzik kanıma girince bambaşka bir boyuta geçtim. Ordudan da ayrılınca, müzik alanında başkaları gibi sıradan olamam dedim. Müziği çok sevdim, en iyisi olmaya çalıştım. Onun için bazı kurallar koydum kendime; meselâ sigara içmedim, hâlâ içmiyorum; içki kullanmıyordum gene içmiyorum. Şimdi bu, benim kendi kendime etiketlediğim bir şey değil, ama beni bilenler, arkadaşlarım, dinleyiciler, benim iç dünyamı bilenler, 'sen kutsanacak bir adamsın' derler."