Yeni küresel iklim anlaşmasının kilidini açmak
AB Türkiye Delegasyonu Başkanı Hansjörg Haber Dünya için kaleme aldı.
Bilim adamlarının Anthropocene adını verdikleri bir çağdan geçmekteyiz: yerküre ve geleceğinin şekillendirilmesinde insanoğlunun kararları ve faaliyetlerinin volkanik patlamalar ya da depremler gibi doğal afetlerden çok daha etkili olduğu bir çağ. Bugünün kararları gelecek nesillerin sahip olacağı imkânları ve yaşam şartlarını belirleyecektir. Bu durum, çevre üzerinde yıkıcı etkiler tetiklenmeden ve yeryüzü insanlardan umudunu kesmeden evvel, iklim değişikliği gibi küresel riskler karşısında ülke liderlerine hemen harekete geçme konusunda ortak sorumluluklar yüklemektedir.
İklim değişikliği, bugün insanlığın karşı karşıya bulunduğu en büyük tehlikelerden bir tanesidir. Bilim bize, en şiddetli etkilerinden kaçınmak ve iklim yapısı ile doğal afet olaylarının değişmesinden, ekosistemlerin bozulması ve ekonominin alt üst olmasına kadar iklim değişikliğinin yaratabileceği domino etkisini önleyebilmek için küresel ısınmanın sanayi öncesi seviyelere göre 2°C’nin oldukça altında tutulması gerektiğini söylüyor.
Paris iklim anlaşması
Aralık 2015 tarihinde Paris’te yapılan UNFCCC 21. Taraflar Konferansında iklim değişikliği konusunda, dünyanın neredeyse emisyonlarının tümünü üreten tarafları kapsayan, tarihi bir uluslararası anlaşma olan “Paris İklim Anlaşması” üzerinde uzlaşmaya varıldı. Anlaşmayla, yıllar süren bir müzakere süreci AB’nin ve diğer ülkelerin öncelikleri ve endişeleri dikkate alınmak suretiyle tamamlanmış oldu. Ülkelerin yeterlilikleri ve endişeleri hesaba katılarak yürütülen tabandan tavana istişare süreci, bu anlaşmanın, düşük karbonlu ve daha güvenli bir dünyaya dönük adil bir küresel strateji olmasını sağlamıştır. Anlaşma, küresel sıcaklık artışının 2°C’nin oldukça altında tutulması ve hatta 1.5°C ile sınırlandırılması için çaba gösterilmesi doğrultusunda uzun vadeli ve nitel bir emisyon azaltım hedefi ortaya koymaktadır.
Anlaşma, nihai bir ürün olmaktan ziyade, insan kaynaklı iklim risklerinden arındırılmış düşük karbonlu bir geleceğe doğru yeni bir başlangıcı temsil etmektedir. Anlaşmanın uygulanmasına ilişkin detaylar bu amaçla oluşturulan Çalışma Grubu bünyesinde önümüzdeki yıllar içerisinde müzakere edilecektir. Ancak yine de ulusal ve yerel düzeydeki çalışmaların hızlandırılması, güçlendirilmesi ve yaygınlaştırılması yoluyla Paris anlaşmasının uygulanması için ülkelerin çabalarını azimle sürdürmesi gerekecektir.
AB ve Türkiye dahil olmak üzere UNFCCC’nin neredeyse tüm tarafları, 21. Taraflar Konferansı öncesi Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanlarını (INDC) sundular. AB sunduğu INDC’de, sera gazi emisyonlarını 2030 yılına kadar 1990 yılındaki seviyesine göre asgari %40 azaltımayı hedeflendiğini duyurdu. Türkiye niyet edilen ulusal sera gazı emisyon azaltımını 2030 yılına kadar 2012 seviyelerine göre olağan senaryonun %21’ine kadar düşürebileceğini açıkladı. İklim değişikliği etkileri bakımından Türkiye her ne kadar en dezavantajlı bölgelerden bir tanesi olan Akdeniz Havzası’nda yer alsa da, sunduğu INDC’de bu konu, ülkenin iklim değişikliğine uyum sağlama gerekliliğinin tam anlamıyla yansıtmadığını görüyoruz.
Paris Konferansı’nın hemen ardından Avrupa Komisyonu, yeni küresel iklim değişikliği anlaşmasının Avrupa Birliği üzerindeki etkilerini değerlendirme çalışmalarına başlamış ve 2 Mart 2016 tarihinde bu çalışmasını tamamlamıştır. Bu çerçevede AB, önümüzdeki 12 ay içerisinde, enerji ve iklim değişikliği hususunda AB’nin orta vadeli stratejisi olan 2030 Enerji ve İklim Çerçevesinin tam anlamıyla uygulamaya konulması için tamamlayıcı mevzuatını hazırlayacaktır. Değerlendirme çalışmasının sunumunda AB İklim Eylemi ve Enerjiden sorumlu Komisyon Üyesi Miguel Arias Cañete şunları söyledi; “Anlaşmayı yaptık. Şimdi bunu gerçeğe dönüştürmemiz gerekmektedir. AB için bunun anlamı, 2030 iklim ve enerji mevzuatının gecikmeden tamamlanması, Anlaşmanın en kısa süre içerisinde imzalanması ve onaylanması, ve düşük karbonlu bir geleceğe küresel geçişte liderliğimizi sürdürmemizdir.” Paris Anlaşmasının olabildiğince erken onaylanarak yürürlüğe girmesi, anlaşmanın hızlı şekilde uygulanmasını sağlayacak ve hedeflerine ulaşması konusunda cesaret verici bir işaret olacaktır.
AB’nin Paris İklim Anlaşmasını imzalamaya hazır olduğu kesindir. Diğer küresel aktörlerden ABD ve Çin, 31 Mart 2016 tarihinde yaptıkları ortak bir açıklamayla 22 Nisan’da Paris Anlaşması’nı imzalayacaklarını ve bu yıl içerisinde olabildiğince erken şekilde anlaşmaya katılmak üzere kendi ülkelerinde gereken adımları atacaklarını duyurdular.
Türkiye ile AB’nin ilişkisi giderek güçlenmektedir. 2014 yılında yüz milyar euro olan ticaret hacmi bile başlı başına bu güçlü işbirliğini açık şekilde ortaya koymaktadır. Son günlerde bu ilişki, her iki tarafı da önemli ölçüde meşgul eden mülteci ve düzensiz göç kriziyle beraber artmıştır. Ancak bu kriz geçecek ve Türkiye ile AB, kendine özgü güçlükleri ve fırsatları beraber barındıran aynı coğrafyada yer almaya devam edecektir.
Ortak çevremizin korunmasına ilişkin güçlükler söz konusu olduğunda Türkiye, dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden bir tanesi olarak aynı zamanda sera gazı emisyonları en hızlı artan ülkelerden birisidir. Türkiye’nin sera gazı emisyonu 1990’dan bu yana iki katına çıkmıştır. Öte yandan Türkiye, örneğin değişen yağış düzeni ve doğal afet riskleri bakımından, iklim değişikliği etkileri karşısında en etkilenebilir ülkelerden de bir tanesidir. Bu dezavantaj nedeniyle Türkiye’nin iklim değişikliğine karşı erkenden ve güçlü biçimde harekete geçmesi ve bunun için de atması gereken adımlara yeterince kaynak aktarması kendi menfaatine olacaktır. Küresel iklim eylemi, yalnızca sera gazı emisyonlarını azaltmak üzere yapılan yatırımlardan ibaret değildir, aynı zamanda iklim değişikliğinin muhtemel olumsuz etkilerine karşı en dezavantajlı durumdaki ülke ve toplumların korunmasıyla da ilgilidir. Örneğin Denize Kıyısı Olmayan Ülkeler ile Gelişmekte olan Küçük Ada Devletleri dahil, En Az Gelişmiş Ülkeler (LDC), iklim değişikliklerinin neden olduğu etkiler karşısında en kırılgan konumdadır. Türkiye, 2011 yılında İstanbul’da yapılan En Az Gelişmiş Ülkeler (LDC) zirvesinin ardından uluslararası ve bölgesel platformlarda LDC’lerin desteklenmesi ve kalkınma sorunlarının gündeme getirilmesi konusunda liderliği üstlenmiştir. Türkiye’nin kalkınma yardımına ihtiyacı olanlarla gösterdiği bu dayanışma övgüyü hak etmektedir. Artık Türkiye’nin iklim eylemi alanında göstereceği liderlik, bu ülkelerde iklim değişikliği risklerinin azaltılması bakımından daha hayati önem taşımaktadır.
Türkiye iklim eyleminde de lider ülke olabilir
Daha temiz ve kaynakların verimli kullanıldığı teknolojilere ve alternatif enerji kaynaklarına yatırım yapılmasının yanı sıra değişen iklim şartlarının beraberinde getirdiği risklere karşı kurumlarını hazırlaması, Türkiye’nin güçlü ve aynı zamanda düşük karbon ekonomisini hayata geçirmesini ve dayanıklı bir toplumun temelini oluşturmak suretiyle gelişmesini sürdürmesini sağlayacaktır. G-20 ve Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) üyesi ve aynı zamanda AB’ye aday ülke olarak Türkiye, ekonomik kalkınma alanında ortaya koyduğu olumlu örneğin yanı sıra, iklim eyleminde de lider olabilir ve olmalıdır. Paris Anlaşması’na, ABD ve Çin’in ortak bir hedef için işbirliği yapma iradesini ortaya koyduğuna benzer yeni bir uzlaşı ve karar alma anlayışı vasıtasıyla ulaşılmıştır. AB ve Türkiye artık bu anlaşmanın uygulamaya geçirilmesi için beraberce öncülük etmelidir.
Bu nedenle, Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu, Türkiye de dahil tüm tarafları, 22 Nisan 2016’da, bu tarihte olmayacaksa da en kısa süre içerisinde Anlaşmayı imzalamaya ve Anlaşmanın gerekliliklerinin yerine getirilmesi amacıyla hazırlıklarını başlatmaya davet etmektedir. AB ve Üye Devletler, iklim değişikliğiyle mücadelede Türkiye’nin de kendilerine katılmasını beklemekte olup iklim değişikliğiyle mücadele amacıyla Türkiye’nin yürüttüğü çalışmalarda işbirliği yapmaya hazırdır.