Filler de eşekler de İran'a karşı

Orhan AKIŞIK
Orhan AKIŞIK KÜRESEL PERSPEKTİF dunyaweb@dunya.com

 

 
ABD'de 6 Kasım'da yapılacak Başkanlık seçimleri için geri sayım devam ederken, Barack
Obama ve Mitt Romney geçtiğimiz hafta son kez halkın karşısına çıktılar. Amerikan kamuoyunun günlerden beri sonucunu merakla beklediği tartışmaya ilgi büyüktü. Bunun en önemli nedenlerinden birinin ekim ayında Denver'de yapılan ilk tartışmada Romney'nin gösterdiği performans olduğuna şüphe yok. Fakat bu son tartışma, ilk tartışmalarda adayların ortaya koyduğu performansın sonrakiler için bir ölçü olmadığı şeklindeki yaygın görüşün doğru olduğunu bir kez daha gösterdi. İlk tartışmada Cumhuriyetçi rakibine karşı tutuk görünen Obama, bu defa oldukça etkili ve konulara hakimdi. Tartışmanın konusunun dış politika olduğu çok önceden açıklanmasına rağmen adaylar işsizlik, bütçe açığı ve sağlık gibi iç politika konularına girmekten kendilerini alamadılar. Öyle ki, 1972'den beri bu tür tartışmalarda moderatörlük yapan CBS'in kıdemli habercisi Bob Schieffer zaman zaman araya girmek zorunda kaldı. Tartışmanın galibinin Obama olduğu konusundaki yaygın görüşe karşın, Romney'nin şansını kaybettiği söylenemez. Muhafazakar çevrelerde görüşler farklı. Genel olarak, Romney başarılı bulunuyor. Cumhuriyetçiler arasında Obama'nın agresifliğini seçimi kaybedeceğine ilişkin inancına bağlayanlar olduğu gibi, tam tersine Romney'nin, Obama ile arasındaki farklılığı ortaya koymakta yetersiz kaldığını ileri sürenler de var. Aslında tartışmayı kimin kazandığı, kimin kaybettiği sorusuna cevap aramaktan çok, soruyu sorunların çözümü konusunda kim daha ikna edici, kim değildi şeklinde sormak bence daha doğru bir yaklaşım olur ki, bu durumda Obama'nın rakibine karşı daha etkili olduğu söylenebilir.
***
6 Kasım seçimlerini hangi aday kazanırsa kazansın, içteki ekonomik sorunlar konusunda olduğu kadar dış politikada da önemli kararlar almak zorunda kalacak. Dış politikada en önemli sorunlarından biri olan İran'ın nükleer programı konusunda adaylar arasında bir görüş farklılığı hemen hemen yok. Her iki başkan adayı da İran'ın nükleer bir güç olmasının asla kabul edilemeyeceğini söylüyor. İran'ın nükleer güç sahibi olması sadece İsrail için değil, aralarında Türkiye'nin de yer aldığı tüm Ortadoğu ülkeleri, hatta dünya için de bir risk. Siyasi ve ekonomik yaptırımlar şimdiye kadar istenen sonucu vermiş değil. Açıkça söylensin söylenmesin, hemen herkes İran'ın dünyayı oyalarken nükleer silah programını sürdürdüğü düşüncesinde. Bob Schieffer'in, "İsrail İran'a saldırırsa ABD İsrail'in yanında yer alacak mı?" sorusuna her iki aday da evet diyor. Bundan, ABD'nin İsrail'e İran'ın nükleer tesislerine saldırı konusunda yeşil ışık yaktığı sonucu çıkarılabilir. Geçen hafta ABD ve İsrail arasında başlayan en geniş kapsamlı askeri tatbikat, İran'a yönelik bir operasyonun pek uzakta olmadığını düşündürüyor. Nükleer tesislere yönelik bir saldırının bölgede yol açacağı etkileri öngörmek zor. Olası bir askeri müdahalenin sonuçlarından en fazla zarar görecek ülkelerden birinin de biz olacağımız kesin.
***
Ortadoğu'da İran dışında bir diğer önemli kriz odağı Suriye. Ülkede devam eden olaylar,
CNN'de Fareed Zakaria'nın programında tartışıldı. Programa katılan Birleşmiş Milletler Eski Genel Sekreteri ve Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan, Suriye'ye karşı askeri müdahale isteyen ülkeleri anlamadığını söylerken adeta Türkiye'yi ima ediyordu. Annan, Libya'dakine benzer bir müdahalenin değişik etnik grup ve mezheplerden oluşan Suriye'de başarısız olacağı; sorunun çözümünün büyük ölçüde, ABD ve Rusya'nın anlaşmasına bağlı olduğu görüşünde. Obama ve Romney'nin Suriye konusunda söylediklerini dinlerken aklıma bu geldi. Esad'ın gitmesi konusunda hemfikir görünen her iki başkan adayı ne şimdi ne de gelecekte Suriye'ye ABD'nin bir askeri müdahalesinin söz konusu olmayacağını, bölgede partnerlerinin (!) olduğunu söylüyor.
Fakat öte yandan, DÜNYA'nın El-Ahbar gazetesine dayanarak verdiği haberde, Başbakan
Erdoğan'ın Bakü'de İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad'a Esad'ın iktidarda kalması kaydıyla Suriye krizinin çözümüne hazır olduğunu söylediği belirtiliyor. Sizce de bir çelişki yok mu?
Suriye konusunda sürekli istişarede olan Türkiye ve ABD'nin en yetkili kişileri tarafından yapılan farklı açıklamalar kafaları karıştırıyor. Acaba, ABD dünya kamuoyuna karşı Esad'ın gitmesi gerektiğini söylerken, öte yandan ayakta kalmasının şimdilik daha doğru olacağını mı düşünüyor? Muhtemelen öyle. Esad'ın düşürülmesinin ülkeye özlenen demokrasiyi getirmesinin uzak bir olasılık olduğu görüldü. Şimdiye kadar Suriye'deki kaos ortamından yararlanan tek grup şeriat yanlıları. Geçenlerde CBS televizyonunda Clarissa Ward'ın sunduğu 60 Dakika adlı programda bu gerçek bir kez daha gözler önüne serildi. Kuzey Suriye'de faaliyette bulunan fanatik Müslümanların liderlerinden Ahmed al-Abaid, Esad yönetiminin devrilmesinden sonra amaçlarının ülkede şeriatı tesis etmek olduğunu açık açık söylüyor. Bundan en çok endişe duyan gruplardan biri de Suriye'deki Hristiyanlar. Hristiyan halkın Esad'ın en büyük destekçilerinden biri olmasının nedeni de bu. Suriye'de yükselmekte olan radikal İslamcı hareketin Batı ülkeleri dışında Rusya tarafından da istenmediği açık. Belki de bu büyük tehlike, ABD ve Rusya'nın sorunun çözümü için bir araya gelmesine yol açabilir. Tunus'tan başlayarak dalga dalga Ortadoğu ülkelerine yayılan kitle hareketlerinin demokratik rejimlerin işbaşına gelmesine yetmeyeceği artık görülüyor. Kadın ve erkeklere eşit haklar tanınmadan, inanma kadar inanmama özgürlüğü de sağlanmadan demokrasiden bahsetmek saçma. İslam ülkelerinde demokratik rejimlerin kurulması halkların istemesinin dışında bu ülkelerin ekonomik yönden kalkınmalarına da bağlı. Demokrasi, bazılarının sandığı gibi sadece ortaya sandık koymaktan ibaret bir rejim olmuş olsaydı, dünyada ne diktatörlüklere ne de otoriter rejimlere yer olurdu.
Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Vekalet savaşları 08 Ekim 2016
Clinton farkı 01 Ekim 2016
Sorun küreselleşmede mi? 27 Ağustos 2016