Yeni bir sanayi hamlesi şart

Orhan AKIŞIK
Orhan AKIŞIK KÜRESEL PERSPEKTİF dunyaweb@dunya.com

Dünya ekonomisinin karşı karşıya olduğu sorunların büyümeyle çözülebileceği konusunda herkes hemfikir. Zira büyümeden ne gelir ne de istihdamı arttırmak mümkün. Peki, büyümenin sektörel bazda kaynağı ne olacak? Uzun yıllardan beri devam eden ekonomik kriz, hizmetler sektörüne dayalı büyüme modelinin istihdam ve gelir artışını sağlamada başarısızlığını açık olarak ortaya koymuştur. Gelişmiş ekonomilerin bugünkü sorunlarının temelinde büyük ölçüde sanayinin ihmal edilmesi yatıyor. Dünya ekonomisi tarımdan sanayiye yönelmekle sağladığı başarıyı, endüstri ötesi toplum sürecinde sağlayamadı. Ülkeler arasında ekonomik ve siyasi bağımlılığın iyiden iyiye arttığı günümüzde ekonomik ve sosyal sorunların çözümü, ancak yeniden sanayileşme hareketiyle mümkün olabilir. Sanayideki gerileme, sektörün hem gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYİH) hem de istihdam içindeki azalan payı itibariyle kendini gösteriyor. Batı’nın önde gelen ülkelerinde sanayi üretiminin GSYİH içindeki payı 90’lardan bu yana sürekli azalıyor. Almanya’da 1990’da yüzde 37 olan bu oran, 2013 itibariyle yüzde 20’nin biraz üzerinde. Aynı dönemde, ABD’de sanayinin payı yarı yarıya azalarak yüzde 26’dan yüzde 13’e düşmüş. Uzakdoğu’ya gidildiğinde, Kore ve Tayland’da sanayi üretiminin payının yüzde 30, Çin de ise yüzde 40’ın üzerinde seyrettiği görülüyor. Türkiye’de 1990’da yüzde 32 olan sanayi üretiminin payı bugün yüzde 18. Sorun, sanayileşmesini tamamlamadan hizmet sektörünün ekonomide ağırlığının arttığı gelişmekte olan ülkeler açısından daha da vahimdir. 21. yüzyılda büyümenin sürekliliği, teknolojik gelişmenin yanı sıra, salt kârın artırılmasına odaklanan kurumsal yönetim anlayışının, toplumun geniş

kesimlerinin taleplerini dikkate alan bir yönetim anlayışıyla ikame edilmesine de bağlı. Değer üreten, değerin yaratılmasına katkıda bulunan sadece yatırım sahipleri olmadığı için; tüketicilerin, çalışanların ve toplumun desteği olmadan, işletmelerin uzun dönemde büyümelerini sürdürmeleri olanaksız.
***
Teknolojik gelişme temelli büyüme, araştırma-geliştirme faaliyetlerine ağırlık verilmesini gerektiriyor. Gerek araştırmacı sayısının gerekse GSYİH içinde araştırma ve geliştirmeye ayrılan payın artırılması büyümenin sürekliliği için şart. Bu iki gösterge açısından ülkeler arasında önemli farklılıklar var. Dünya Bankası verilerine göre, Avrupa’da İtalya, Yunanistan, Polonya, Rusya ve Türkiye yüzde 1 ile araştırma ve geliştirmeye milli gelirden en az pay ayıran ülkeler. Hollanda, Fransa, Belçika, İngiltere ve Norveç’in payı yüzde 2. Amerika, Almanya, Avusturya, Danimarka ve Japonya’da bu oran yüzde 3. İsveç ve Finlandiya ise yüzde 4’e yaklaşan oranlarla önde gelen iki ülke. Uzakdoğu’da Çin’in milli gelirden araştırma ve geliştirmeye ayırdığı pay yüzde 2 iken, Kore’nin payı 4. Araştırmacı sayısı açısından da ülkeler arasında ciddi farklılıklar görülüyor. Batı’nın gelişmiş ülkelerinde milyon kişi başına araştırmacı sayısı 3 bin ile 7 bin arasında değişiyor. Bu grup içinde Finlandiya 7000’nin üzerinde araştırmacıyla ilk sırada yer alan ülke. Japonya’da bu rakam 5 binin üzerinde. Kore’de araştırmacı sayısı hızla artıyor. Bu ülkede 2004- 2012 arasında araştırmacı sayısı 3 bin 338’den 5 bin 928’e artarken, Türkiye’de 507’den 987’ye yükselmiş.
***
Bu yüzyılda büyüme ve kalkınmanın en önemli itici gücü teknoloji olacak. Teknolojik gelişmeye kaynak ayıran, eğitim sistemlerini bu yolda yeniden dizayn eden ülkelerle, bunu başaramayanlar arasındaki fark büyüyecek. Ülkemizin sorunlarını çözebilmesi, dünyanın lider ülkelerinden biri olabilmesi, ancak çağdaş eğitimle desteklenen; ileri teknoloji ve istihdam artışına dayalı bir sanayi hareketiyle mümkün olabilir. Bunu acaba başarabilecek miyiz? 2012 seçimlerinden bu yana geçen sürede meydana gelen gelişmeler maalesef bu beklentiyi destekleyen nitelikte değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan yüzü Batı’ya dönük bir ülkeyiz diyor ama, icraatlar ve söylemler bunun aksini ortaya koyuyor. Türkiye’nin, Batı’dan koparak siyaseten bir Ortadoğu ülkesi olma yolunda ilerlediğine dair kuşkular içeride ve dışarıda artmaktadır. Laik eğitim sisteminden ve hukukun üstünlüğünden uzaklaşan toplumlar kalkınma yarışında geride kalmaya mahkumdur.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Vekalet savaşları 08 Ekim 2016
Clinton farkı 01 Ekim 2016
Sorun küreselleşmede mi? 27 Ağustos 2016