Küresel rekabetçilik ve Türkiye’nin inovasyon altyapısı

Küresel İnovasyon Endeksi'nde bu yıl Türkiye, gelirine oranla kalkınma düzeyine paralel bir performans sergilemiş. Ancak bu, küresel rekabetçiliğini geliştirmek için yetersiz. Endekste Türkiye, yaratıcılık ve araştırma kapasitesi açısından küresel ortalamanın üzerinde bir potansiyele sahipken, kurumsal yapı ve altyapı kalitesi bakımından iyileştirmeye açık alanlar var.

Küresel rekabetçilik ve Türkiye’nin inovasyon altyapısı

BARIŞ SAZAK
Yönetim Danışmanı

Türkiye’nin 1980 sonrası ekonomi politikası olarak benimsediği ihracata da­yalı büyüme modelinin, kurum ve şirketlerin dönüşümüne devrimsel tesirleri olduğu bir gerçek. Bugün haklı gerekçelerle güncel koşullara uyum için çeşitli boyutlarıyla gün­cellenmesini talep ettiğimiz Güm­rük Birliği’ne dahil olmamız son­rasında, küresel seviyede rekabet­çiliği yakalayabilen şirketlerimiz değer zincirlerinde belirli eşikle­ri atladı. Bu bağlamda da Gümrük Birliği’nin tarihsel perspektifte re­kabetçiliğe katkısının göz ardı edil­memesi lazım. İşin değişmeyen kısmıysa ekonomi ve para politika­sına yönelik “yapısal sorunlar” ve “yapısal reformlar” talepleri. Yıl­lardır Türk ekonomisinin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sürekli asılı durmakta.

TCMB resmi verileri geniş bir za­man diliminde değerlendirildiğin­de, ihracatın ekonomik büyümeye birçok dönem negatif etkisi olduğu görülmekte. İşin bu boyutuyla ilgi­lenmeyenlere ilginç gelen bu tespi­tin temel sebebi ihracatın ithalata olan bağımlılığı. Kaba tabirle Tür­kiye, yaptığı her birim ihracat için neredeyse ona yakın hammadde ve ara mal ithal etmek durumunda. İhracat ve büyüme hedefleri de ha­liyle daha çok kaynak, hammadde ve enerji ihtiyacına yol açtığından, cari açık ihracat artışıyla genellik­le doğru orantılı artmakta. Aslında cari açığın büyümesi mevcut koşul­larda ekonominin büyüdüğünün göstergesi. Her şeyin bu kadar net olduğu bir tabloda, günlük para po­litikası, faiz, vadesi geçmiş sübvan­siyonların uzatılması gibi neticesi olmayacak hususların tartışmasıy­la daha uzun yıllar geçirebiliriz.

Cevabını herkesin bildiği, sonuç almanınsa ancak disiplinli bir ne­kahet dönemiyle mümkün olduğu meseleler, Akdeniz toplumlarında pek çözülemiyor. Çözümü için ge­reken adımları atmak zor gelse de gerçekler ortada. Mevcut üretim yetkinlikleri hem yurtiçi ürün çe­şitliliğini hem de ihracattaki katma değeri sınırlamakta. İlaveten ve­rimlilik sorunları, kaynak ihtiyacı­nı daha da artırmakta. Sanayimizin değer zincirinin belli kısımlarında sınırlı yetkinliğe sahip olması, ya­ni inovasyon başlığında toparlaya­bileceğimiz teknoloji, uzmanlık ve altyapının (işgücü yetkinliği, kali­te standartları, eğitim, Ar-Ge vb) kısıtları bir yana, sektörler arası entegrasyonun eksik olması da bu mevzunun sac ayakları. Sonuç ola­rak da Türkiye’nin küresel rekabet gücü azalırken yüksek teknolojili ihracat yüzde 4-5 dolaylarında pa­tinaj çekmekte.

Tarihi kırılmalar ve inovasyon

Tarihsel olarak artan işçilik mas­rafları önemli endüstrilerde üreti­min düşük maliyetli bölgelere kay­masına sebep oldu. Türkiye’de sa­nayi iş gücü maliyetleri son 25 yılda üç katına çıktı. Bu durum da belli sektörlerde rekabet kaybına sebe­biyet veriyor. Tam bu noktada tari­hi bir kırılmanın da yaşandığı göz önüne almak lazım. Olumlu, olum­suz tesirleri ayrıca tartışılabilir ancak endüstri 4.0, dijitalleşme­nin üstüne, yapay zekâ uygulama­larının yaygınlaşmasıyla işin “ser­visifikasyon”, verimlilik ve enteg­rasyon tarafında toptan bir küresel çözüm kapıda gibi. Ancak bu sefer de ihracata dayalı büyüme modeli­nin genel manada tüm dünyada iş­levsizleştiğini görmekteyiz. Bizim gibi ülkeler imalat odaklı ihracatta yaşadıkları kaybı, hizmetlerle son yıllarda telafi etseler de istihdam ve ekonomiye genel katma değer nok­tasında aynı verimi ne kadar süre daha alabilirler, tartışılır.

Küresel değer zincirlerinde yer edinmek, sanayileşmeye giden bas­kın yol gibi görünüyordu. Ülkeler bu zincirlerin bir adımında uzman­laşarak entegre oldu ve daha kat­ma değerli işler, dolayısıyla istih­dam elde etmeyi hedefledi. Dışarı­da kalanlar, "düşük ücretli, düşük teknolojili" stratejilere güvendi an­cak "düşük ücretli, yüksek teknolo­jili" ülkelerle son yirmi yılda reka­bet edemediler. “Servisifikasyon” olarak tanımlanan yani imalat sü­reçlerinin öncesi ve sonrasını kap­sayan sanayi katma değerinde hiz­metler sektörünün artan önemi, Türkiye’de imalat sanayi firmala­rının rekabetçilik performansını frenledi.

Bu tip açmazlar yazının başında belirttiğim, uzun dönemde netice alınacak inovasyon ve altyapı ya­tırımlarıyla aşılabilir. Türkiye İh­racatçılar Meclisi (TİM), 2013 yı­lında bu gidişatı fark etmiş olacak ki “İnovasyon Haftası” kapsamın­da 13 yıldır çeşitli faaliyetlerle far­kındalığı geliştirmeye gayret edi­yor. Sonuncusunu geçtiğimiz hafta gerçekleştirdikleri bu etkinliği ve temasını, işin ekonomik arka pla­nını göz önüne aldığımızda, sahip­lenen kurumun ihracatçılar olması gayet makul. Ancak bu işler, farkın­dalıktan öte şirket bazında atılacak adımlarla mesafe kat edebilir. Aksi takdirde iş dünyası kuruluşları bir taraftan farkındalığı arttırmayı he­defleyen faaliyetleri gerçekleştirir­ken, günün sonunda kamu tarafın­da karar alıcılara kurun yukarı yön­lü serbest bırakılması veya eskimiş sübvansiyonların kısa bir süre da­ha rekabetçi kalabilmek adına de­vam ettirilmesi için lobi yapmaya devam edecektir.

Küresel rekabetçilik ve Türkiye’nin inovasyon altyapısı - Resim : 1

Küresel inovasyon endeksi ve Türkiye

Konuyu biraz da karşılaştırma­lı değerlendirmekte de fayda var. Geçtiğimiz günlerde Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (WIPO) tarafın­dan yayımlanan “Küresel İnovas­yon Endeksi 2025” sonuçlarına göre Türkiye önceki döneme göre gerileyerek, 43’üncü sırayı almış. Türkiye, geçtiğimiz yıl iki basamak atlamıştı. Üst-orta gelirli ülkeler sı­ralamasındaysa Türkiye ikinci sı­rada yer almakta.

Endeks, ülkelerin yenilikçilik ka­pasitesi ve performansını ölçmek amacıyla 78 farklı gösterge üzerin­den derlenmiş. Bu göstergeler, iki ana kategori altında toplanmakta. İlki girdiler; Ar-Ge harcamaları, in­san sermayesi, altyapı, kurumların etkinliği ve piyasa dinamikleri gibi inovasyona zemin hazırlayan un­surları kapsıyor. İkincisi ise patent ve faydalı model sayıları, yüksek teknolojili ürün ve hizmet ihracatı, yaratıcı endüstri çıktıları gibi ino­vasyonun ekonomik neticelerini içermekte. Kısaca çalışma yalnızca buluşları değil, aynı zamanda ülke­lerin bu teknolojileri uygulama ve ticarileştirme yetilerini de değer­lendirmekte. Türkiye, 2025 yılında endekste girdi kategorisinden zi­yade, çıktılarında daha iyi perfor­mans göstermiş.

Türkiye, gayri safi yurt içi hası­lasına oranla değerlendirildiğin­de endekste kalkınma düzeyine paralel bir inovasyon performan­sı sergilemiş. Endeksin alt başlık­ları incelendiğinde, Türkiye sıra­lamarda en güçlü performansını yaratıcı çıktılar alanında (30.), in­san sermayesi ve araştırma alanın­da (38.), pazar ve iş dünyası olgun­luğu kategorilerinde (41.) göster­miş. Buna karşın, kurumlar (100.), bilgi ve teknoloji çıktıları (48.) ve altyapı (44.) kategorilerinde göre­ce zayıf bir görünüm sergilemek­te. Genel olarak değerlendirildiğin­de Türkiye, yaratıcılık ve araştırma kapasitesi açısından küresel orta­lamanın üzerinde bir potansiyele sahipken, kurumsal yapı ve altyapı kalitesi bakımından iyileştirmeye açık alanlar barındırmakta.

Arçelik, Sanovel İlaç ve Aselsan şirket kategorisinde yaptıkları pa­tent başvurularıyla Türkiye’nin pu­anına en çok katkıyı veren şirketler oldu. Sektör olarak da medikal tek­nolojiler, ilaç, tüketim ürünleri sek­törlerinden gelen başvurular Tür­kiye’nin performansının ana taşı­yıcıları.

Endekste 2013 yılından bu ya­na en hızlı tırmanan ülkeler; bu yıl itibariyle Almanya’yı geçerek ilk ona giren Çin, Hindistan, Vietnam, Filipinler, Endonezya, Fas, Arna­vutluk ve İran oldu. Bu ülkeler, son on yılda inovasyon kapasitesi, Ar- Ge yatırımları ve dijital dönüşüm alanlarında kaydettikleri ilerleme­lerle, gelir düzeylerine kıyasla dik­kate değer bir performans göster­miş. Öte yandan, 2019 yılından bu yana en hızlı yükselen ülkeler Suu­di Arabistan, Katar, Brezilya, Mori­tus, Bahreyn ve Ürdün oldu.

Bu yılki endeks sonuçlarına gö­re dünya genelinde yapılan patent başvuruları ve bilimsel yayın sayısı yeniden artış eğiliminde. 2024 yılı itibarıyla risk sermayesi yatırım­ları da bir önceki yıla göre yüzde 7,7 oranında yükselmiş. Ancak bu ya­tırımların büyük bölümü ABD’de yoğunlaşmakta ve ağırlıklı olarak yapay zekâ teknolojilerine yönlen­dirilmiş durumda.

Her ne kadar risk sermayesi kap­samında yatırım hacmi büyüme­ye devam etse de işlem sayısında üst üste üçüncü yıl yaşanan düşüş farklı ülke ve sektörleri gölgede bı­rakmakta. Bu durum, inovasyonun küresel çeşitliliği ve rekabetçili­ğin gelişimi açısından olumsuz bir gelişme olarak değerlendirilmeli. Türkiye’nin küresel ölçekte iyi bir hikâye yazarak, sektör dönüştürü­cü risk sermayelerinden daha çok pay alması gerekiyor. Yapay zekâ ve dijitalleşme ile gelen tarihin bu kı­rılma döneminde, değişmekte olan küresel ticari rotalar da göz önü­ne alındığında rekabetçiliğimizi geliştirmeye yönelik fırsatları de­ğerlendirmemiz hayati derecede önemli.

Küresel rekabetçilik ve Türkiye’nin inovasyon altyapısı - Resim : 2