Unlearning: Öğrendiğini unutmak
Geçmiş deneyimler silinmez; onların anlamı ve kullanım biçimi değişir. ‘Unlearning’, zihinsel dosyaları temizlemek değil, onları güncellemekle ilgilidir. “Yeni bir şey öğrenmek için önce eskiyi yerinden oynatmak gerekir” ifadesi bu durumu güzel özetler. Tupper ve Ellis'in ifadesiyle “Artık işe bir şeyler öğrenmeye gitmiyoruz; öğrenmenin kendisi iş haline geldi.”
ERGİ ŞENER /Teknoloji Girişimcisi
“21. yüzyılın cahilleri, okuma yazma bilmeyenler değil; öğrenemeyen, öğrendiğini unutamayan ve yeniden öğrenemeyenler olacak.” Alvin Toffler
Fütürist yazar Alvin Toffler’ın onlarca yıl önce dile getirdiği bu söz, dijital çağda derin bir anlam kazanıyor. Teknolojik dönüşüm, değişen iş modelleri ve tüketici alışkanlıkları, bireylerden ve kurumlardan yalnızca öğrenmelerini değil; aynı zamanda öğrendiklerini unutmalarını ve yeniden öğrenmelerini de zorunlu kılıyor. Bu süreçte, yeni çağın en kritik becerilerinden biri haline gelen ‘unlearning’ (öğrendiğini unutmak) başarıyı sürdürülebilir kılmanın temel bileşeni olarak öne çıkıyor.
Dijital çağda ‘öğrenmek’ artık yetmiyor
Pandemi ile birlikte iş dünyası büyük bir kırılma yaşadı. Uzaktan çalışmadan otomasyona; iklim kriziyle şekillenen sürdürülebilirlik gündeminden yapay zekâya kadar pek çok dinamik, sadece iş yapış biçimlerini değil, düşünme kalıplarını da dönüştürmeye başladı.
Dünya Ekonomik Forumu’nun 2025 tarihli ‘Future of Jobs Raporu’na göre, dünya genelinde çalışanların yaklaşık yüzde 59’u 2030 yılına kadar yeniden eğitilmeye (reskilling veya upskilling) ihtiyaç duyacak. Bu sadece yeni becerilerin edinilmesini değil; aynı zamanda eski yaklaşımlardan vazgeçilmesi gerekliliğini de işaret ediyor.
Harvard Business Review yazarları Helen Tupper ve Sarah Ellis'in ifadesiyle “Artık işe bir şeyler öğrenmeye gitmiyoruz; öğrenmenin kendisi iş haline geldi.”
Geçmiş başarılar geleceğin engeliyse…
Öğrenmek kadar ‘unlearn etmek’ de artık hayatta kalma becerisi. Çünkü geçmişte işe yarayan bilgi ve yöntemler, bugünün sorunlarını çözmekte yetersiz kalabiliyor. Dünya Ekonomik Forum’un farklı bir raporu bunu net biçimde özetliyor: “Dünkü başarı formülleri, yarının çözümüne engel olabilir.”
Bu durum, bireyler ve kurumlar için zihinsel esnekliği zorunlu kılıyor. Değişime direnç, çoğu zaman konfor alanını koruma içgüdüsünden kaynaklanıyor. Başarıyla gelen özgüven, statükoyu koruma dürtüsünü artırabiliyor.
Unlearnıng nedir ne değildir?
‘Unlearning’, bilgileri tamamen unutmak değildir. Daha çok, eski bilgileri yeniden yapılandırmak, sorgulamak ve gerektiğinde onları yeni bağlamlara göre yeniden şekillendirmek anlamına gelir. Psikologlar bu süreci şöyle açıklar: “Her yeni öğrenme, bir miktar ‘unlearning’ içerir. Eski bilgilerin anlamını yeniden yorumlamayı gerektirir.”
Yani, geçmiş deneyimler silinmez; onların anlamı ve kullanım biçimi değişir. ‘Unlearning’, zihinsel dosyaları temizlemek değil, onları güncellemekle ilgilidir. “Yeni bir şey öğrenmek için önce eskiyi yerinden oynatmak gerekir” ifadesi bu durumu güzel özetler.
Zihniyet değişimi: Gelişim odaklılık
Bu döngüyü sürdürülebilir kılmak için gereken en önemli unsur: Zihniyet değişimi. Stanford Üniversitesi’nden Psikolog Carol Dweck’in ‘growth mindset’ (gelişim odaklı zihniyet) yaklaşımı, burada kilit rol oynar. Yeteneklerin geliştirilebileceğine inanan ve hataları öğrenme fırsatı olarak gören bireyler, değişime daha kolay uyum sağlarlar.
Thomas Edison’un şu sözleri, bu yaklaşımı en güzel şekilde özetliyor: “Başarısız olmadım. Sadece işe yaramayan 10 bin yol keşfettim.”
Gerçek gelişim, başarıların yanı sıra başarısızlıklardan da ders alabilmekten geçiyor. Değişime açık bir zihniyet, hatalardan öğrenmeyi ve gerekirse rotayı değiştirmeyi mümkün kılıyor.
Pandemi sonrası iş dünyasında birçok temel varsayım sarsıldı. Özellikle fiziksel ofis zorunluluğu, kurumsal reflekslerin yeniden değerlendirilmesini gerektirdi. Yüksek maliyetli ofis yatırımları yapan ancak bu lokasyonlardan verim alamayan şirketler, boş duran alanlar yerine yeni iş modellerine yöneldi (bulut mutfak, vb). Uzaktan ve esnek çalışmayı benimseyemeyen kurumlar yetenek kaybı yaşarken, bu dönüşümü kucaklayanlar daha verimli ve mutlu ekipler kurmayı başardı. Benzer şekilde, yazılım dünyasında da başarılı yazılımcılar ya da uygulama geliştiriciler, sürekli ‘unlearn & relearn’ döngüsü içinde kalarak güncel kalabiliyor. Sadece teknik bilgi değil, problem çözme yaklaşımları, takım içi iş birliği yöntemleri ve ürün geliştirme metodolojileri de sürekli dönüşüm halinde. Bu gerçeklik yalnızca teknolojiyle sınırlı değil. Eğitimciler, sektör liderleri, sanatçılar, içerik üreticileri hatta sağlık ve hukuk gibi geleneksel alanlardaki profesyoneller de benzer bir zihinsel esneklikle hareket etmek durumunda. Unlearning, artık bireysel bir beceriden çok, kurumsal bir kas haline geldi. Başarılı organizasyonlar, bu beceriyi sistematik olarak geliştirmek adına çevik organizasyon yapıları kuruyor, sürekli geri bildirim kültürünü teşvik ediyor ve deneme-yanılma süreçlerini cezalandırmak yerine ödüllendiriyor. Öğrenmeyi kurumsal kültürün kalbine yerleştiren şirketler, yalnızca bugüne değil, belirsizliğin hâkim olduğu yarına da daha hazır hale geliyor.
Geleceği inşa etmenin anahtarı
‘Unlearning’, öğrenmenin zıttı değil; tamamlayıcısıdır. Bu çağda “bugünün sorunlarının çoğu, dünün çözümlerinden kaynaklanır” sözü tesadüf değil. Kurumsal hafıza ile inovasyon arasındaki gerilim, organizasyonların yeniden yapılanmasında merkezi bir rol oynamaktadır. Başarıyı geçmişte aramak yerine, geleceğe yönelik zihinsel bir esneklik geliştirmek gerekiyor.
‘Unlearning’ çağında bireylere ve kurumlara düşen görev net: Başarıyı unutmadan, geleceği yeniden inşa etmek. Sürekli öğrenen, eleştirel düşünen ve yeniden öğrenmeye açık olanlar, sadece bugünü değil, geleceği de şekillendirecek.