Bir uç beyinin sıradışı hikâyesi

Osman S. Arolat'ın hazırladığı, Efil Yayınevi'nin bastığı "Sivil Toplum Uç Beyi İdris Küçükömer" kitabından yola çıkarak Asaf Savaş Akat ve Arolat ile İdris Hoca'nın bilinen, bilinmeyen yönlerini, 60'lardan bugüne yarım asrı konuştuk…

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

FARUK ŞÜYÜN

Aramızdan ayrılalı neredeyse 30 yıl oluyor. Osman S. Arolat, onun sadece yaşamını, düşüncelerini değil, değişen Türkiye'yi de anlatan bir kitap hazırladı: "Sivil Toplum Uç Beyi İdris Küçükömer." Asaf Savaş Akat, Osman S. Arolat, Ömer Faruk Çolak, Ahmed Güner Sayar, Sedat Murat, Vahap Adıyaman, Ertuğrul Günay, Gökhan Atılgan, Kurtuluş Kayalı, Masis Kürkçügil, Murat Özyüksel, Kenan Çamurcu, Dinç Alada, Yücel Yaman ve Selahattin Yıldırım'ın Hoca'yı bütün yönleriyle tanıttığı yazıların yer aldığı çalışma, Efil Yayınevi'nden çıktı.

İdris Köçükömer, iyi şair kendisi de bir uç beyi olan Ece Ayhan'ı da derinden etkilemiş bir isim. Özellikle "Düzenin Yabancılaşması" adlı yapıtındaki görüşleriyle dikkat çekiyor. Osmanlıya, Cumhuriyete, aydınlara, toplumsal ve siyasal yapımıza ilişkin verili olanın ve alışılmışın dışında savlar ve yorumlar getiriyor. Ece Ayhan'a göre uçta, iktidarın dışında kalmayı başarabilmiş birkaç gerçek "sivil" aydından biri: 

"Orhan Veli nasıl Cumhuriyet'te şiirin yatağını değiştirmişse, İdris Küçükömer de 1960'tan (daha doğrusu 'Düzenin Yabancılaşması' 1969'da dolaşıma girdikten) sonra Cumhuriyet'te tarihin ve düşüncenin temelini altüst etmiştir. Yani allak bullak! Yine benim zihinlerimde İdris Küçükömer, alışılmışlığın ötesini kurcalarken kendi grubunun içinden konuşmamaya çalışan bir düşünürdür de. Kendi ucunda, çok şey pahasına 'zenci kalma' konumunu seçmiştir." diyor Ece Ayhan… 

Onu, öğrencisi Asaf Savaş Akat ve kitabı hazırlayan Osman S. Arolat ile konuştum. Bakın neler anlattılar: 

Asaf Bey, sizin tanışıklığınız İktisat Fakültesi'nde öğrencisi olarak başlıyor, Hoca emekli olana kadar, 20 yıl boyunca öğrencisi kalıyorsunuz. Çok etkileyici bir hikâyesi var, lütfen anlatır mısınız? 

Asaf Savaş Akat: İktisat Fakültesi'ne isteyerek girmiştim, Mülkiye'yi de kazanmıştım, ama Ankara'ya gitmek istememiştim. 1962 Kasım'ının ilk haftası dersler başladığında henüz Hoca'nın varlığından haberdar değildim. Galiba dersi Salı'ydı, daha başlamadan meşhur 300-400 kişilik 2 numaralı amfinin oturacak yerleri de merdivenleri de dolmuştu. Müthiş bir kalabalık vardı… Derken böyle hafif İngiliz asilzadesivari bir adam geldi. Lacivert bir tüvit ceket giymişti; gür, dik saçları vardı. Alışmadığımız bir coşkuyla konuşmaya başladı. Dimdik duruyor, konuşurken elini filan da kaldırıyordu. Afalladık, büyülendik. Öğrenciler salkım salkım her tarafta bu uç beyi'ni dinliyorlardı. O yıllarda daha sivil toplum filan bilmiyoruz, Hoca da sivil toplumun uç beyi filan değil, ama ruhen bir şeylerin uç beyi. O zamanın uç beyi Hoca'ya da herkeste bir hayranlık var… 

Ben, hemen bir hafta sonra herhalde odasına gittim, kapıyı vurdum "Galatasaray mezunuyum, İngilizce biliyorum, Amerika'ya gittim, sizin kürsüde asistan olmak istiyorum" dedim. Hayretle baktıydı bana. "Sencer Hoca gelecek, o şimdi İngiltere'de. Önümüzdeki sömestr onla temas et" dedi. Böylece tanışıklığımız başladı, okul bitince de hemen kürsüye asistanı oldum. 

Ya sizin hikâyeniz Osman Bey? 

Osman S. Arolat: Herhalde benim de buna uygun bir başlangıç yapmam gerekir. Ben, İdris Hoca'nın odasına sürekli giden, onunla sohbet eden bir tilmizi durumundaydım. Kocaman bir masası vardı üstü her zaman birçok şeyle dolu, karman çorman bir masa. Yıl 1966, asistan olmuş Asaf, orada Sencer Hoca, İdris Hoca, ben oturuyoruz. Sohbet ediyoruz, ben onlara bir sendika olayı filan anlatıyorum, o sırada kapı açıldı Asaf girdi içeri "Hoca Hoca! dedi sen bu Kapital'i okumamışsın?!". Elinde bir Kapital var, cilt 3… Sencer Hoca "Ne diyorsun sen?" dedi. "Hocam" dedi Asaf "eğer okusaydın açık olurdu, kitabı açmamışsın!". 

O zaman kitaplar üstleri kesilmemiş olarak satılırdı, açmadan okumak mümkün değildi. Ben hayret içerisinde baktım bu adam kim diye. Çıktı, sonra İdris Hoca'ya sordum "Kim bu?" dedim, "Asistanımız" dedi. "Bu kadar ukalâ mı sizin asistanınız?" dedim ve gülüştük. 

İdris Hoca'yla ilişkimin esas nedeni benim Ant Dergisi'nin yazıişleri müdürü, İdris Hoca'nın da bizim yazarımız olmasıydı. O yüzden yazılarını almak için sürekli olarak fakülteye giderdim. İdris Hoca yazıyı bir türlü bitiremez, bir çıkma yapar, bir daha çıkma çıkmaya yapar, sonra ona da çıkma yapar, çıkmaya yine çıkma yapardı... 

A. S. A: Ant'ı da söylemek lâzım, Ant Dergisi biraz da Yön Dergisi'ne karşı kurulmuş bir dergi. Doğan Özgüden var... Daha İşçi Partisi'ne yandaş bir dergi. 

O. S. A.: İdris Hoca, kocaman eser-i cedit kâğıtlarına makalesini yazıyordur. Bunlar, aşağı yukarı 4 A4 büyüklüğünde kâğıtlar. Sürekli çıkmalar… "Gel otur" der, oturtur. Biraz arada okur, bir şeyi nasıl buldun der? Sonra oradan bir çıkma yapar, onu devam ettirir filan… Sonra da "Hadi bitti oğlum işimiz, beraber gidelim" der. Birlikte yollara çıkarız, Sahafl ar'ı geçeriz, Kapalıçarşı'dan yürüyüp Nuruosmaniye'den uca kadar geliriz. O, Sirkeci'ye doğru vapura gider, ben Ant Dergisi'ne. Bu böylece ayda bir-iki kere yaptığımız bir yolculuk haline gelmişti, çok hoş yolculuklardı. Sohbet ederdik. 

İdris Hoca'nın özelliği şuydu: Öğrettiği kadar öğrenmeye çalışan biriydi. Özellikle bizimle konuşmalarında. Hem belli sendika çalışmalarını, işçilerle grevlerde gördüklerimizi anlatmamızı isterdi, hem de bizim anlattıklarımıza değerlendirmeler yapardı. Böylece karşılıklı bir alışveriş söz konusuydu. 

Hoca, 1968 yılında Akşam gazetesinde dört makale yayınlıyor ve siz, onları broşür haline getirmek istiyorsunuz. Yine hocayı bize anlatacak bir anekdot yaşanıyor: 

O. S. A.: Hocanın ünlü kitabı "Düzenin Yabancılaşması: Batılılaşma"dan söz ediyorsunuz. Hoca, onu Akşam Gazetesi'nde 4 makaleyle yayınlamıştı. Ben onları görünce Hoca'ya gittim dedim ki "Hocam bu gazetede kalırsa yok olur, kitap haline getirelim.". "Tamam nerede yapacağız?" dedi. Ben, "Fikir Kulüpleri Federasyonları adına bunu kitap haline getireyim." deyince "Tamam, yap oğlum" diye yanıtladı. Ben izni aldıktan sonra makaleleri aldım, onları hazırladım. Fikir Kulüpleri Federasyonu'na da "Sizin adınıza böyle bir broşür basacağım" dedim. Onlar da "Tamam" dediler. 

A. S. A: Tam adı risale. 

O. S. A.: Bu risaleyi hazırladım. Bizim o zamanlar çalıştığımız matbaalar vardı. Onlardan birinde bastırdım. Bir ciltçi vardı, Müslüman bir çocuktu, hemen okumuş çok ilgisini çektiğini filan söyledi... Cildi bitince büyük bir sevinçle koşa koşa Beyazıt'a gittim "Hocam buyurun" dedim. Risale aslında kötü kapağı olan, hiç de hoş olamayan bir şeydi, ama benim için o harikaydı. Hoca aldı "Otur" dedi, oturdum. Hoca okumaya başladı, notlar çıkardı çıkardı çıkardı. Sonunda "Bunu böyle dağıtamazsın" dedi. Ben de "ama hocam" filan dedim. "Yok. Şimdi bir yanlış- doğru cetveli yapacağız, bunun içerisindeki hataları bastıracaksın, onu da onun içine koyacaksın ancak öyle dağıtabilirsin" dedi. Ve biz gerçekten yanlışdoğru cetvelini de bastık, 2 bin risalenin içerisine tek tek attım. 

Aradan bir süre geçti... Ant'ın patronu "Niye İdris Hoca'nın bu risalesini kitap haline getirmiyoruz, git konuş" dedi. Ben hocaya gittim, konuştum. Hoca "Peki" dedi. Genişletip kitap büyüklüğüne getirdi, "Düzenin Yabancılaşması: Batılılaşma" yayınlandı. 

A. S. A: İlk çıkışı o oldu Ant Yayınları'ndan. 

İlk baskısının üzerinden 47 yıl geçti ve halen de yayınlanıyor… 

O. S. A.: Evet. Büyük bir gürültü koptu. Çünkü orada alışılagelmiş sol-sağ düşüncesini biraz terse çeviren bir yapı vardı. Hem tarihsel olarak hem de güncel olarak İttihat Terakki'yi sağda, Cumhuriyet Halk Partisi'ni sağda, Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nı solda ve Demokrat Parti'yi solda, daha halkçı gösteren bir tablo koymuştu. Bu tablo müthiş bir gürültü koparttı. Solculardan bir kısmı Hoca'yı reddederken bu sefer sağdan onu çok beğenen, görüşlerine büyük saygı duyan bir ekip çıkmaya başladı. O durum, bugüne kadar da öyle devam ediyor. 

Asaf Bey, siz hocanın yaklaşımını o yıllarda nasıl değerlendirdiniz.? 

A. S. A: Kitabın çıkış döneminin genel havasına iyi bakmak lazım. 27 Mayıs sonrasında yeni anayasa gelmiş, Türkiye İşçi Partisi kurulmuş. 27 Mayıs'ın etkisiyle bir taraftan İşçi Partisi şeklinde sol var, öbür taraftan da darbecilik şeklinde kendilerine sol diyen başka bir akım da var. 

Hoca önceleri bu ikincisine biraz daha yakındı değil mi? 

A. S. A: İlk başta Hoca'nın çıkışında Aydemir'ler filan, öyle bir şey var, fakat sonra Hoca oradan kopup İşçi Partisi'ne, daha geleneksel sola dönüyor. Biri zaten o zaman için de Baathist diyeceğimiz, Baasçı diyeceğimiz o milliyetçi, devletçi, diktatörlük anlayışını temsil ediyor. İşçi Partisi ise daha Marksist, sosyal demokrasi diye yola çıkıyor; sol geleneği, Marksist geleneği temsil ediyor. 

Hoca'nın tavrı aynı zamanda Türkiye'de sol ne yapmalı? sorusuna bir cevap teşkil ediyor. Çünkü, kendine sol diyenlerin bir kesimi "bu iş böyle demokrasiyle seçim kazanarak olmaz, asker ilericidir, darbeyle iktidara gelelim," diyor. Öbür kesimi İşçi Partisi ise "demokrasi içinde işçi hareketi güçlenecek, sendikalarla" filan diyor. 

Hoca'nın söylediği Yön'ün temsil ettiği, daha sonra Milli Demokratik Devrim'in temsil ettiği harekete karşı sert bir eleştiri olduğu için çok gürültü kopardı, çok tepki aldı. Fakat öbür taraftan da Osman'ın söylediği gibi o tarihten belki bugüne kadar sağda da İdris Hoca'ya önemli bir saygı kazandırdı klasik sağ aydınlarda diyelim." 

Kitaptaki yazılardan da belli oluyor. 

O. S. A.: Bu kitapta çok ufuk açan iyi bir yelpaze var. İslamcı görüşten olanlar var, bizim gibi tilmizleri var, kendinin Marksist olduğunu kesinlikle bugün de iddia eden arkadaşlarımız var, felsefeci dostlarımız var, İdris Hoca'yla belli dönemlerde işbirliği yapmış olan kişiler var, Asaf gibi asistanları var." 

Hoca, Türkiye'yi o hale bürokrasinin getirdiğini söylüyor. Yani sisteme tamamen karşı neredeyse… 

A. S. A: Tabii tabii. Benim tefsirim şöyle oldu; Hoca'nın söylediği şuydu: "Eğer sol güçler toplumla güçlü bir bağ kurarak, çoğunluğu temsil ederek, toplumsal çoğunluğun desteğini alarak iktidara geleceklerse bunu yanlarında bürokrasi olduğu sürece yapamazlar. Toplumla bürokrasi arasında tarihi bir gerginlik var. Tarihi birbirini sevmeme var. Dolayısıyla bürokrasiyle ittifak yaparak bu çoğunluğa ulaşamayız, mutlaka ve mutlaka tersine, bürokrasiden uzak duran, bürokrasiye karşı çıkacak bir tavır içerisinde ancak toplumun çoğunluğuna ulaşabiliriz." Bu, tabii sol arasında hiçbir zaman çok yaygın olmadı. 

O. S. A.: Mao'nun söylediği gibi aslında denizde balık olmak kolaylığını sağlamasını tavsiye ediyordu İdris Hoca solcu olmamasına rağmen. "Kesinlikle en rahat şekilde hareket ediyor olması gerekir toplum içinde solcuların" derdi. Ve bize önerirdi, gittiğimiz grevlerde filan öyle yapardık. Ayrıca hocayla ilgili çok ilginç bir anekdotu aktarayım size. 1971'de gözaltına alındık, hücrelerde kalıyoruz. Bir polis geldi, dedi ki "Sizin bir hocanızı göz altına aldılar, Ilgız'ın odasında oturuyor. Ilgız, o sıralardaki 1. Şube müdürü. Dedik ki "Kimmiş?". "Adını bilmiyorum, çok hoş bir adam filan" dedi.. Aradan bir süre geçti aynı polis yine geldi hücreye "İdris Hoca yarın saat 9'da sizi tuvalette bekliyor" dedi. "Harun (Karadeniz) ve sen tuvalete gidin." Biz o tuvalete gittik. İdris Hoca orada muslukları açmış ,bize de "muslukları açın" dedi biz de açtık. Dedi ki "ben şöyle şöyle ifade verdim. Bundan başka hiçbir şey demedim, siz bilin." Böylece Hoca orada bizi yönlendirdi. Disiplinel bir insandı, bizi de aynı şekilde disipline eden bir insandı. 

A. S. A: Ben Hoca'ya Sansaryan Han'a çamaşır filan götürürdüm, Hoca'nın ihtiyaçlarını karşılama işlerinde asistan olarak ayak işlerini yapardım. 

Benim de hocam olmuştu, ama yakından tanımadım. Fakat, çok duygusal bir insan olduğunu duymuştum. 

O. S. A.: İki tane olayı var: Birisi, hastalığı sırasında terk edemediği doktoru, ikincisi adadaki evini kötü yapan mimarı. İkisinde de olması gereken şekilde olmadığını görerek, görmesine rağmen Hoca bir türlü itiraz edemedi. Çünkü, dostluk kurduğu bu iki insanla başlamıştı. O yüzden evde de problem vardı, kendi sağlığında da çok ciddi problem yaşadı. 

A. S. A: Şimdi benim de bununla ilgili olağanüstü güzel bir anekdot geldi aklıma. İsimler önemli değil, Hoca'nın da bizim de çok sevdiğimiz bir doçent, profesör olacakken aynı nesil arkadaşları da ona karşı oy kullandılar ve olamadı. Hoca çok bozuldu, onlarla darıldı. Bir süre sonra onlar kendi aralarında barıştılar, ama hoca hâlâ dargın. Bir gün dedi ki: "Bu Lazlık da böyle bir şey herhâlde. Bunlar barıştılar, ben halen dargınım, anlamadım bunu?!" tam İdris Hoca, duygusallık dediğin bu düzeyde. 

Hoca'nın bir de bitmemiş bir kitabı var değil mi? 

A. S. A: Tabii bir "opus magnum" her şeyi açıklayacak bir kitap. 

O. S. A: Ama o kadar kolay değildi Hoca'nın öyle bir kitabı yazabilmesi. Sürekli yeni bir şey bulurdu... 

A. S. A: Mevcut toplumla ilgili teorilerin şematikliğini görüp onları biraz daha böyle… O arada biyolojide gelişmeler olmuş, fizikte gelişmeler olmuş, mevcut teorileri biraz daha Darwin, Bacon, Newton fiziği ile... 

O. S. A: İşçi Partisi'nin 69 Kurultayı'nda Aybarcılar var, Borancılar var biz de Ant'ta "Üçüncü Yolcular" diye bir grup çıktık ve sözcümüz İdris Hoca. Kongrede o konuşacak. Bana "Evladım şu Heisenberg üzerine yazdığın makalenin fotokopisini bütün üyelere dağıt" dedi. Ben onu salonda herkese dağıttım teksir edilmiş vaziyette. Hoca çıktı orada Heisenberg fiziği anlattı yine elini kaldırarak. Geçenlerde Ahmed Güner Sayar söyledi Heisenberg fiziği üzerine yazdığı, dağıttığım yazının bir kopyası yok.. 

A. S. A: Yazık. Bende senin risale halen duruyor. Düzeltmesi ile beraber. Güzel anmış olduk Hoca'yı böylece. 

Tabii aslında çok konuşulacak şey var onunla ilgili, sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı? 

O. S. A: Yok. Aslında biz hâlâ Asaf'la Hoca'nın olayının biraz daha güncel tutulması için çalışmalar yapıyoruz. Bu kitap da onun örneği aslında.