“Kötülük her zaman en yakından gelir”

Gazeteci-Yazar Yasemin Candemir'in Kaderin Kırmızı İpi romanının kahramanı bir kadın. Büyücü, kaderin kırmızı ipinin görünmez varlığına kadere inandığı kadar inanıyor. “Kim bilir belki biz de erteliyoruzdur kendimizi. Sonunda erteleyecek gün kalmayana kadar…”diyor ve polisiye okurunun durgunluğu sevmediğini belirtiyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Günay DEMİRBAĞ

Gazeteci-Yazar Yasemin Candemir’in kaleme aldığı, Müptela Yayınları’ndan çıkan Kaderin Kırmızı İpi, gömü maskeleri ile şamanizme, kırmızı ipin görünmez varlığı ile Kabala ve Çin Mitolojisi’ne, gerilimli olduğu kadar, dünyanın büyücüler ve şeytanlara emanet olduğunu hissettiren tılsımlı bir yolculuk yaptırıyor okuyucuya. Romanın ana karakteri Büyücü’ye dair söyledikleri sadece polisiye okurlarını değil, hepimizi içine çekecek gibi. Candemir ile yeni kitabını merkeze koyarak bir sohbet gerçekleştirdik.

“Kaderin Kırmızı İpi” adlı romanınız, uluslararası kimlik kazanan bir polisiye-gerilim romanı olarak değerlendiriliyor. Kitabın oluşum süreci ve ilham aldığınız noktalar hakkında bize biraz bilgi verebilir misiniz?

15 yaşından beri polisiye okuyorum. Lisedeyken dönemin tüm edebiyat dergilerine aboneydim. Hafta sonları Kadıköy’de Akmar Pasajı’ndan Laneth fanzinlerini alırdım harçlıklarımla. 90’lı yılların başı İstanbul bir edebiyat cennetiydi. Hayat haftanın kitaplarını okumak ve tartışmakla geçerdi, eğlenceli, özgür, fikirlere saygılıydık.

Şimdi anlatınca yarı cennet sayılabilecek bir ortamda geçmiş ilk gençliğimiz. Edebiyat dergilerinde hata bulunca mektup gönderirdim. Sonra merakla yazımın okur köşesinde çıkmasını beklerdim. Onlarca deneme yazdım şimdiye kadar. Hiçbiri içime sinmedi, not kağıtlarında ya da bilgisayarımda silinip gittiler. Kaderin Kırmızı İpi ilk romanım ama ustalık eserim. Nedeni içinde yılların deneyimini, polisiye tutkusunu, Diophantine denklemi gibi kurduğum kurgusunu barındırması.

Romanınızda karakterler ve olayların geçtiği yerler uluslararası bir kimlik kazanmış. Bu mekân ve karakter seçimlerinizin arkasındaki düşünceler nelerdi?

Bir arkadaşım okuyor şu anda romanı. Yorumu “Sürekli ABD’nin best seller listelerine bakar ve öyle kitap alırım. Senin kitabını onlardan biriymiş gibi okuyorum.” Bunun ne kadar iyi hissettirdiğini tahmin bile edemezsin. Aslında tüm hayatım beni polisiye yazmaya hazırlamış. Şimdi bilinen bir yazar olmadığım için kendimi anlatmaya çalışmam, okunmasını dilemem gerekiyor. Ama ikinci romanımda her şey farklı olacak hissediyorum. İşte o zaman okurlarla birbirimize baktığımız anda birbirimizi anladığımız bir seviyeye geleceğiz.

Kurgusal dünyanızda, karakterlerin yaşadığı her anı nefes nefese okuyacağımız bir olay örgüsüyle harmanlamışsınız. Okuyucunun ilgisini son sayfaya kadar canlı tutma stratejiniz hakkında bize biraz daha detay verebilir misiniz?

 Polisiye gerilim okurları bu canlı olmak isteğini çok iyi anlar. Durgunluğu sevmez polisiye okuru çünkü hayatı bulmacalarla geçmiştir. Yanı sıra kafası zehir gibi çalışır. En ufak bir kurgu hatası olmamalıdır okuduğu romanda. Tempo düşmemeli, bilgilendirici, gerçeğe en yakın haliyle hissettirmelidir her kelimeyi. Ben bunu başardığımı düşünüyorum. Umarım yurtdışında da yayınlanır ve belki bir gün Netflix, Prime gibi bir platform dizisini de çeker.

Romanınızın temel teması olan kaderin kırmızı ipi ve görünmez bağlar kavramı oldukça ilginç. Bu kavramı işlerken nasıl bir araştırma sürecinden geçtiniz ve bu fikri hikayenize nasıl entegre ettiniz?

Romanın kahramanı bir kadın. Ya da gazetecilerin ona taktığı isimle Büyücü. Büyücü kadere inandığı kadar inanıyor kaderin kırmızı ipinin görünmez varlığına. Her şey daha çok onun içinde hissettiği şamanla ilgili aslında. Kitabın bir yerinde diyor ki, “Büyücü aslında sadece şamanın çağrısını dinlemişti. Her şaman gibi acısını çekmiş, dibe batmış ama çağrıya sağır kalmamıştı. Türk şamanlarında şaman, çağrısını yapmak için sadece acılara maruz bırakılan ruhları seçiyordu. Belki o da seçilmişti. Ona bu acıları yaşatan ruhlar, onun göreve hazır hale gelmesini istemişlerdi. Görevi kabul ettiği anda başlamıştı geçiş ritüeli.” Kim bilir belki biz de erteliyoruzdur kendimizi. Sonunda erteleyecek gün kalmayana kadar.

Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi ve psikolojik dinamiklerinizi hikayenize nasıl dahil ettiniz?

 Kitabınızda, zehirli kötülüğün genetik olduğunu ispatlama fikri de oldukça ilgi çekici. Bu konuda daha fazla bilgi verebilir misiniz? Kitapta karakterlerimin bir kısmı Maslow piramidinin en altında yaşıyor. Aidiyet, sevgi, kabul görme aşamasına çıkamamış karakterler. Çoğumuz çok çaba sarf etmedik mi o seviyeden çıkabilmek için. Benim için çok tanıdık o en alt dilim. Farkındalık gerekli sadece. Zehirli kötülük genetik mi, değil mi ona okuyucular karar versin. Ama emin olduğum bir gerçek varsa o da kötülük hep en yakından gelir. Kitabı okuyanları Instagram’da DM kutusuna bekliyorum. Belki vakit bulur, romanda adı geçen müziklerle bir playlist yapar, kahve içer tartışırız eski günlerdeki gibi.