Bataklıktan imparatorluğa dönüşen şehir: Venedik

Geçen hafta "Kuzeyin Venedik'i" olarak anılan Brugge'ü anlatmıştım; muhteşem kanalları, tarihi köprüleri ve ortaçağ havasıyla bizi büyüleyen bir yer. Bu hafta ise asıl ilham kaynağına, yani gerçek Venedik'e dönüyoruz. Venedik, size sunulan tüm klişelere rağmen, ilk görüşte aşık olunan bir şehir.

Bataklıktan imparatorluğa dönüşen şehir: Venedik

Venedik’in hikâyesi, sıra­dan bir şehir kuruluşundan çok daha fazlası, bir var ol­ma mücadelesinin destanıdır. MS 5. yüzyılda, kuzeyden gelen istila­cılardan (özellikle Attila komuta­sındaki Hunlardan) kaçan Veneto halkı, ana karadaki güvenli liman­larını terk etmek zorunda kaldı. Sı­ğınabilecekleri tek yer, Adriyatik Denizi’nin kuzeyindeki bataklık ve ıssız adalar topluluğuydu. İşte bu zorunlu göç, bir efsanenin doğuşu­nun ilk adımı oldu.

Bataklık arazi, istilacılar için ge­çilmesi neredeyse imkansız bir do­ğal savunma hattı oluşturuyordu. Ancak burada yaşamak da bir o ka­dar zordu. İlk sakinler, sazlıkların arasına çakılı kazıkların üzerine evlerini inşa ettiler. Yavaş yavaş, bu küçük ada toplulukları birle­şerek bir şehir devleti haline gel­di. Zamanla güçlü bir denizci top­lumu olarak yükselen Venedik, 9. yüzyılda bağımsız bir cumhuriyet ilan etti: Serenissima Repubblica di Venezia (En Şanlı Venedik Cum­huriyeti).

Altın çağın yansıması

Orta Çağ’ın sonlarına doğru, Ve­nedik, Doğu ile Batı arasındaki ti­caretin en önemli kapısı haline gel­di. Baharat, ipek, cam ve değerli metallerin aktığı bu liman, muaz­zam bir zenginliğe kavuştu. Haç­lı Seferleri’nde oynadığı kritik rol ve Osmanlı İmparatorluğu ile ya­şadığı hem rekabet hem de ticari ilişkiler, onu Akdeniz’in süper gü­cü yaptı. Bugün gördüğümüz ihti­şamlı saraylar, kiliseler ve meydan­lar, işte bu altın çağın ve ticaretten elde edilen muazzam servetin birer yansıması.

Zaman değişti. Coğrafi keşiflerle yeni ticaret yollarının bulunması ve Osmanlı’nın Akdeniz’deki gücü­nün artması, Venedik’in yıldızını yavaş yavaş söndürdü. 1797’de Na­polyon Bonapart, şehri işgal ederek bin yıllık cumhuriyeti sona erdir­di. Venedik, daha sonra Avusturya İmparatorluğu’nun bir parçası ol­du ve nihayetinde 1866’da birleşik İtalya’ya katıldı.

Bataklıktan imparatorluğa dönüşen şehir: Venedik - Resim : 1

Kanalların sırrı: Suların üstünde yüzen şehir

Venedik’i Venedik yapan, onu çevreleyen sular ve sayısız kanal­lardır. Peki bu kanallar nasıl oluş­tu? Cevap basit: doğal olarak oluş­madılar.

Şehrin kurulduğu lagün, gelgit­lerin şekillendirdiği, suyla kaplı al­çak topraklardan oluşuyordu. İlk sakinler, en derin su yollarını bir ulaşım ağı olarak kullanmakla kal­mayıp, daha sığ alanları da doldu­rarak ve kanallar kazarak adaları genişletti ve birbirine bağladı. Ana arter, şehri büyük bir "S" harfi gibi ikiye bölen Büyük Kanal'dır (Canal Grande). Yaklaşık 3.8 km uzunlu­ğundaki bu kanal, Venedik’in ana caddesidir. Etrafındaki görkemli Rönesans ve Gotik tarzdaki palaz­zolar (saraylar), bir zamanlar şeh­rin soylu ailelerinin gücünü ve zen­ginliğini sergilemek için yarıştık­ları bir podyumu andırır.

Ulaşım, bu su yolları sayesinde sağlanır. Otobüslerin, taksilerin yerini vaporettolar (su otobüsle­ri), traghettolar (kanalı karşıdan karşıya geçiren küçük feribotlar) ve elbette ikonik gondollar almış­tır. Gondollar, bir ulaşım aracından çok daha fazlası, Venedik’in ruhu­nun ve romantizminin bir simge­sidir. Her detayı sembollerle dolu­dur; ön tarafındaki metal çıkıntı şehrin altı bölgesini, arkasındaki tarak Giudecca Adası’nı, gondolcü­nün üzerinde durduğu platform ise Rialto Köprüsü’nü temsil eder.

Acqua Alta: Venedik'in nefes kesici ama tehlikeli dansı

Venedik, sularla iç içe bir şe­hir olmanın en büyük tehdidiyle, yükselen deniz seviyeleri ve şeh­rin çökmesi (batağa saplanması) sorunuyla yüz yüzedir. Acqua Al­ta (yüksek su) olarak adlandırı­lan bu fenomen, özellikle sonba­har ve ilkbaharda yüksek gelgitler, güneyli rüzgarlar ve alçak basınç sistemlerinin birleşmesi sonucu meydana gelir.

Şehir sular altında kaldığında, ana meydanlar ve sokaklar geçici olarak sularla dolar. Ancak Vene­dikliler buna hazırlıklıdır! Beledi­ye, ana yürüyüş yollarına taşına­bilir iskeleler (passeggiate) kurar. Turistler ve yerel halk, şehrin için­den bu iskeleler üzerinde yürüye­rek yoluna devam eder. Halk ara­sında "su basacak mı?" sorusunun cevabı, şehrin çeşitli noktalarına yerleştirilen sirenlerle verilir.

Bu soruna kalıcı bir çözüm bul­mak amacıyla devasa bir mühen­dislik projesi olan MOSE Projesi hayata geçirilmiştir. Lagünün gi­rişine yerleştirilen hareketli savak kapakları, tehlikeli yükselmeler­de kaldırılarak şehrin sular altın­da kalması engellenmektedir. Pro­je, tartışmalara rağmen, Venedik’i gelecek nesiller için koruma umu­dunu temsil ediyor; 2025 itibarıyla 100'den fazla kez başarıyla kulla­nılmış durumda.

Bir Venedik kültür ve lezzet şöleni

Venedik, yıl boyunca renkli fes­tivallere ev sahipliği yapar. Bun­ların en ünlüsü, şüphesiz Venedik Karnavalı. Maskeler ve dönem kos­tümleriyle sokakların bir açık hava balosuna dönüştüğü bu festival, 18. yüzyılın şaşaasını yeniden canlan­dırır. Maskeler, bir zamanlar sosyal sınıf farklarını gizlemek için kulla­nılırdı, bugün ise gizem ve eğlence­nin simgesi.

Diğer önemli etkinlikler arasın­da, tarihi gondol yarışlarının yapıl­dığı Vogalonga, Grand Kanal üze­rinde düzenlenen muhteşem bir geçit töreni olan Festa del Reden­tore ve dünyanın en eski film festi­vallerinden biri olan Venedik Film Festivali (Mostra del Cinema di Venezia) sayılabilir.

Venedik mutfağı, deniz ve lagün­le iç içe olmanın getirdiği zengin­liklerle doludur. Deniz ürünleri ta­bağın başrolündedir.

● Cicchetti: Venedik usulü me­ze ya da atıştırmalıklar. Küçük bir dilim ekmek veya kızarmış polen­ta üzerine deniz mahsulleri, sa­lam, peynir veya sebzelerle hazır­lanan bu lezzetler, bir bardak şa­rabın (ombra) yanında mükemmel gider. Bir "bacaro"da (geleneksel küçük bar) cicchetti yapmak, şeh­rin ruhunu yaşamanın en otantik yoludur.

● Risotto al nero di seppia: Mürekkepbalığı mürekkebiyle si­yaha boyanmış, denizin lezzetini içine çekmiş kremsi bir risotto.

● Sarde in Saor: Kızarmış sar­dalya filetolarının, soğan, kuru üzüm ve çam fıstığıyla marine edil­miş hali. Tatlı ve ekşi lezzetlerin muhteşem dengesi.

● Bigoli in salsa: Keçi boynu­zu ile yapılan kalın spagetti benzeri bir makarnanın, tuzlu sardalya ve soğan sosuyla buluşması.

● Fritto Misto: Karides, kala­mar ve çeşitli balıkların hafif bir bulamaca batırılıp kızartılmasıyla yapılan nefis bir deniz mahsulle­ri tabağı.

Gezilecek yerler: Bir açık hava müzesinde kaybolmak

Venedik'te her sokak başı, her köprü, sizi yeni bir manzarayla kar­şılaştıran bir tablo gibidir. Başlıca görülmesi gereken yerler:

● San Marco Meydanı (Piaz­za San Marco): Napolyon'un "Av­rupa'nın en güzel salonu" olarak nitelendirdiği bu meydan, şehrin kalbidir.

● San Marco Bazilikası: Altın mozaikleriyle göz kamaştıran, Ve­nedik'in gücünün ve dini ihtişamı­nın simgesi.

● Dükler Sarayı (Palazzo Du­cale): Venedik Cumhuriyeti'nin yönetim merkezi. İçerideki deva­sa salonlar, Tintoretto ve Verone­se'nin eserleri ve ünlü İç Çekişler Köprüsü (Ponte dei Sospiri) mut­laka görülmeli.

● Rialto Köprüsü (Ponte di Rialto): Büyük Kanal'ın üzerinde­ki en eski ve en ikonik köprü. Üze­rindeki dükkanları ve muhteşem manzarasıyla bir cazibe merkezi.

● Gallerie dell'Accademia: Venedikli ustaların (Bellini, Titi­an, Tintoretto, Veronese) en önem­li eserlerini barındıran dünyanın en önemli sanat müzelerinden biri.

● Peggy Guggenheim Kolek­siyonu: Modern sanat severler için bir hazine. Büyük Kanal üze­rindeki bu müzede Picasso, Pollo­ck, Dalí ve Magritte gibi sanatçıla­rın eserleri sergilenir.

Hangi mevsimde gitmeli?

Venedik, her mevsim ayrı bir gü­zelliğe bürünür.

● İlkbahar (Nisan-Haziran) ve Sonbahar (Eylül-Ekim): Gitmek için ideal zamanlardır. Hava ılıman, kalabalık yaz ayları­na göre daha azdır. Özellikle son­baharın ışığı, şehre ayrı bir roman­tik hava katar.

● Yaz (Temmuz-Ağustos): Sıcak, nemli ve inanılmaz kalaba­lıktır. Fiyatlar zirve yapar. Ancak festivaller ve canlı bir sokak hayatı yaşamak isteyenler için uygundur.

● Kış (Kasım-Şubat): Soğuk ve sislidir, ancak Acqua Alta ris­ki yüksektir. Bu, şehrin en otantik halini görmek isteyenler için en iyi zamandır. Kalabalık yok dene­cek kadar azdır. Ocak-Şubat ayla­rındaki Karnaval ise şehri tama­men farklı bir atmosfere bürün­dürür.

Venedik, size sunulan tüm kli­şelere rağmen, ilk görüşte aşık olu­nan bir şehir. Onun büyüsü, sade­ce görkemli yapılarında değil, bir köşeden duyulan mandolin sesin­de, bir gondolcünün söylediği ge­leneksel şarkıda, kanallara vuran güneşin yansımasında ve labirent gibi sokaklarında kaybolmanın verdiği huzurda saklıdır. Kendini­zi bu büyüye bırakın ve Venedik’in sizi nereye götüreceğini merakla bekleyin.