Uygarlığın sonsuz döngüsü
Mühendislik ve felsefeyi bir araya getiren dev boyutlu kamusal heykellerin yaratıcısı Mert Ege Köse, Art D’Égypte için ürettiği The Shen ile bu kez Mısır Piramitleri önünde kadim geçmiş ve bugünün soruları arasında zamanla konuşuyor.
Meltem KERRAR
meltemkerrar@gmail.com
Dünya çağdaş sanat arenasının öne çıkan etkinliklerinden “Art D’Égypte’nin Forever Is Now” serisi 5’inci edisyonu, kamusal alanda yarattığı dev boyutlu felsefi işleriyle tanıdığımız sanatçımız Mert Ege Köse’nin proje için özel olarak ürettiği “The Shen” heykelini ağırlıyor. “Art D’Égypte by CulturVator”ın kurucusu Nadine Abdel Ghaffar’ın liderliğinde düzenlenen “Forever Is Now”da bu yıl İtalya’dan Michelangelo Pistoletto, Portekiz’den Alexandre Farto aka Vhils, Brezilya’dan Ana Ferrari, Güney Kore’den J. Park gibi dünyaca ünlü sanatçılar bir araya geliyor. Aynı zamanda edisyonun küratöryel kurulunda da yer alan Ayça Okay ve sanatçının ortak çalışmasıyla kavramsallaştırılan heykel, bir yıllık hazırlık süreci boyunca gerçekleştirilen saha gezileri ve kapsamlı araştırmalar sonucunda şekillenerek Asaş sanat atölyelerinde alüminyumdan üretilmiş. Yaklaşık 6 metre genişliğinde, 5 metre yüksekliğinde ve 2,5 metre derinliğindeki bir tür anıtsal bir yapı olarak Giza Piramitleri’nin önünde konumlanan heykel, Antik Mısır’ın sonsuzluk, bütünlük ve ilahi koruma simgesi olan halkasından ilham alıyor.
20 yılı aşan sanat pratiğinde materyal bilimi, mühendislik ve felsefi düşünceyi bir araya getiren Köse, bu kez kadim bir geçmişin önünde gelenek ve bugün arasında zamanla oynuyor. Sanatçıyla “The Shen”in yaratım sürecini konuştuk.
Dünya çağdaş sanat ortamında önemli bir etkinlik olan Art D’Égypte’e katılımınız nasıl oldu?
Uzun süredir uzaktan takip ettiğim Art D’Égypte’i bölgenin en nitelikli ve bağlamı en güçlü kamusal sanat etkinliklerinden biri olarak görüyordum. Bu sergiye katılım süreci, hem işlerimin kamusal alanla kurduğu ilişki hem de malzeme ve form üzerinden sürdürdüğüm araştırmaların ekibin yaklaşımıyla kesişmesiyle başladı. Mekânın tarihsel hafızasıyla konuşan, onu yeniden okuyan bir varlık olması gerektiği konusunda ortaklaştık. Böylece Shen sembolü etrafında şekillenen, hem benim pratiğimle hem de piramitlerin yüklediği anlamlarla rezonansa giren bir proje ortaya çıktı. Bu daveti bir ‘seçki’den çok, karşılıklı bir düşünsel yakınlığın sonucu olarak görüyorum. Süreç boyunca küratör Ayça Okay ile heykel ve mekan üzerinde derinlemesine çalıştık.

Türkiye ve dünyada kamusal alanlarla ilişki kuran işlerinizle tanıyoruz sizi. Bu kez dünyadan önemli çağdaş sanatçılarla birlikte tarihin en eski noktalarından birinde Mısır’da piramitlerle ilişki kurmak nasıl bir deneyim oldu sizin için?
Kamusal alanda çalışırken çoğu zaman güncel şehir dokusuyla, gündelik hayatın akışı ve sosyal katmanlarıyla diyalog kuruyorum. Giza platosu bunun tam zıttı gibi görünen ama aslında aynı soruyu başka bir ölçekte soran bir yer: “İnsanlık, zaman içinde kendisini nasıl kayda geçiriyor?” Piramitlerle karşı karşıya geldiğinizde, mimari bir yapıdan çok, zamanın kendisiyle yüzleşiyorsunuz. Benim için bu deneyim, heykeli bir ‘eser’ olmaktan çıkarıp iki uç arasında gerilen bir çizgiye dönüştürdü: Bir yanda binlerce yıllık bir uygarlığın izleri, diğer yanda dünyadan gelen çağdaş sanatçıların bugüne ait soruları. Kendi heykelimi bu çizginin tam ortasında, ne tamamen geçmişe teslim olan ne de bugünün gürültüsüyle onu bastırmaya çalışan bir ses olarak konumlandırmaya çalıştım. Bu anlamda Giza’da çalışmak, hem fiziksel hem etik bir sorumluluk duygusu yarattı; oraya eklediğiniz her form ister istemez ‘zamanla’ ilgili bir iddia taşıyor.
Art D’Égypte için tasarladığınız heykeliniz Antik Mısır’ın sonsuzluk ve ilahi koruma simgesi olan Shen halkasından ilham alıyor. Devasa bir mitolojik evrenin içinde bu sembolü seçmenizdeki sebep neydi?
Antik Mısır ikonografisi son derece zengin fakat Shen halkası bu evren içinde neredeyse bir ‘özet işaret’ gibi. Kapalı bir çizgiyle hem korumayı hem sürekliliği hem de zamanı içine alan bir döngüyü işaret ediyor. Bu, uzun süredir heykellerimde sorguladığım bazı temel meselelerle — döngüsellik, kader ve özgürlük arasındaki gerilim, tekrarın yaratıcı potansiyeli gibi — doğrudan örtüşen bir form. Ayrıca Shen halkası, diğer birçok mitolojik figürlere göre daha soyut ve açık uçlu. Bu da onu bugüne, çağdaş bir bağlama taşımayı mümkün kılıyor. Benim için Shen, sadece Antik Mısır’a ait kapalı bir simge değil; insanın kendi varoluşunu sınırlı bir ömür içinde anlamlandırma çabasının, çok eski ama hâlâ geçerli bir diyagramı. Bu yüzden devasa bir mitolojik evrenin içinden, en yalın ama en yoğun anlam taşıyan işarete yönelmeyi tercih ettim.
Oldukça büyük boyutlarda tasarladığınız çalışmanızı binlerce yıllık Giza Piramitleri’nin önünde konumlandırırken nasıl bir hesaplama yaptınız? Piramitlerin kendi geometrisi ve anıtsallığı bu anlamda nasıl bir sınır çizdi size?
Bu ölçekte ve bağlamda çalışırken ilk hesap her zaman ‘ölçek’ üzerinden başlıyor: İnsan bedeni – heykel – piramitler arasındaki hiyerarşiyi nasıl kuracağınız belirleyici. Heykelin ne piramitlerle yarışan bir anıta dönüşmesini, ne de onların gölgesinde tamamen kaybolan bir fragman haline gelmesini istedim. Bu nedenle ölçüleri, insan ölçeğinden belirgin biçimde büyük ama piramitlerin yanında hâlâ ‘mütevazı’ kalacak bir noktada tuttum. Geometrik olarak ise piramitlerin net, keskin ve kapalı hacimleriyle, Shen’den türetilmiş daha akışkan ve geçirgen bir form arasında bir kontrast kurmak istedim. Yerleşimi yaparken, piramitlerin aksları, ufuk çizgisi, izleyicinin yaklaşma rotası ve heykelin içinden/çevresinden geçme ihtimali gibi unsurları dikkate aldım. Bu anlamda Piramitler bana yasaklar setinden çok, bir referans sistemi sundu. Sınırı şöyle tarif edebilirim: Onlarla rekabet etmeyen, kopyalamayan ama onların açtığı ‘zaman ve mekân sahnesi’ne kendi dilinde yeni bir cümle ekleyen bir heykel kurma çabası. Bu yüzden çalışmayı çevresindeki boşlukla birlikte düşünerek, geometrik kesinlik ile açık bırakılmış anlam alanı arasında bir denge noktası aradım.