Haziranda ölmek zor

Haziran taze yaz, güzel kokular demek. İstanbul’da Haziran sürprizli, gölgeler serin, gece pen­cereler açık. Rüzgar yasemin, ha­nımeli ve ıhlamur kokularını ta­şıyor, baş döndüren insanın içine dokunan güçlü kokular. Kokunun benzersiz bir gücü var, kalbimizin atışını hızlandıran, içimizde duy­gu yüklü anıları canlandıran.

Haziranda ölmek zor

Çengelköy’den Beykoz’a Ma­nolya ağaçları koca beyaz çiçek­leri ile Boğaziçi’ni selamlıyor. Şu­ranızda bir kuş ötüyor, haziranda ölmek zor oluyor.

Parfümün 4000 yıllık bir tarihi var, elbette Mezopotamya ve An­tik Mısır’a uzanıyor. Mısır’da ölü­lerin mumyalanmasında kullanı­lan aromatik reçineler, Mezopo­tamya’da tapınaklardaki tütsüler var. Antik Yunanlılar için lavanta ve adaçayı hem hijyen hem de tan­rısal arınma sembolü, Roma'da parfüm banyoları zenginliğin ve gücün göstergesi. Osmanlı ise gül kokar. İbn Sina, yalnızca tıbbın değil, kokunun da mucididir.11’in­ci yüzyılda geliştirdiği damıtma (distilasyon) tekniğiyle, gül yap­raklarından elde ettiği esansı saf­laştırarak ilk gerçek gül yağını üretmeyi başarmıştır. Bu yöntem, bugün parfümeri endüstrisinin hâlâ temel aldığı üretim teknikle­rinden biridir.

Onun bu keşfi, kokunun yalnız­ca hissedilen değil, işlenebilen bir bilimsel form olduğunu da kanıt­lar. İbn Sina'nın laboratuvarında buharla taşınan gül kokusu, yüz­yıllar sonra Chanel'in şişelerinde, Dior'un formüllerinde yeniden hayat bulur.

Bugün parfümün başken­ti Grasse. Fransa’nın güneyin­de, Provence-Alpes-Côte d’Azur bölgesinde yer alan bu küçük şe­hir, yüzyıllardır koku sanatı ile özdeşleşmiş bir merkez. Can­nes’dan biraz yukarı çıktığınızda yasemin, portakal çiçeği, lavan­ta, mimoza kokuları sizi karşılar. 18’inci yüzyıldan itibaren kuru­lan parfüm evleri bugün sadece parfüm üretimi yapmakla kalmı­yor, eğitim de veren kurumlara dönüşmüş durumda. Dünyanın en iyi parfümörlerini yetiştiren okullar bunlar.

Dior’un Isparta’da yetişen gülleri

UNESCO, Grasse’ın parfüm ge­leneğini “İnsanlığın Somut Olma­yan Kültürel Mirası” olarak 2018 yılında tanıdı. Uluslararası Par­füm Müzesi (Musée Internatio­nal de la Parfumerie) ise koku ta­rihinin izlerini antik çağlardan günümüze taşıyor. Chanel No.5’in yasemini hâlâ Grasse tarlaların­da özel olarak yetiştiriliyor. Tıp­kı Miss Dior’un Isparta’da yetişen kadifemsi iz bırakan gülleri gibi.

Yemek kokusu tasarımı

Geçenlerde bir sofra fotoğra­fı gördüm, misafirler tabağa yak­laşmış, başlarında duran garson­lar peçeteleri misafirlerin başına tente yapmış, yemeğin kokusunu daha yoğun almaları için aşırı bir çaba içindeydiler. Yemek kokusu çok sevilmez oysa.

Bugün gastronomide “duyusal deneyim” kavramı öne çıkarken, yemek kokusu da ayrıca tasarla­nıyor. Moleküler gastronominin yükselişiyle başlayan yemeğin ko­kusu meselesi ve koku eşleştirme­si teknikleriyle yemek kokusu, ar­tık başlı başına bir tasarım nes­nesi.

Yemeğin kokusu bir hafıza el­bet, birden anneni, doğduğun evi, köşedeki fırını, beslenme çantanı hatırlatır.

“Kuzu yemem kokar” diyen ne­sil yerini daha çok “kuzu, daha çok kebap yerim, yanında soğan sa­rımsak eksik etmem” diyen nesle bıraktı. Bugün en iyi işi kebapçılar yapıyor, bir 10 yıl öncesine göre hiç tahmin edilemez bir profil var kebap yiyen, şalgam içen.