Küçük şehirlerde sanatla temasın geleceği
Türkiye’de son yıllarda toplam kültür harcaması artsa bile, bu harcamanın mekânsal dağılımı dengeli değil. Sanat söz konusu olduğunda, coğrafya çoğu zaman kaderi belirliyor.
Banu SEYHAN
Türkiye’de sanat söz konusu olduğunda, coğrafya çoğu zaman kaderi belirliyor. Büyük şehirler, hem kamusal hem de özel yatırımların yoğunlaştığı merkezler olarak öne çıkarken, küçük şehirlerde yaşayanlar için sanata erişim çoğunlukla sınırlı kalıyor.
Nitelikli sergilerin açılmaması, kalıcı müzelerin azlığı, bağımsız sanat mekânlarının bulunmaması ve etkinliklerin düzensizliği, sanatla kurulan ilişkiyi zayıflatıyor. Birçok şehirde sanat etkinlikleri, ancak belediyelerin belirli dönemlerde düzenlediği festival ve fuarlarla sınırlı kalıyor; süreklilik sağlanmadığında bu deneyimler anlık bir etkinlikten öteye geçemiyor.
Sorun doğrudan altyapı ve kurumsal yetersizliklerden kaynaklanıyor. Türkiye’de son yıllarda toplam kültür harcaması artsa bile, bu harcamanın mekânsal dağılımı dengeli değil. İstanbul, Ankara ve İzmir gibi merkezlerde çok sayıda müze, galeri ve sahne faaliyet gösterirken; Anadolu’nun orta ölçekli şehirlerinde kalıcı kurumlar neredeyse yok. Örneğin, Türkiye genelinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı 200’ün üzerinde müze bulunmasına rağmen bunların büyük bölümü belirli merkezlerde toplanmış durumda. Bu tablo, sanata erişimi bir tercih değil, mekânın sunduğu imkânlarla şekillenen bir ayrıcalık haline getiriyor.
Uluslararası araştırmalar da aynı noktaya işaret ediyor: büyük kentlerde yaşayanlar kültürel etkinliklere daha düzenli katılıyor, çünkü erişim imkânları daha fazla. Avrupa Kültür İstatistikleri raporları, müze ve galeri ziyaretlerinin kent merkezlerinde kırsala kıyasla iki kat daha yüksek olduğunu gösteriyor. Eğitim ve gelir gibi faktörler bu uçurumu derinleştiriyor ama asıl belirleyici, yakınlık. 15 dakika içinde yürüyerek bir müzeye ya da sanat mekânına ulaşabilmek, kültürel katılımın en güçlü göstergesi kabul ediliyor. Bu durum yalnızca Avrupa için değil, OECD’nin farklı ülkelerde yaptığı araştırmalarda da tekrar eden bir veri.
Sonuçta mesele yalnızca “sanat etkinliği düzenlemek” değil; sanatı insanların günlük yaşamına dahil etmek. Çünkü sanat, toplumsal refahın, sosyal bağların ve kültürel kalkınmanın ayrılmaz bir parçası. Erişim eşitsizliği ortadan kalkmadıkça, küçük şehirlerde yaşayanların yaratıcılıkla temas kurma olasılığı sınırlı kalacak. Kültür politikalarının önceliği artık şu soruya cevap vermek olmalı: Sanatı yalnızca merkezlerde mi konumlandıracağız, yoksa ülkenin her köşesinde gündelik hayatın parçası haline mi getireceğiz?
Kültür politikalarının odağı, bu eşitsizliği azaltacak kalıcı çözümler üretmek olmalı. Peki bu alanda neler yapılabilir?”
Kalıcı kurum yatırımları
● Yerel müzeler ve sanat merkezleri: Küçük şehirlerde “şehir ölçekli” müzeler açmak, sadece sanat eseri sergilemek değil, aynı zamanda eğitim ve sosyalleşme alanları yaratmak anlamına geliyor. Örneğin Almanya’nın Kleinstadt Kulturförderung politikası, nüfusu 100 binin altında olan şehirlerde küçük ama etkili kültür merkezlerinin açılmasını teşvik ediyor.
● Kamusal koleksiyonların yaygınlaştırılması: Fransa’da “1% artistique” politikasıyla her kamu binası yatırımının yüzde 1’i sanata ayrılıyor. Böylece yeni okul, hastane ya da kütüphane binaları, kalıcı sanat eserleriyle açılıyor. Bu model, Türkiye’de belediyelerin veya bakanlıkların küçük şehirlerde kalıcı eser bırakması için örnek olabilir.
Gezici ve esnek modeller
● Gezici müzeler: ABD’de “Museum on Main Street” projesi, Smithsonian işbirliğiyle küçük kasabalara gezici sergiler götürüyor. Bu sergiler birkaç ay kalıyor ve yerel halkla birlikte yan programlar (atölye, konuşma) düzenleniyor.
● Mobil galeriler: İngiltere’de “Travelling Gallery Scotland”, otobüs biçiminde bir mobil galeri. Modern sanat sergileri İskoçya’nın en uzak köylerine kadar götürülüyor.
● Açık hava enstalasyonları: Kanada’da “Winter Stations” programı, kıyıdaki sıradan cankurtaran kulübelerini her yıl sanatçılara vererek kamusal alanda dönüştürüyor. Böylece şehrin en işlek kamusal mekânları bir sergiye dönüşüyor.
Yerel üretimin desteklenmesi
● Sanatçı rezidansları: Hollanda’daki “Artist-in-Residency in Rural Areas” programı, uluslararası sanatçıları köylere davet ediyor. Sanatçılar yerel halkla birlikte üretim yapıyor ve sonunda eser köyde kalıyor.
● Ortak atölyeler: Japonya’daki Echigo-Tsumari Triennale köylerdeki boş evleri sanatçı atölyelerine dönüştürüyor. Sanatçı köyde yaşıyor, üretiyor, eser kalıcı oluyor. Bu model, kırsalda sanatı sadece sergi değil, toplulukla birlikte bir deneyime çeviriyor.
● Okulla entegrasyon: Finlandiya’da “Creative Schools” programı kapsamında sanatçılar okullara davet ediliyor, öğrencilerle birlikte kısa süreli projeler geliştiriyor. Böylece sanat eğitimin parçası oluyor.