Sanat dünyasında bir ayrılığın anatomisi

Sanat dünyası dışarıdan bakın­ca hep aynı parıltıyla görünür: beyaz küpler, ışıl ışıl sergi açılış­ları, koleksiyonerlerin elinde do­laşan görünmez güç, milyon do­larlık eserlerin hafifliğini taşıyan cümleler… Ama içeride işler o ka­dar da steril değil. Bazen en büyük kırılmalar, bir tablonun değil, iki insanın ortaklığının çatlağından sızar.

Sanat dünyasında bir ayrılığın anatomisi

Geçtiğimiz haftalarda ABD’nin en bilinen iki sanat danışmankı Barbara Guggenheim ve Abigail Asher arasındaki ayrılık tam da böyle bir sızıntıydı: Sessiz, ama etkisi yüksek. Yıllarca aynı ma­sada oturmuş, aynı koleksiyoner­lerle çalışmış, aynı müzayedele­rin nabzını tutmuş bu iki kadının ilişkisi bugün mahkeme salonla­rına yansıdı. İddialar ağır: gizli iş­ler, saklanan komisyonlar, yarım bırakılan randevular, içeriden ku­rulan rakip bir şirket… Evet, sanat dünyasının en büyük çatışmaları bazen tek bir soruda düğümlenir: Komisyon kimde kaldı?

Bu söylentilerin ötesinde, bu hikâyeyi asıl ilginç kılan şey, sa­nat piyasasının pek konuşulma­yan bir gerçekliğini göstermesi:

Güven, burada herhangi bir eserin provenansından bile daha hassas.

Hele konu danışmanlık oldu­ğunda, ilişkiler ekmek kadar te­mel, su kadar hayati.

Bu hikaye bize tanıdık

Sanat danışmanlığı, galericilik dışarıdan bakıldığında hep ışıl­tılı görünür; ilk günü vip’lere ay­rılmış fuar gösterimleri, herke­sin fotoğraf çekmek ve paylaşmak için yarıştığı sergi açılışları, bü­yük isimler, büyük eserler… Oysa işin içinde olan herkes bilir ki asıl mesai görünmeyen taraftadır; sö­zün ağırlığında, etik sınırda, or­taklık disiplinindedir.

İşin ilginç tarafı, bu hikâyenin bize çok tanıdık gelmesi. Çünkü aynı kırılgan yapı, Türkiye’de de (belki daha az sesle ama daha faz­la yansımayla) yaşanıyor.

Bizim coğrafyamızda işler çoğu zaman şöyle ilerler:

●Satışını sanatçıya haber ver­meyen, ödemesini aylarca sene­lerce yapmayan galeriler

● “Zaten görünürlük sağlıyo­ruz” diyerek sanatçıdan fazla pay isteyenler

● Danışmana emeğini çok gö­ren kurumlar

● Komisyon oranını el çabuk­luğuyla küçültmeye çalışanlar

● “Bu proje seni çok yükseltir” cümlesinin arkasına saklanmış ücretsiz işler

● Danışmanın emeğini ‘bir te­lefon görüşmesiydi sadece’ diye küçümseyen markalar

● Sözleşme istemeyi “bize gü­venmiyor musun?” diye duygusal manipülasyona çeviren kurumlar

● Sanatçının işini ücretsiz ta­lep edip ‘koleksiyonumuzda gö­rünür olursun’ diye kıvıranlar

● Ve en klasiği: herkesin birbi­ri hakkında her şeyi bilip yine de hiçbir şey söylememesi, söyleye­memesi

Bu skandalı takip ederken ak­lımdan şu geçti: Umarım bir gün bizim ülkemizde de bu yapay, tek tarafı koruyan, gücün hep aynı el­de toplandığı denklemler açığa çıkar.

Herkesin bildiği ama kimsenin yüksek sesle söylemediği ilişki bi­çimleri, görev dağılımları, komis­yon oyunları, adı konmamış ada­letsizlikler…

Belki o zaman sanat ekosiste­mimiz gerçekten şeffaf, gerçek­ten adil ve gerçekten üretimi ön­celeyen bir yapıya evrilir. Çünkü değişim, her zaman önce bir çat­lağın görünmesiyle başlar. Sanat dünyasının vitrini ne kadar par­lak olursa olsun, arkadaki me­kanizma son derece kırılgan. Bir danışmanın başka bir danışma­na güveni sarsıldığında, sade­ce iki kişi ayrılmış olmaz; aslın­da bir ekosistemin aynası çatlar. Burdan bakınca mesele çok net; sanat danışmanlığı, galericilik, fiyatlardan, eserlerden ve rekor satışlardan önce ilişki yönetimi işidir. Şeffaflık, tutarlılık, sadakat ve etik; görünmeyen ama her şe­yi belirleyen o ince çizgiler… İş­te esas değer orada başlar, orada biter.

Guggenheim–Asher ayrılığı da tam olarak bunu hatırlatıyor: Sa­nat dünyasının en dramatik kırıl­maları bazen bir eserle ilgili de­ğildir. Bazen yalnızca iki insanın ortaklığından düşen sessiz bir yaprak bile koca bir yapıyı sarsa­bilir.