Sanat ve Vandalizm: Protestonun sınırında, aklın eşiğinde

Sanat yalnızca bir tuvaldeki renk değil; toplumların bel¬leği, ideolojilerin sesi, itirazın resmi, güzelliğin ve çelişkinin aynası. Yüzyıllar boyunca sanat, bazen bir inancı, bir isyanı, ba¬zen de bir umudu temsil etti.

Sanat ve Vandalizm: Protestonun sınırında, aklın eşiğinde

Günümüzde sanat eserlerine fırlatılan nesnelerle, üstüne sü­rülen boyalarla, kırılan çerçe­velerle karşı karşıyayız. Sanatın kendisi değil, sanatın temsil etti­ği anlam hedefte. Ve bu, bizi kes­kin bir soruya getiriyor: Sanata zarar vermek bir eylem biçimi olabilir mi? Yoksa bu, anlamın da, hafızanın da tahribi midir?

Yeninesil protestoların yüzü: Neden sanat?

İklim krizinden toplumsal adaletsizliğe, kadın cinayetle­rinden sömürge geçmişinin he­sabına kadar birçok büyük ve yakıcı mesele, son yıllarda sa­nat eserleri üzerinden görünür kılınmaya çalışılıyor. İngiltere merkezli Just Stop Oil aktivist­leri, Vincent van Gogh’un Ayçi­çekleri tablosuna çorba fırlattı­ğında ya da Londra’daki Natio­nal Gallery’de Botticelli eserinin önünde yere yapıştıklarında, amaçları açıktı: krizi görünür kılmak.

Ancak bu görünürlük biçimi, beraberinde karmaşık bir etik tartışma da getiriyor. Kolektif bir değer, bir protestonun “sah­nesi” haline getirildiğinde, o de­ğerin kendisi yara almıyor mu? Hele ki bu değer, sadece sanat ta­rihi açısından değil, kültürel mi­ras ve ortak hafıza açısından da taşıyıcı nitelikteyse?

Sanatın tahrip edilmesiyle ya­pılan protestoların ortak özelli­ği, şiddetsiz ama yüksek sesli ol­maları. Camla korunan bir tablo­nun üzerine boya atmak, teknik olarak zarar vermese de psikolo­jik bir sınırı ihlal eder. Bu tür ey­lemler izleyicide ilk anda güçlü bir duygusal tepki yaratır. Fakat bu tepki çoğu zaman sanat ese­rine duyulan öfkeye ya da eylem­cilerin yöntemine duyulan tep­kiye dönüşür, meselenin kendi­sine değil.

Bir anlamda, sanat eserine sal­dırmak, protestonun önünü ke­sen bir refleks yaratır: insanlar mesaja değil, eyleme takılır. Ve böylece sanat aracılığıyla an­latılmak istenen hikâye, eserin parçalanan çerçevesinde kaybo­lur.

Kültürel miras: kamunun, geçmişin ve geleceğin ortak alanı

Sanat eserleri yalnızca birey­lere değil, tüm insanlığa ait hafı­za alanlarıdır. Onlar sadece este­tik objeler değil; geçmişle bugü­nü, bireysel deneyimle kolektif hikâyeyi birbirine bağlayan köp­rülerdir. Bu nedenle bir sanat eserine saldırmak, yalnızca bir tuvali değil, toplumun ortak ha­fızasını da hedef almaktır.

İngiltere’deki Ulusal Galeri gi­bi kurumlar, bu eylemler sonrası güvenlik önlemlerini artırmak zorunda kaldı. Bu ise sanatın eri­şilebilirliğini ve izleyiciyle kur­duğu doğrudan ilişkiyi sınırla­yan yeni bir çağın kapısını ara­lıyor. Sanatı koruma refleksi, sanatı halktan uzaklaştırma so­nucunu doğurabilir. Bu çelişki, aktivistlerin amaçladığının tam tersi bir etki yaratır: daha çok dikkat değil, daha çok mesafe.