Sanatçı ve yapay zeka: İşbirliği mi sahte iş sanatı mı?

Yapay zekanın sanat üretimine entegre oluşu, yalnızca teknik bir gelişme değil; aynı zamanda estetik, etik ve üretim hakları açısından büyük bir kırılma. Midjourney, DALL-E, ChatGPT gibi modellerle üretilen eserler müzayedelerde yer buluyor; ama bu “eser” mi?

Sanatçı ve yapay zeka: İşbirliği mi sahte iş sanatı mı?

Sanat, yüzyıllardır insanın iç dünyasını, toplumla ilişkisi­ni ve çağın ruhunu ifade et­menin yollarından biri oldu. Fakat bugün, bu yaratıcı alanın merke­zinde bir başka aktör var: yapay ze­ka. Son birkaç yılda Midjourney, DALL-E ya da Stable Diffusion gi­bi platformların görsel üretim ka­biliyetleri, hem teknik hem kav­ramsal olarak büyük bir kırılma yarattı. Sanatçıların değil, yazılım modellerinin "eser" üretmeye baş­lamasıyla birlikte, sanatın tanımı ve sanatçının rolü yeniden sorgu­lanmaya başlandı.

Bu sorgulama yalnızca estetik bir tartışma değil; aynı zamanda etik, felsefi ve ekonomik boyutla­rı olan bir mesele. Yapay zeka mo­delleri, milyonlarca sanat eseri­ni tarayarak, onların biçimlerini, ışıklarını, kompozisyonlarını öğ­reniyor. Ancak bu öğrenme süreci, telif hakkı alınmadan yapılan bü­yük çaplı veri taramalarıyla ger­çekleşiyor. Bu da sanatçılar için sa­dece ilhamlarının değil, emekleri­nin ve haklarının da algoritmalar tarafından sindirilmesi anlamına geliyor. Bugün birçok ülkede bu ve­ri kullanımıyla ilgili davalar görü­lüyor ve sanatçılar "bu sistem be­nim üretimimi izinsiz kullanıyor" diyerek ses yükseltiyor.

Diğer yandan, yapay zeka ile ça­lışan bazı sanatçılar da var. Refik Anadol, Ouchhh, Mehmet Ünal gi­bi isimler, yapay zekayı yalnızca bir üretim aracı değil, yaratıcı sürecin bir parçası olarak konumlandırıyor. Anadol'un MoMA koleksiyonuna giren "Unsupervised" işi, makine­nin rüya gördüğü fikrinden yola çı­karak üretilmişti. Sanatçının kendi veri tabanlarını kullanması, etik ve estetik dengeyi sağlamaya çalışan bir yaklaşım olarak öne çıkıyor. Yi­ne de bu tür örnekler azınlıkta. Ço­ğu zaman yapay zeka ile yapılan iş­ler, hızla üretilip dijital mecralarda dolaşıma giriyor; fakat sanatın ta­şıdığı duygusal derinlik ya da kat­manlı anlamdan yoksun kalıyor.

Bunun yanında, markaların ya­pay zeka ile üretilmiş sanat işleri­ni hızlıca kampanyalarına entegre etmesi, sanatı bir dekorasyona, ya­pay bir vitrine dönüştürme riskini doğuruyor. Sanatçılar, "AI-gene­rated art" etiketli işlerin gerisin­de, insanın ruhuna dokunacak bir bakış bulmakta zorlanıyor. Sosyal medyada viral olan bir görselin ar­dında, belki estetik bir tatmin var, ama yaratıcı niyet, felsefi yönelim ya da eleştirel bakış eksik.

Sanat, salt görsel bir deneyim mi

Bu noktada asıl soru belki de şu: Sanat, salt görsel bir deneyim mi, yoksa aynı zamanda bir sezgi, ha­fıza, duygu ve hikaye aktarımı mı? Yapay zeka bu unsurların hangi­sine temas edebiliyor? Ve daha önemlisi, bu dönüşüm karşısın­da sanatçının konumu nasıl de­ğişiyor?

Giderek daha fazla sanatçı, "ya­ratıcı karar" alma hakkının elle­rinden alınmasından endişe edi­yor. Yapay zekayla üretilen işlerin arkasında bir üretim süreci yeri­ne, yalnızca seçim süreci varsa, bu durum sanatçıyı karar verici de­ğil, onay verici konuma düşürüyor. Diğer bir deyişle, algoritma üre­tirken, sanatçı yalnızca sonuçları filtreliyor. Bu, sanatın içsel moti­vasyonundan uzak, dışsal bir "tü­ketici sanatçılığı"na evrilme riski­ni barındırıyor.

Yine de tüm bu karamsar tablo­ya rağmen, bu dönüşümün yara­tıcı olasılıkları da var. Yapay zeka, eğer doğru sorularla ve etik çerçe­vede kullanılırsa, sanatı dönüştü­ren değil, zenginleştiren bir aktöre dönüşebilir. Tıpkı matbaanın ya­zılı kültürü demokratikleştirmesi gibi, yapay zeka da belki sanatsal üretime erişimi daha geniş kılabi­lir. Ancak bunun için sistemlerin şeffaflığı, sanatçı haklarının ko­runması ve izleyicinin bilinçli ol­ması gerekiyor.

Sonuç olarak, yapay zeka ile sa­nat arasındaki ilişki henüz net sı­nırlarla tanımlanmış değil. Hem bir tehdit hem de bir potansiyel ta­şıyor. Belki de bu yüzden, bu tar­tışmalar bu kadar canlı, bu kadar güncel. Sanat her zaman değişi­min aynası oldu; şimdi de bu ayna­da kendimize şu soruyu soruyoruz: Bu gördüğümüz, gerçekten bizden bir şey mi söylüyor? Yoksa yalnızca görsel bir yankı mı?

10 sanatçıdan 10 kaftan

Bodrum mandalinini korumak ve yaşatmak amacıyla başlatılan sosyal sorumluluk projesi "Bodrum Yeşili” kültür sanattan güç aldı. Proje kapsamındaki “10 Kaftan 10 Sanatçı” sergisiyle Bodrum’un doğasına ve kültürüne sahip çıkma çağrısı yapıldı.

Pernod Ricard Türkiye’nin, türü tükenme tehdidi altın­daki Türkiye’nin coğrafi işaret­li nadide ürünlerinden Bodrum mandalinini korumak ve yaşat­mak amacıyla hayata geçirdiği sosyal sorumluluk projesi “Bod­rum Yeşili”, yeni bir kültür ve sa­nat etkinliği ile büyümeye de­vam ediyor. Marka, Mandalin Çi­çeği Sanat Günleri kapsamında, “Bodrum Mandalin Çiçeği Sanat­la Açıyor” sloganıyla “10 Kaftan 10 Sanatçı” isimli kaftan sergisi­ni sanatseverlerle buluşturdu.

Sanatçı ve yapay zeka: İşbirliği mi sahte iş sanatı mı? - Resim : 1

Bodrum Osmanlı Tersanesi Sanat Galerisi'nde gerçekleşen Mandalin Çiçeği Sanat Günle­ri’nde, “10 Kaftan 10 Sanatçı" ser­gisi, bu sosyal sorumluluk projesi kapsamında gerçekleştirilen ilk kültür-sanat etkinliği olma özel­liğini taşıyor. Serginin proje da­nışmanlığı ve kaftan tasarımları aynı zamanda sergiye eserleriyle de katılan sanatçı Tao Ulusoy’a ait. Sanatçılar; Ayşen Karakaya, Bağdagül Demirtürk, Doğu Çan­kaya, Erin İlkcan Aslan, Feyzan Alasya, Jülide Zeynep Günce, Salih Uygun, Tao Ulusoy, Ufuk Girgiç ve Zehra Sargın’ın katkı­larıyla hayat bulan eserler; Bod­rum’un doğasına, kültürüne ve tarımına sahip çıkan bir farkın­dalık çağrısı niteliği taşıyor. Kaf­tanların yıl içinde çeşitli sanat platformlarında, farklı mekân ve projelerde sergilenmeye devam ederek Bodrum Mandalini’nin tanıtımına katkı sağlanması he­defleniyor.

Pernod Ricard Türkiye Hukuk, Kurumsal İletişim ve Dış İlişki­ler Direktörü Zümrüt Kedik, sergi açılışında yaptığı konuşmasında; ‘’Birkaç yıl önce Bodrum Manda­lini’nin hikâyesini duyduğumuz­da çok etkilendik, Bodrum Man­dalini’ne tutulduk ve tutunduk. Ülkemiz topraklarında yetişen bu eşsiz meyvenin yaşamasının sadece tarımsal değil kültürel ve duygusal bir sorumluluk olduğu­na ve hepimize görev düştüğüne inanıyoruz. “10 Kaftan 10 Sanat­çı” sergisi, mandalin çiçeğinden ve Bodrum Yeşilinden ilham alı­narak tasarlanan birbirinden öz­gün kaftanlarla hayata geçti. Bu güzel meyveyi tanıtmak, farkın­dalığını arttırmak üzere çalışma­larımız devam edecek. Gelin hep beraber bu özel coğrafi işaret­li ürünümüze tutunmaya devam edelim’’ dedi.