Vikinglerin ayak izinde bir Nordik Masalı
Kopenhag geçmiş ile bugünü zarifçe bir araya getiren nadir şehirlerden biri. Modern görünümünün altında, kuzeyin cesur savaşçıları Vikingler‘in izleri duruyor.
Bazen bir şehre sadece görmek için değil, hissetmek için de gidilir. Kopenhag da öyle bir yer işte. Rengârenk evleri, kanalları, bisikletli insanların enerjisi ve her köşesine sinmiş hygge (Danimarkalıların ünlü rahatlık ve samimiyet kavramı) havasıyla, insanı içine çeken bir şehir.
Geçen ay ben de kendimi bu Nordik masalının içinde buldum. Baştan belirteyim, hava konusunda çok şanslıydım. Yılda ortalama 80 gün güneşli olan bir şehirde, kaldığım 5 gün boyunca her gün güneşliydi.
Sakinliğiyle büyülüyor
Kopenhag, ilk bakışta sakinliğiyle insanı büyüleyen bir şehir. Renkli evlerin sıralandığı kanallar, bisikletli insanlar, sokak kafelerinde oturan huzurlu yüzler. Tabii bunda nüfusun 600 bin olmasının etkisi büyük. Bu modern görüntünün altında, kuzeyin cesur savaşçıları Vikinglerin izleri duruyor.

Kopenhag, geçmiş ile bugünü zarifçe bir araya getiren nadir şehirlerden biri. Şehri gezmenin en iyi yollarından biri de bisiklet kiralamak. Bisiklet burada bir yaşam tarzı. İşe giden babalar, çocuklu anneler hatta takım elbiseli CEO’lar. Şehrin yüzde 50’si her gün bisiklet kullanıyor. Ben de bir bisiklet kiraladım ve kendi rotamı oluşturdum.
Denizlerin hakimi halkı daha yakından tanıyın
Kopenhag, Viking çağında kurulmuş bir yerleşim değil belki ama bu topraklar, Viking ruhunun yoğrulduğu topraklar. Şehrin hemen dışındaki Roskilde Viking Gemi Müzesi, ziyaretçileri zamanda geriye götürüyor. Burada, bin yılı aşkın süredir gömülü kalmış orijinal gemileri görmek, denizlerin hakimi bu halkı daha yakından tanımak için eşsiz bir fırsat.

Kopenhag’da kültür, günlük yaşamın doğal bir parçası. Müzeler, sokak sanatı, modern tasarım ve klasik mimari iç içe geçmiş. Nyhavn liman bölgesi, pastel tonlu evleri ve tarihi atmosferiyle şehrin en ikonik noktalarından biri. Şehrin tam kalbinde, 1843’ten beri capcanlı duran Tivoli Bahçeleri, dünyanın en eski eğlence parklarından biri. Ama burası sıradan bir lunapark değil. Sanki bir çocuğun hayal gücünden fırlamış gibi, rengârenk ışıklar, vintage dönme dolaplar, masalsı bahçeler ve akşamları gökyüzünü aydınlatan havai fişekler.
Başka bir dünya mümkün
Beni en çok etkileyen yerlerden biri de Kopenhag’ın özerk bölgesi Christiania. Burası biraz aykırı bir durak. Freetown Christiania, 1970’lerde bir grup hippi ve sanatçının kurduğu, kendine has kuralları olan özerk bir bölge. Renkli grafitiler, el yapımı evler, vegan kafeler ve hippi pazarı ile Kopenhag’ın resmiyetinden uzak, özgür bir köşesi. “Başka Bir Dünya Mümkün” yazılı tabelayı görünce, insan mutlu oluyor. Fotoğraf çekmek yasak, o yüzden buradaki anılar sadece hafızalarda kalıyor.
Kültür meraklıları için Nationalmuseet (Ulusal Müze), hem Viking döneminden kalma eserlerle hem de Danimarka tarihini detaylı anlatımıyla dikkat çekiyor. Amalienborg Sarayı, kraliyet ailesinin yaşadığı yer olarak hâlâ aktif bir yapı. Küçük Denizkızı Heykeli ise Hans Christian Andersen’in dünyaca ünlü masalından fırlamış gibi, denizin kıyısında sabırla poz veriyor ziyaretçilerine.
Gelelim gastronomiye. Kopenhag, gastronomi dünyasının yıldız şehirlerinden biri. Dünyaca ünlü restoran Noma, yerel malzemelerle hazırladığı deneysel tatlarla öne çıkıyor. Daha sade bir deneyim arayanlar için sokak lezzetleri de oldukça keyifli. Reffen – Copenhagen Street Food, şehirdeki en büyük sokak yemeği pazarı. Hipster bir atmosferi var ve lezzetleri şahane.
Smørrebrød adı verilen açık sandviçler, geleneksel Danimarka mutfağının vazgeçilmezi. Ringa balığı, fermente yiyecekler ve çavdar ekmeğiyle yapılan bu atıştırmalık, hem doyurucu hem özgün bir deneyim sunuyor. Akşam yemeği için BÆST veya Høst gibi modern İskandinav restoranlarını deneyebilirsiniz.
Şehirde caz severler için çok alternatif var. Montmartre Jazz Club veya The Standard Jazz Club. Benim en sevdiğim şehrin en eski caz kulübü La Fontaine oldu. Ne yazık ki rezervasyon kabul etmediklerinden kapıda sıraya girmek zorundasınız.