Bankaların cezası adil ve ölçülü olmalı
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, ekonominin gündemini değerlendirdi. Babacan, Rekabet Kurulu’nun cezalarda adil ve ölçülü olacağına inandığını söyledi. Babacan, bankalar için rekabetin şartının ileride değişebileceğinin sinyalini verdi.
YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Ece CEYHUN
İSTANBUL - Rekabet Kurulu’nun 12 banka hakkında başlattığı soruşturmada nihai kararı vermesi beklenirken Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, cezanın adil ve ölçülü olması gerektiğini söyledi. Başbakan Yardımcısı Babacan, reel sektördeki ciro kavramı ile bankacılıktaki ciro kavramının da birbirinden farklı olduğuna işaret ederek ileride bankalar için rekabet mevzuatına değişiklik yapılabileceğinin sinyalini verdi.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, gazetelerin ekonomi müdürleri ile yaptığı yıllık toplantısında dünyadaki gelişmeleri anlatırken sorular üzerine gündemdeki konuları da değerlendirdi. Babacan, gerekirse BDDK’nın kredilere dozaj ayarı yapabileceğini ticari kredilerde yüzde 12 faizi yüksek bulduğunu da aktardığı konuşmasında ABD-AB ticaret anlaşmasının ileride Türkiye açısından çok önemli sonuçlar doğurabileceğinin altını çizdi.
RK ile BDDK konuştu, bizde ilgilendik
Rekabet Kurulu’nun mevzuatının, bankacılık sektörü düşünülerek hazırlanmış bir mevzuat olmadığını kaydeden Babacan, BDDK ile Rekabet Kurumu’nun veri paylaşımı yapabilmek için bir protokol imzaladığını belirtti. Babacan, Rekabet Kurumu’nun cironun yüzde 10’una kadar ceza kesme yetkisi olduğunu ama bankacılık ile reel sektörde ciro kavramının farklı olduğuna işaret etti. Rekabet Kurumu ile BDDK’nın konuştuğunu, kendilerinin de biraz konuyla ilgilendiğini söyleyen Babacan şu ifadeleri kullandı: “Rekabet Kurumumuzun mevzuatı, bankacılık sektörümüz düşünülerek hazırlanmış bir mevzuat değil. Zaten kurum o açıdan biraz bankacılıkla ilgili konularda belki diğer sektörler kadar rahat hareket etmiyor. Son olarak BDDK ile bir protokol imzaladılar veri paylaşımı ile ilgili bir protokol ki burada bankacılığın halinden görevi gereği daha iyi anlayan BDDK bazı konularda işbirliği, bilgi paylaşımı yapabilsin diye. Ciro kavramı var. Banka için ciro kolay bir kavram değil. RK’nun cironun yüzde 10’una ceza yazma mevzuatta yetkisi var. Ciroyu yüzde 10 ile çarptığınızda çok büyük rakamlar çıkıyor. Belirsizlik oluşturuyor. Orada sürecin sonuna yaklaşıyoruz. Ben Rekabet Kurumu’muzun adil ve ölçülü olacağına inanıyorum.”
Bankalar için rekabet şartı değişebilir
Türkiye’de rekabet kavramının oturması gerektiğini, Rekabet Kurumu ilk kurulduğunda varoluş amacı rekabetin iyi işlemesini sağlamak olan kurum için ‘iyi ki bu kurum var rekabetten öldük bittik hiç olmazsa bu kurum bizi korur’ diyenlerin dahi olduğunu kaydetti.
Babacan, belki bir noktada bankacılık sektörü için rekabet şartlarını yeniden düzenlemek gerekeceğini de anlattı. Babacan, “Rekabet mevzuatını bankalar açısından netleştirecek bir şeyler düşünmek gerekebilir. Ama bu sürecin ortasında da çok doğru olmaz. Bağımsız bir kurum. Yargı gibi işleyen bir kurumumuz. Her bankanın durumu biraz farklı. Reel sektörde ciro kavramı ile bankacılıktaki ciro kavramının da mukayesesi biraz zor” açıklamasında bulundu.
Ticaride %12 faiz yüksek
4 haftalık ağırlıklı ortalama verilere göre ticari kredi faizleri yüzde 11.7 düzeyinde seyrederken Babacan, son 6 ayda Merkez Bankası’nın faizleri de düşürmesi ile oranların gerilediğine dikkat çekti. Babacan şöyle devam etti: , “Ticaride yüzde 12, konutta yüzde 10. Taşıt yüzde 11. Nakit ihtiyaç kredisi yüzde 14. En pahalı kredi nakit ihtiyaç kredisi. Ticari kredilerde bana göre faizler daha düşebilir. Bu yüzde 12 bugün hala yüksek bir faiz. Bunu biraz da piyasa belirliyor. Merkez Bankası, BDDK bir şey yapıyor piyasanın tepki verme süresi değişebiliyor. Ama bana göre bugün itibariyle ortalama yüzde 12 yüksek. Ticari kredilerde teminatsız ticari kredi azdır. Bir gayrimenkul ya da bir teminat vardır.”
Kredi tüketime gidiyorsa endişemiz var
Hane halkı borçluluğunun diğer ülkelerle karşılaştırıldığında düşük olmasına karşın milli gelirin yüzde 5 düzeyinden yüzde 19 seviyelerine çok hızlı geldiğine de işaret eden Babacan, “Büyüyelim ama ağırlık dış taleple büyüyelim. İç talep ile de büyüyelim ama tamamen kredi artışına dayalı bir iç talepse yani halkımız bankadan kredi çekip onu da tüketiyorsa, tüketime harcıyorsa o noktada bizim endişemiz var. O alanda ölçülü gitmemiz gerekiyor” dedi.
Babacan, Merkez Bankası’nın konuya makro yaklaştığını, BDDK’nın ise mikro ayrıştırma yaptığını belirterek “Fiilen şu anda BDDK düzenlemeleri ile ticari kredilere, yatırım kredilerine ve konut kredilerine yönlendirip tüketici kredilerinden caydırıcı bir yaklaşım zaten var. Bakarız, ileride bunun dozajı değiştirilebilir. Tüketici kredilerini daha caydırıcı hale getirip ama yatırım kredilerini ticari kredileri daha cazip hale getirecek bir kompozisyon sağlanabilir. Kurumlarımızın elinde” açıklamasında bulundu.
Merkez negatif faizle fonluyor
Merkez Bankası’nın ortalama fonlama faizinin geçen mayıs ayından beri düşüş trendinde olduğunu da kaydeden Babacan, “Gelişmekte olan merkez bankalarının uyguladığı faize baktığınızda Merkez Bankamıza çok paralel bir rakam görüyoruz. G-20’deki gelişmekte olan ülkelere baktığınızda Merkez Bankamızın politika faizi gelişmekte olan G-20 ülkeleri içinde daha düşük tarafta. Rusya Merkez Bankası şu anda yüzde 8 politika faizi uyguluyor. Hindistan 8’e yakın, Brezilya 7 küsur, Çin ve Endonezya öyle. Reel politika faizi ne diye baktığımızda şu anda eksideyiz. Merkez Bankası şu anda reel anlamda baktığımızda negatif reel faizle fonluyor. Uzun yıllardır ilk defa karşılaştığımız bir tablo” ifadesini kullandı.
2008’de mevduat güvencesinin artmasına karşı çıktım
TMSF 50 bin liradan 100 bin liraya çıkarttı mevduat garantisi. Bu belki de bizim 1 sene önce yapmamız gereken bir iş. Fakat zamanlamasını iyi seçmezseniz o karar başlı başına kendisi bir güven kaybına neden olur. Ne oldu ki Türkiye şimdi mevduat garantisini artırıyor derler. Bu TMSF’nin konusu ama biz orada zamanlamasına karar verdik. Yapılması gereken bir adım ama vereceği sinyal açısından özellikle güveni merkeze koyup baktığınızda çok önemli. AB krizin ortasında yaptı. Olay oldu. Mesela 2008’de böyle bir niyet oluştu. Ben o zaman Dışişleri Bakanıydım ama aradım arkadaşları böyle bir şeyler yapılır ama zamanı değil. İyi koordinasyon gerekiyor. Bağımsız kurul ama habersiz ve izole hareket ederse ekonomi yönetiminde koordineyi sağlayamayız. Hepsi takipte. Zamanı geldiğinde de atılıyor. Atılmıyorsa da o gün için çok geçerli sebebi var.
Kur savaşlarının kazananı olmaz
Kur savaşları G-20’nin de önemli gündem maddelerinden biriydi. Kur öyle bir konu ki hiçbir merkez bankası çıkıp kuru şu seviyede tutacağım diyemez. Kısa vadede diyebilir 2 ay 3 ay, ama orta ve uzun vadede piyasa baskısı er ya da geç o kuru olması gereken yere doğru götürüyor. Kendi tarihimizi hatırlarsak 2000’den başlayıp 3 yıllık öngörülebilir planlanmış bir kur çıpası açıklandı. İlk 18 ay kurun ne olacağı gün gün belirliydi. 21 Şubat 2001’de taahhüt kalmadı. Savaş dediğinizde elinizde enstrümanlar olur. Topu, tüfeği, uçağı onu da yüzde 100 emrinizdeki pilotlarla askerlerle savaşa girelim. Öyle değil kur meselesi. Kuru şuraya düşüreceğim diye ülkeler açıklamaya başlarsa da herkes kaybeder zaten. O savaşın kazananı olmaz. Bizim için önemli olan makro ekonomik temellerle uyumlu olan serbest piyasada belirlenmiş olacak ve oynaklık önemli.
TOPLANTIDAN NOTLAR
ENFLASYONDA TARİHİ YIL: "Son bir bir buçuk yıldır yeniden dengeleme sürecinde büyüme kompozisyonunda artık net dış talep önde. 2013 bunun daha dengeli olduğu bir yıl olacak. İç talep ile dış talep büyümeye daha dengeli bir şekilde katkıda bulunacak. 2012 bir bakıma kendimizi toparlama, enflasyonu 44 yılın en düşüğüne getirme, enflasyonu kontrol altına tutma, cari açık daha makul bir alana inme yılıydı. İç-dış talep dengesini yeniden kurma, 2013, 2014, 2015 için daha sağlam bir büyüme zemini kazanma bizim strateji hep bu şekilde oluştu. Enflasyonda bu yıl rekor bekliyoruz. Halen yüzde 5.3 tahminimiz. Bundan bir yıl önce de 5.3’tü. İnşallah bir rekor daha olacak. Sürpriz olacak gibi görünüyor."
20 ÜLKEYE TÜRK MODELİ: "Dünya Bankası ile 20 ülkede farklı projelerde çalışıyoruz. Şu ülkeler sizin şu reformlarınızdan yararlanır diye ülke gösterirseniz biz bunu yaparız demiştim. Bir baktık 20 ülke olmuş. Tunus, Mısır, Libya ve Sudan'da çok iyi noktadayız. Sudan'da ortak bir şirket kurup, kendi tarım politikamızın bir uzantısı olarak tarım projesi yapacağız. Para bizden, toprak su onlardan... Türk özel sektörü yapacak, Ziraat Bankası üzerinden finanse edeceğiz. Dışarıdaki üretim alanlarından ürüne ortak olduğumuz için cari açığa da etkisi olacak. Arz açığı olan, fazla üretemediğimiz ürünler olacak."
TEDBİR ALMASAYDIK YUNANİSTAN OLURDUK: Yunanistan’da yapısal olarak hep iç talep GSYİH’nın üzerinde. Yani üretmeden tüketen bir ülke. Dört yıldır arka arkaya küçüldü, 2013’te de küçülecek. Fakat, iç talep hala üretimin üzerinde. Yunanistan’da dengeyi bulabilmekleri için iç talebin daha da azalması gerekiyor. Yani refahın daha düşmesi gerekiyor. Hala hak etmedikleri bir refah içindeler. Çünkü yıllarca üretmeden tüketmişler. Türkiye’de grafik 2004, 2005, 2006 biraz hafif Yunanistan meyilli olmuş ama 2009 krizi bize üretimle tüketimi buluşturtmuş. 2011’de tedbir almasaydık, 2012 ile ilgili programı uygulamasaydık Yunanistan'a benzemeye başlayacaktık.
IMF'YE 5 DAKİKADA 5 MİLYAR DOLAR!: "Artık Türkiye’nin ekonomik tablosu iyi görünüyor, sizi IMF’ye kaynak sağlayacak ülke olarak görüyoruz diye talep gelmişti. O zaman 5 milyar dolarlık bir sözümüz olmuştu. Teknik görüşmeler sürüyor, IMF’nin o kaynaklara henüz ihtiyacı oluşmadı. İleride olursa diye ülkelerden talep topladılar. IMF’nin o zaman 400 milyar dolarlık kaynağı vardı. Dünyada işler kötü giderse 500 daha gerekebilir diye hesap yapıyorlardı. Bizimki o 500’ün içindeydi. Şu anda ihtiyaç olmadı. G-20 ülkesi olanların az ya da çok taahhüdü oldu. Board kararı almadan da biz kararı almadık. İki gün önce söylediler. Başbakan Erdoğan ile oturduk destek verelim mi vermeyelim mi ne kadar verelim diye. Kararı Başbakan ile 5 dakikada verdik. 2001’de en borçlu ülkelerin başındaydık şimdi para veren ülkeler arasında olmak hoş bir şey."
ÖİB İLE KARAYOLLARININ PROJEKSİYONLARI ARASINDAKİ FARK BÜYÜK: “ÖİB ile Karayolları’nın projeksiyonları arasında bayağı bir fark var. Her özelleştirmede net nakit akışı ve o nakit akışının bugünkü değeri üzerinden pek çok hesap kitap yapılıyor. Süre 25 yıl. Varsayımlarda küçük bir parametre ile oynuyorsunuz 25 yıllık hesaplarda birden bire rakam çok değişebiliyor. İhale sonucu Karayolları’nın kendi yaptığı hesabı yakalayamadı. Ama ÖİB meseleye farklı bakıyordu. Bu işte sadece gelirden bakmamak da gerek. Karayolları’nın ilk hesabı da bana göre çok şey değil. Ama bir mutabakat gerekecek. Bizim özelleştirme irademizde farklılık yok. Konu Özelleştirme Yüksek Kurulu’nda gündeme geldi. Başbakanımız ‘model üzerinde çalışın’ dedi. Rakamdan bağımsız belki süre ile oynanabilir. Süre kısaltılabilir. Halka arzı söz konusu olabilir. Alternatif modelleri çalışacağız. Daha küçük bir şey olsa 20 firma katılsa demek ki değeri buymuş dersiniz ama buna 3 firma katıldı. Tamam rakamlar bazılarının beklediğinden yüksek olmuştur ama ‘daha iyisi olur muydu’ kaygısı da kimsenin içinde olmasın istedik.”
BÜYÜMEDE OECD’NİN EN HIZLISI OLACAĞIZ: OECD geçenlerde bir rapor yayımlandı ve 10, 20 ve 30 yıllık büyüme projeksiyonları yaptı. Buna göre OECD ülkeleri bunların çoğu ama mesela Çin, Hindistan ve Endonezya OECD ülkesi değil. Ama OECD bu ülkeleri takip ediyor ve veri yayınlıyor. Bunları dışarıda tutarsak Türkiye önümüzdeki 10 yıl boyunca en hızlı büyüyecek ekonomi olarak gösteriliyor. Yüzde 5.4 bu önümüzdeki 10 yılın OECD’nin beklediği büyüme oranı.
2015 YILINDA YÜKSEK GELİR GRUBUNA GİRECEĞİZ: Milli gelirimiz artmaya devam ediyor. 2015 yılında inşallah Dünya Bankası sınıflandırmasına göre yüksek gelir grubuna gireceğiz. Dünya Bankası ülkeleri 4 sınıfa ayırıyor. Düşük gelirli ülkeler, alt-orta gelir grubu, üst-orta gelir grubu ve yüksek gelir grubu. Biz şu anda üst-orta gelir grubuyuz. Klasmanda 3’üncü kategorideyiz. 2015 yılı geldiğinde en yüksek kategoriye artık Dünya Bankası sıralamasında yüksek gelirli ülkelerin arasına girmiş olacağız. Bunlar piyasa kuruna göre satın alma gücü paritesine göre çevirdiğinizde yüksek rakamları gördük göreceğiz.
ABD-AB anlaşacaksa masa da olmalıyız
ABD ile AB'nin yapacağı serbest ticaret anlaşmasını krizin en pozitif sonuçlarından biri olarak nitelendiren Babacan, "AB-Meksika yaptı, AB-Kanada imzalamak üzere. Şimdi ABD yapacak. Kuzey Amerika ile AB, iki dev ekonomik blok tek pazar haline geliyor. İki dev pazar birbirlerine açılıyor. Eğer bunu doğru yönetirsek AB ve ABD ile siyasi ilişkilerimize çok katkıda bulunabilir ama öyle bir noktaya gelebilir ki, hem AB hem ABD ile siyasi ilişkilerde mevcut durumdan geriye düşebiliriz" dedi.
Bunun çok aktif çalışılması gereken bir konu olduğuna dikkat çeken Babacan, "Kimse şunun farkında değil. Biz Gümrük Birliği’ndeyiz. AB-ABD serbest ticaret anlaşması yaptığı zaman biz ABD mallarına kapılarımıza açacağız, hiçbir gümrük vergisi uygulayamayacağız. Ama ABD'ye olan ihracatımızda gümrük vergileri devam edecek. Şimdiden hazırlık yapmamız, Kongre üzerinde çalışma yapmamız lazım. AB’nin tüm üyeleri ile gündeme getireceğiz. Güney Kore ile serbest ticaret anlaşması yaptık. Başbakan Erdoğan bunu bir Güney Kore ziyaretinde baş başa görüşmede halletti. Başbakan bastırdı oldu. Yoksa bakanlıklar arasında ne mektuplar geldi gitti. AB ile konuşun diyorlardı. Burada AB sıkı durmalı. Bizi Gümrük Birliği'ne soktunuz, üye de yapmadınız aradan 18 yıl geçti. Madem böyle bir şey yapıyorsunuz bizde oturalım masada. AB imzayı atıyor sonra biz diğer ülkelerle boğuşmak zorunda kalıyoruz. Halbuki AB sıkı dursa, yönlendirme yapsa çok daha kolay çözülecek. AB biz yokmuşuz gibi davranıyor. Atıyor imzayı attığı imza bizi bağlıyor karşı tarafı bağlamıyor. Kongreye geldiğinde rüzgarın Türkiye’den yana estiği bir dönem yakalamamız lazım" değerlendirmesi yaptı.