“Başkalarının ne yaptığını bil ama ‘Ben ne yapıyorum’ diye sor”
Yılmaz Redüktör’ün ikinci kuşak yöneticisi Ender Yılmaz, Almanların sanayi hakimiyetini Uzakdoğu’ya kaptırma endişesi ile Endüstri 4.0 hamlelerine giriştiği görüşünde.
Rüştü BOZKURT
Atalarımız binlerce yılın birikimiyle “hareket berekettir” demiştir. Değişik girdileri bir ürüne dönüştüren süreçler hareketi anlatır; hareketin olduğu her yerde bir redüktöre ihtiyaç vardır. Redüktör üreticileri o nedenle “Biz hareketin kalbiyiz” derler.
İstanbul’a yeni taşındığım yıllardı. Eyüp semtinin yukarısında Yılmaz Redüktör’e gitmiştim. Mesut Yılmaz üç katlı bir binada yaptıkları işin önemini anlatmıştı. Mesut Yılmaz’ını girişimciliği 40 yılda 900 insana iş veren bir tesise dönüştü.Ve bugün 15 milyon dolarlık ihracat gerçekleştiriyor, 210 milyon liralık ciroya elde ediyor ve ISO’nun ikinci 500 listesinde 88’inci sırada yerini alıyor. Ülkemizde redüktör, 1960’lardan önce makinelerin üzerinde geliyor. İthal edilenlerin çoğunluğu da Doğu Alman kaynaklı. Önce redüktörleri tamir etmeyi öğreniyoruz. Sonra ilk olarak Kalafatyeri’nde redüktör yerli üretimi başlıyor. Zare Bedeyan ve Mesut usta öncü girişimciler.
Kastamonu / Abana’dan Kıraç’a yürüyüş
Başarı öyküleri öğreticidir. Gerçi benim genel bakış açım, “damdan düşenler daha da öğreticidir” varsayımına dayanır.
Babası İstanbul’un işgalinde Küçükpazar’da kahve işletiyor. Mehmet Yılmaz, “Sarı Ahmet” lakabıyla anılıyor. İstanbul’un işgali sırasında geceleri düşman askerlerine baskın yapan bir külhanbeyi. Hapse giriyor; hapisten kaçarak Abana’ya dönüyor. Bildiği iş kahvecilik, Abana’da da kahve ve Hotel işletiyor. Oğul Mesut Yılmaz 12 yaşında İstanbul’a Küçükpazar’da babasının arkadaşlarının yanına kaçıyor. Perşembe pazarında (Kalafatyeri) Rum ustalarının yanında çıraklık yapıyor. İşi öğrenince 18 yaşlarında borç harç bir torna tezgahı alıp ortakla Abana’ya dönüyor. Abana’da evleniyor, askere gidiyor. Askere giderken tezgahını satıp, parasını babasına emanet ediyor.
Mesut Yılmaz, asker dönüşünde tornanın parasını babasından istiyor. “Ne parası?” yanıtını alınca paranın harcandığını anlıyor. Kolundaki saati satıp yol parası yapıyor ver elini İstanbul... İstanbul’a geliyor. Bugünkü adı (Aksa Jeneratör) sahiplerinden Hamit Tavukçuğlu’nun yanında işe başlıyor. Bir süre çalışıyor. Gündüz işte, gece sabaha kadar arkadaşlarıyla kendine bir tezgah yapmak için çabalıyor. Mesut Yılmaz’ın gözü yükseklerde. Kendine güveniyor, yapabileceğine inanıyor. Ortak olduğu arkadaşı ise olanla yetinen biri, ilkeli bir tutkunun peşinde değil. Bu ortağından ayrılan Mesut Yılmaz kendi yolunda ilerlemeye kara veriyor.
Kalafatyeri’nde kendi yaptığı torna ile işine başlıyor. Kendi yaptığı radyal matkabı bile var.
Küçükpazar’da 25 m2 oda ve banyosu içinde iki çocuğu ve eşiyle yaşıyor. Kayınbiraderi de misafir geliyor; zorluklarla dolu bir yaşam.
Kendi yaptıkları tezgahın üzerindeki motor Çekoslavak MEZ markalı. Türkiye’ye 6 ayda motor geliyor. Tezgah bitmiş, motor alacak para yok. Eşi ev geçimine katkı yapsın diye dikiş makinesi ile fason dikiş işleri yapmakta. Hazır bir motor var, almak için dikiş makinesini satıyor aile. Elde avuçta ne varsa, paraya dönüşecek her şey satılıyor, O elektrikli motor satın alınıyor... Bugün Yılmaz Ailesi 100.000 metrekare alan üzerinde dünyaya mal satan elektrik motor fabrikasına sahip.
Bir gün, ORÜS Genel Müdürü Orhan Bey, ihaleyle, yüklü miktarda redüktör alınacağını söylüyor ve Mesut Usta’ya. İhaleye girmesini öneriyor.
Mesut Usta boyunun aşacağını söylüyor, ama Orhan Bey, “Mesut yapacaksın” diyor. Birlikte oturup günlerce, saatlerce çalışarak teknik resim çiziyorlar. İhaleye giriyor, 125 adet redüktör yapımını üstleniyorlar. İlk makineler yapılıyor, kabul için görevliler geliyorlar. Redüktörler çalışıyor, ama değirmen gibi ses. Mesut usta ağlıyor...”- Motorların en iyisini seçtik ses ortalığı yıkıyor!”. İçine kum koyarak alıştırma yapıyorlar, ancak ne mümkün yine gürültü ve ses, olması gerekenden çok. Görevli kabul etmiyor... Mesut usta “battım, battım” diye feryat ediyor. ORÜS’te Orhan Bey’e koşuyor. Aldığı yanıt, “kolay, kabul ettiririz...”olunca rahatlıyor. Ürünler üzerinde gerekli hatalar düzeltildikten sonra kabul gerçekleşiyor.
İkinci adres Bayrampaşa’da. 250 metrekare alanda yarısı dökümhane yarısı redüktör imalathanesi olan işyerine taşınılıyor. Bu ilk genişleme sırasında “At mı koşturacağız?” diye düşünüyor Abana’nın girişken çocuğu. Aynı sözü Beylikdüzü Kıraç’taki yere 1985’de taşındığı zaman da yineliyor.
1970 yılından itibaren Mesut Yılmaz’ın çocukları devreye giriyorlar ve babalarının yanında beraber çalışmaya başlıyorlar. Şinasi, Mustafa ve Ender Yılmaz, 1990 yılından itibaren tüm yetki ve firma yönetimini üstleniyorlar.
Mesut usta 2001 yılında Abana’da balığa giderken teknesinin içerisinde 69 yaşında vefat ediyor. Mesut usta ve eşinin adı, çocukları tarafından yaptırılarak Kastamonu üniversitesine bağışlanan “Abana Sabahat-Mesut Yılmaz Meslek Yüksek Okulu” ile yaşatılıyor.
Beylikdüzü Kıraç’da 22 bin metrekare, 35 bin kapalı alan... Çerkezköy 100 bin metre karede 42 bin metrekare kapalı alan... Üçüncü tesis yine Kıraç’ ta 20 bin metre karede 32 metre kare kapalı alan. Yeni satın alınan Çerkezköy OSB’de 4’üncü alan: 75 bin metre karede 50 bin metre kare kapalı alanla Yılmaz Redüktör bugünkü mekanları.
Sektörde lider ülke
Redüktör başta olmak üzere 1969 öncesi zincir dişliler, lastik kalıpları, kongresörler üretiliyor. 1970 sonrası redüktörden başka hiçbir şey üretilmiyor, redüktör üretimine odaklanıyor. 2002 yılında döküm fabrikası kuruluyor. 2012’de elektrik motor fabrikası devreye giriyor; entegrasyon çalışmaları halen devam ediyor. Yakın gelecekte Rüzgar türbinleri, Hızlı Tren şanzumanı ve motorları ve otomasyon malzemeleri (Frekans değiştiriciler)
Doğrusunu isterseniz ülkemizde üretmeyi öğrenmenin arka planı ilgimi çekiyor, ama benim asıl derdim başka: Endüstri 4.0’ın konuşulduğu günümüzde bizim makine üretiminin alt ayrıntılarında ne kadar hazır olduğumuzu anlamak. Ender Yılmaz’a, sektörde kalite ve standartlardaki gelişmeleri, lider konumundaki ülkeleri ve firmaları anlatmasını istiyorum. Açık yüreklilikle yanıtlıyor: “Sektör lideri Almanlardır. İtalyanlar, biz ve diğer ülkeler arkadan gelir. Redüktör kalitesi, deneyim, mühendislik, makine teçhizat, malzeme ve benzeri girdileri doğru orantılı olarak ele almayı gerektirir. Bizim kalite atlama noktamız 1996 yılıdır. Redüktör üretmenin kalbı dişlidir. Boşluklar doğru mühendislikle alınır. Dişlideki kritik nokta, yuvarlama sistemi. Şimdi yağ molekülleri üzerinde yuvarlama yapılıyor. Dişli dişliye değmeyecek, mikron düzeyinde mesafede ayarı gerekir.”
Müşteriyi ikna etmek için kalite konusunu nasıl anlattıklarını da soruyorum Ender Yılmaz’a. O da anlatıyor: “Kaliteyi anlatma çok farklı boyutlu bir iş: Birinci kısıtımız kendimize güven sorununu aşma. Bizim makinemizi alanın güven duyması gerekiyor. İkincisi, teknik ölçme kontrol ve bitirme işlemlerini yaptığınız tezgahların doğru kalibre edilmesi. Ölçemediğiniz hiçbir şeyi garanti edemezsiniz. En zoru “Yabancı malı” önyargısını kırmanın zorluğu, Almanya örneği verecek olursak; sektörü Alman Makineciler Birliği (VDMA) destekliyor. Kendi ekosisteminin oturmuş olması nedeniyle, kapsayıcı kurumlarıyla destekler sağlayan Alman üreticileri, rakiplerin gelişmesini önlemek için düşük fiyat verebiliyor, fiyat rekabeti yapabiliyorlar. Almanya’da kendi yerimiz var ve kendi markamız ile üretim pazarlama yapıyoruz. Çok ciddi zorluklarla pazarlama satış yapabiliyoruz. Bizi kabul edip dinlemeden, dışlamaya ve devre dışı bırakmaya çalışıyorlar. Bize başka marka öneriliyor, kabul etmiyoruz, biz kendi markamızı yaratmak istiyoruz. Türkiye’de milliyetçilik lafını ediyor, özüne yaklaşamıyoruz .Yurtdışında milliyetçilik nedir nasıl yapıyorlar görmek gerekli. Ülkemizdeki sanayimize ve sanayiciye sahip çıkmıyoruz. Almanya’da her yere ulaştık, bir Türk satın almacı, “...Ben Türk malı kullanmam” diyor. Bize şans vermek, önümüzü açmak istemiyorlar, bizim insanımızı dahi etkiliyorlar.”
Ve ülke imajı önemli. “Almanya’da ürünlerinizi pazarlarken sözü pişirerek söylemenin avantajı için hangi tektikleri geliştirerek ülke imajını aşıyorsunuz?” Sorusuna Yılmaz’ın yanıtı şöyle: “Almanya’da kalite sözcüğü ters etki yapıyor. Kalite işin gereği olarak algılanıyor. Toplumun mentalitesinde her ürün kaliteli olmak zorundadır; kalite bir meziyet olarak satış için kullanılmıyor. Çok doğru bir mantelite olduğunu ülkemizde bunu bir akım olarak geliştirilmesi gerek” diye anlatıyor.
Ender Yılmaz değerlendirmesini sürdürüyor: “Almanya’da bir kuruluş var: Adı FVA. Almanya’nın üniversiteleri ve dev firmaları var içerisinde. Biz de tesadüf girmişiz. Her yıl aidat ödüyoruz, üyesiyiz. Burada yapılan yeni araştırma geliştirmeleri ülke sanayilerinin gelişmesi için kendi içlerinde bilgileri paylaşıyorlar. Bu sistemi Türkiye’de neden kurmayalım? Böylece bir rasyonel otorite merkezi olsa işimize yarar. Bağımsız kuruluş hem teknoloji geliştiriyor hem kendilerine güveni artırıyor.”
“Elektronikte fırsatı kaçırdık”
Yılmaz Redüktör, 58 yılda ülkemizin ve dünyanın önemli üreticilerinden biri olabilmiş. İkinci kuşak yönetici olan Ender Yılmaz’a gelecekle ilgili düşüncelerini sormazsak, bu söyleşi amacından sapar. Soruyoruz ve yanıtını da alıyoruz. Öncelikle damdan düşenlerin hikayesinin beni daha mutlu ettiğini söylediğimden dolayı Nasrettin hocanın fıkrasını hatırlatıyor: “Nasreddin Hoca karısıyla bir yaz gecesi damda yatarken, artık ne olduysa olmuş, damdan aşağı düşüvermiş.
Gürültü patırtı derken, Hoca’nın başına toplanmışlar. İçlerinden biri :
• Hocam, hâlin nicedir; ne yapalım, deyince:
• Tez, demiş, bana bir damdan düşen getirin. Hâlimden ancak o anlar! Şimdi bizim durumumuz dünyada ve ülkemizde yaşanan olumsuz gelişmeler ve bugünlere gelene kadar yaşadığımız zorluklar neler yaptığımız ve yapacaklarımız olduğundan, ancak bizim gibi durumu damdan düşenler anlayacaktır”.
Endüstri 4.0’ın elektronik ve mekaniğin birleşmesi ve internet aracılığı ile işlerin başlangıcında bitişine kadar uzanan eş zamanlı gözetimi ve denetimi, başta zaman olmak üzere, her türlü kaynakta tasarrufu yaratması olduğunu anlatıyor.
Ve diyor ki “Almanlar ürün satmayı hızlandırmak için endüstri 4.0’ı ilk olarak 2011 yılında Hannover Fuarı’nda konuşuyor. Satış ve pazarlamanın farklı versiyonu olarak karşımıza adına devrim dedikleri Endüsri 4.0 sunuyorlar. Almanlar hangi devrimi gerçekleştirdi ki bunu dünyaya devrim diye sunuyorlar. Bence dünyadaki sanayi hakimiyetini yavaş yavaş Uzak Doğu’ya kaptırma endişesinin yarattığı kaygılar sebebi ile adına End.4.0 dedikleri hamleleri yapıyorlar. Ancak bu gelişimin dışında kayıtsız kalmadan hatta onların daha ötesinde yeni bir şeyleri biz onlardan önce düşünmeli ve uygulamalıyız.”
Ender Yılmaz içini çekerek anlatımını sürdürüyor: “Bakınız Avrupa’nın en büyük havaalanını yapıyoruz, Alman firmaları hemen loby oluşturuyor. ISO’da konuyu gündeme getiriyoruz. Yönetim kurulu sahip çıkıyor; gereken bilgi alınıyor. Kendi konum için söyleyebilirim. Görülüyor ki 65 bin adet redüktör satın almış bile. 50 km uzunluğunda konveyör hatları var çoktan ihalesi yapılmış gitmiş. Redüktör değeri 40 milyon euro değerinde. Oysa bu ülkede, bu ürünleri çok kaliteli üreten tesisler var, yazıktır. Yapılmayan ürünlerde de teknoloji transferi anlaşmaları ile %50 yerlilik şartı konulabilirdi. Türkiye’nin en büyük projesinde ne kadar varız? Yapabileceklerimizi ayıklayarak ihaleye çıktık mı? Yerli sanayimizi ne kadar koruyabiliyoruz? Tyseen’ın Hannover Fuarı’ndaki reklamlarında ülkemize sattıkları yer alıyor. Bizim kamu, özel kesim, medya ve STK’lar gibi ekonominin aktörlerinin işleyen bir ekosistemi olmalı ki yararımız en yükseklere çıkabilsin!”
Yılmaz, bizim ilgi odağımıza yöneliyor ve diyor ki “Redüktör üzerinde elektronik komponentler var. Redüktörde sensörler kullanılıyor. Bunlar Endüstri 4.0 mantığı, sisteminin bütününü iletişimiyle yeni bir kombinasyon ve sistem bütünü oluşturuyor”. Türkiye’nin elektronik komponentlerde eksiklikler olduğunu söylüyor. Bu şansı Uzakdoğu’ya kaptırdığımızı üzülerek açıklıyor. Elektronikte Strateji geliştirmede geç kalındığını düşünüyor. Mekanik ve yazılım konusunda daha iyi bir yerde olduğumuzu anlatıyor.
Ender Yılmaz’ın sektördeki gelişmelere ilişikin saptamalarını paylaşmazsak bu yazı eksik olur; anlamını yitirir. Yer darlığı nedeniyle “sektördeki gelişmeleri” bir perşembe yazımızda sizinle paylaşacağız.