Biyoekonomi olmadan rekabet zor!

Dünyada biyoekonominin boyutu büyük bir hızla genişliyor. AB'deki büyüklük 1.5 trilyon euro'yu aştı. Türkiye'nin ise bu alanda ise henüz bir yol haritası bile yok.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Talip AKTAŞ

DÜNYA - Türkiye'nin önümüzdeki dönemde sürdürülebilir kalkınmayı gerçekleştirebilmesi ve rekabetçi bir ekonomik yapıya sahip olabilmesi için gözardı edemeyeceği bir alana artık çok daha fazla geç kalmadan odaklanması gerekiyor. Gelişmiş ve gelişmekte olan bir çok ülkenin "stratejik" nitelik atfettiği bu alan "biyoekonomi".

Biyoteknoloji, genetik, biyomedikal bilimler, biyokimya, biyomekanik, biyomalzeme, moleküler biyoloji, biyofizik, farmakoloji ve biyoinformatik gibi ekonomik faaliyetlerin bütünü olarak tanımlanan biyoekonominin Avrupa Birliği'nde ulaştığı büyüklük 1.5 trilyon euro.  ABD'de tarımdan kaynaklı 76 milyar ve sanayiden kaynaklı 100 milyar dolarlık bir büyüklük mevcut. Kanada'da 87 milyar doları aşıyor. Türkiye'de ise biyoekonominin büyüklüğünü gösterir bir veri henüz üretilebilmiş değil.

Biyoekoniminin dayandığı biyoteknoloji alanına son yıllarda büyük çaplı yatırımlar yapılıyor. ABD küresel ölçekte biyoteknoloji sektörünün lideri olarak görülmekle birlikte, son yıllarda İrlanda, İsrail, Singapur, Güney Kore, Çin, Hindistan gibi ülkelerde bu sektör hızlı bir büyüme gösteriyor. Büyüme hızı, gelişmekte olan ülkelerde çok daha yüksek. Nitekim, 2000 yılından itibaren gelişmiş ülkelerin biyoteknoloji pazarları yıllık yüzde 17 büyürken, Asya'daki gelişmekte olan ülkelerde bu oran yüzde 36'yı buluyor.15 Bu ülkelerde, biyoteknolojinin stratejik sektör olarak belirlendiği, biyoteknoloji spesifik programları ve girişim sermayesi fonları gibi finansal sistemler tasarlandığı görülüyor. Aynı zamanda biyoteknolojinin hızla geliştiği ülkelerde nitelikli işgücü yetiştirilmesine yönelik özel eğitim programlarının yoğunlaştırıldığı, yasal düzenlemelerin kolaylaştırıcı şekilde yapılandırıldığı da dikkat çekiyor.

"Ulusal Biyoteknoloji Komitesi kurulmalı"

Bu saptamalar, Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı'nın (TTGV) "Biyoteknoloji Sektörel İnovasyon Sistemi-Kavramlar, Dünyadan Örnekler, Türkiye'de Durum ve Çıkarımlar" başlıklı raporda da dile getirildi. Raporda, pek çok ülkede genelde biyoteknoloji sektörü, özelde de odak alt sektörleri kurma çalışmalarının sürdüğü, gelişmekte olan ülkelerde biyoteknoloji sektörünün dönüşümünü desteklemek için "sektörel bir inovasyon sistemi" tasarımı gerçekleştirilerek buna göre hareket edilmeye çalışıldığı vurgulanıyor. Raporda, kapsamlı bir işbirliği ile sürdürülen programların temel vizyonunun, bilimsel çalışmaların stratejik düzeyde ve küresel ölçekte ticarileşmesine dayandırıldığı belirtiliyor.
Türkiye'nin de biyoteknoloji konusunu en geniş çerçevede ele alması gerektiği ifade edilen raporda, "Küresel eğilimler ve mevcut potansiyeller ışığında somut analizlere dayalı biyoteknoloji alanındaki odak alt sektörlerin değer zinciri yaklaşımı ile rekabet gücü elde edilebilecek şekilde seçimi ve önceliklendirilmesi, Türkiye'nin büyüyen biyoekonomide kendine niş alanlar yaratabilmesi için kritik bir gereklilik olarak değerlendirilmektedir" görüşü dile getiriliyor.

Raporda, "Teşviklerin, destek programlarının ve işbirliklerinin de belirlenen öncelikli alanlara pozitif ayrımcılık yapacak ve yol haritalarını mümkün kılacak şekilde yeniden yapılandırılması yararlı görülmektedir" deniliyor ve "Pek çok ülkede örneği ve yararları görülen, tüm tarafların temsil edildiği Ulusal Biyoteknoloji Komitesi'nin kurulması" öneriliyor.

"Niş alanlar yaratılabilir"

Raporun, "Biyoekonomi" bölümünü, hazırlayan Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Analisti Selin Arslanhan Memiş ile TEPAV Araştırmacısı Bilgi Aslankurt'un değerlendirmesinde de Türkiye'nin yaşam bilimleri politikasını ve bu sektörlerdeki stratejisini oluşturması ve rekabet gücü elde edebileceği odak alanlara yönelmesinin "kritik" bir önem taşıdığı vurgulanıyor.

TEPAV uzmanlarının çalışmasında, nüfus artışı, yaşlanma, kaynakların yetersizliği gibi faktörlerin etkisiyle artan ihtiyaçlara cevap olarak kullanımı birçok alanda hızla yaygınlaşan biyoteknoloji uygulamalarının, dünyada büyüyen bir biyoekonomi oluşturduğu da belirtilerek, bu büyümenin farkında olan ve yol haritalarını buna göre şekillendiren ülkelerde, biyoteknolojinin ekonomiye etkisinin hissedilebilir derecede arttığı vurgulanıyor. Türkiye'nin, biyolojik kaynaklar ve genetik çeşitlilik açısından birçok ülkeden daha büyük bir zenginliğe sahip olduğuna işaret edilen çalışmada şöyle deniliyor: "Türkiye aynı zamanda, kendi ihtiyaçları ve büyüyen pazarının yanı sıra, coğrafi konumu itibariyle sağlık ve ilaç talebinin arttığı pazarlara yakınlık açısından kritik bir konumdadır. Bunları kullanabilmek ve büyüyen biyoekonomide bir yer bulabilmek ise çeşitli politika ve uygulamaları gerektirmektedir. Biyoteknoloji spesifik finansal mekanizmalar oluşturmak, yol haritaları tasarlamak, yasal düzenlemeleri yapılandırmak, gerekli insan kaynağı alt yapısını geliştirmek ve fikri mülkiyet haklarını düzenlemek bunlardan bazılarıdır. Türkiye'nin büyüyen biyoekonomide kendine niş alanlar yaratabilmesi kritiktir."

21 yüzyıl "Yaşam Bilimleri" yüzyılı olacak

2050 itibariyle dünya nüfusunun 9.3 milyara ulaşması ve dünyada 65 yaş üzeri nüfusun payının yüzde 16'yı bulması bekleniyor. Kişilerin gelir artışı ile birlikte yaşam süresi ve kalitesini arttıran sağlık hizmetlerine talebin artacağı gibi, bunu yanı sıra gıda, temiz su, temiz enerjiye gibi doğal kaynak taleplerinde de artış olacağı öngörülüyor. Bu süreçte iklim değişikliğinin etkisiyle de dünyadaki ekosistemlerin sürdürülebilirliğinin daha da oldukça zorlaşacağı ve gelinen bu noktada, sadece sağlıkta değil, enerji, gıda gibi yaşamın tüm alanlarındaki etkisiyle 21. yüzyılın, "Yaşam Bilimleri"nin yüzyılı olacağı beklentileri ağırlık taşıyor. İhtiyaçların çözümüne yönelik üretilen inovatif süreç, ürün ve hizmetlerin ekonomileri doğrudan etkilediği, bilgi ve inovasyon temelli yeni ekonomilerin en önemli bileşenlerinden birinin "Yaşam Bilimleri" olması bekleniyor.