Bu sokaklarda yürümeye hiç doymuyor insan
Tarihi eserlerin muhteşem bir kadını süsleyen mücevherler gibi doğanın boynuna takıldığı Antalya Kaleiçi’ni ne zaman dolaşsam İstanbul’a tazelenmiş olarak dönüyorum... Hadi bu “Hafta Sonu Molası”nda beraber turlayalım şehri...
NERMİN SAYIN
Garson tavşankanı çayımı bırakıp uzaklaşırken, Yat Limanı manzarasına; “Kafdağı’nın ardı”nı aklıma düşüren; hafif bir sisi fular gibi kuşanmış karşıdaki dağlara yeniden dönüyorum yüzümü. Sabah İstanbul’da uçağa binerken üşümüştüm, oysa Antalya’nın bu güneşli öğleden sonrası, eski bir dostu görmüş gibi sarıp sarmalıyor beni... Zaman zaman yoğun yağmur alsa da, yağışın ardından hava yine güneşe dönüyor burada... E, ne de olsa güneyin sıcakkanlı kentindeyiz, tadını çıkarmaya bakalım kıştan çalınmış günlerin...
Çayımı yudumlarken önce bunlar geçiyor aklımdan, ardından seyre dalıyorum etrafta dolaşanları... Herkese bir rahatlık gelmiş sanki, kimsenin acelesi yok... Yine bu sabah, uçağa yetişmek için yaşadığım koşuşturmacayı hatırlıyorum. Ve birden fark ediyorum ki sabahtan beri Antalya sokaklarını arşınlarken benim de hiç acelem yoktu; bir aheste bestelik çökmüştü üstüme, insanın yalnız bacaklarına değil, ruhuna da rahat veren... Antalya’ya gelmeyi aslında en çok bundan seviyorum; yazları bol bol faydalandığımız denizi-kumu-güneşinin çok çok ötesinde bir kent o... Keyif alarak gezmek, ayrıntılarının, seyyahına sunduklarının tadına varmak lâzım.
Uygarlıkların mirası...
Bir kere şehir, ev sahipliği yaptığı uygarlıkların bilgeliğini kuşanmış. Sonra, sokaklarını süsleyen turunç ağaçlarının rahiyasıyla, falezlerini sarmış mavisinin büyüsüyle etkiliyor dünyanın dört bir köşesinden kendisini ziyarete geleni... Hem de İ.Ö. II. yüzyılda Attalos tarafından kurulalı beri... Yoo, tabii ki daha önceden itibaren olmalı, Bergama Kralı Attalos’un yönü de buraya döndüğüne göre. Zaten bugün kimi merkezde, kimi yakın ilçelerde kalan sayısız görkemli tarihi eser de bunun bir kanıtı değil mi... Sırası gelmişken anmalı, eğer Antalya’da vaktiniz müsaitse merkezdeki keyifl i turunuzu tamamlayıp yakın çevredeki önemli tarihsel duraklara da uzanmayı ihmâl etmeyin...
Gezginin seçeneği bol...
Ne diyorduk... Evet, “Attalos’un yurdu”nda verdiğimiz acelesiz moladan söz ediyorduk... İşte güneş kavuşmaya başlıyor... Dilersem limandan açılan onlarca tekneden birinde yaklaşık bir saatlik deniz sefası sürebilirim batan güneşe karşı... Dilersem, sabahtan beri yaptığım gibi yürümeye devam ederim Kaleiçi’nde. Evliya Çelebi’nin “Gayet sık bin ev vardır” dediği bölgede; çoğu sanat galerisi, hediyelik eşya -özellikle de kilim ve halı- satan dükkân, otel ya da restoran yapılmış tarihi evleri seyrede seyrede, fotoğrafl aya fotoğrafl aya saatler geçirir; ruhumu dinlendiririm. Kimi tekir bir kedi, kimi hâlâ solmamış bir dal begonvil süsler karelerimi... Ya da mazisini keşfe çıkarım kentin. Zarafetiyle gönül çalan Yivli Minare Camii’nden başlayacağım tur; Atabey Armağan Medresesi’nin kalıntılarına, bahçesinde bir parça soluklanıp yüzyıllar ötesine yolculuğa çıkabileceğim Sultan Alaaddin Camii’ne, şu sıralar restorasyonda olan Kesik Minare Camii'ne, Cumhuriyet Meydanı ve Ulusal Yükseliş Anıtı’na, Saat Kulesi ve komşusu 1600’lerden kalma Tekeli Mehmet Paşa Camii’ne, İmaret Medresesi’ne ve daha nerelere uzanır, kimbilir...
Hıdırlık Kulesi'nden Hadrianus Kapısı'na
“Kaleiçi’nde kaybolmak” temalı gezimde ayaklarım beni Hıdırlık Kulesi’ne de ulaştırıyor. M.S. 1.- 2. yüzyıllarda Anıt Mezar olarak yapıldığı tahmin edilen, sonraki dönemlerde kilise, burç, gözetleme kulesi gibi amaçlarla kullanılan kulenin çevresi yerli ve yabancı turistlerle epey hareketli... Hemen yanından başlayan ve gezginlere keyifli uzun yürüyüşler vadeden Karaalioğlu Parkı da öyle... Üstelik yeşille mavi; daha doğrusu turkuvaz yan yana, çünkü park, deniz kenarında... Bir süre dinlenip temiz havayı içime çekince kendime yeni bir hedef belirliyorum: Hadrianus Kapısı... Ünlü imparatorun ziyareti için yapılan kadim eseri de fotoğrafl adım mı, benden mutlusu yok!
Sofraların baştacı tahinli piyaz
Biraz da mutfak.. Kentten tadılmadan dönülmemesi gereken bir lezzet var: Piyaz... “Piyaz işte” deyip geçmeyin, yöreye özgü yöntemle tahinli olarak sunulan bol yumurtalı bu lezzeti fırsat yaratıp deneyin, pişman olmayacaksınız. Şehir merkezinde pek çok lokantada bulabileceğiniz piyazın eşlikçisi ise genelde köfte... Ya üstüne? Yine tahinle servis edilen kabak tatlısını öneririm. Antalya’dan gastronomik hediye alternatifiyse reçel. Ağaçlarda turunçları gördükçe, turunç reçeli istiyor zaten insanın canı.
Abidin Dino'dan Mübin Orhon'a bir sanat macerası
Antalya molalarım her zaman sanata da açılıyor. Bu kez keyifli bir sergi gezdim, size hem ondan, hem de yer aldığı mekândan bahsedeyim biraz da...
Antalya Ticaret ve Sanayi Odası’nın kente kazandırdığı Antalya Kültür Sanat’ta “Türk Resminin Paris Macerası”nı özetleyen “Elinde Işık Parçaları” sergisi yer alıyor 4 Mart 2018’e kadar. Binanın iki katına yayılan sergide; Fikret Muallâ, Abidin Dino, Avni Arbaş, Nejad Melih Devrim, Mübin Orhon, Selim Turan, Albert Bitran ve Hakkı Anlı’nın eserleri var. Sergi, Haldun Dostoğlu küratörlüğünde ve Pera Müzesi koordinatörlüğünde hazırlanmış. Molanızda "Elinde Işık Parçaları"na da vakit ayırmanızı öneririm. Mekânın diğer programları www.antalyakultursanat.org.tr'den öğrenilebilir.
Bu güzel evlerin içini merak ediyorsanız...
Sanata, tarihe ya da etnografyaya meraklıysanız Kaleiçi’nde adımlarınız siz farkına bile varmadan AKMED-Koç Üniversitesi Suna & İnan Kıraç Kaleiçi Müzesi’ni bulacaktır, şahsen benim her seferinde böyle oluyor. Geleneksel bir Antalya evini yaşatan binada tarihi Antalya fotoğrafl arı sergisi ve bir Kına Gecesi yerleştirmesi var. Aynı bahçede Aya Yorgi Kilisesi de bekliyor gezginleri. 1863 yılında yapılan, 1993- 1995 yılları arasında onarılan kilisede ise nefis Çanakkale seramiği örnekleri bulacaksınız. Üst katını da ihmâl etmeyin, buradaysa karşısınıza bir zamanların sokak satıcılarının fotoğrafları çıkacak...