‘Dünya devi yaratacak yatırımcıya reeskont penceresi açalım’
Merkez Bankası eski Başkanı Durmuş Yılmaz ile Türkiye’nin yeni hikayesinin ne olabileceğini konuştuk. Yılmaz, teşvik sistemine farklı bir bakış açısı getirdi
Merkez Bankası eski Başkanı ve TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Rektör Danışmanı Durmuş Yılmaz, iş dünyası için 2015’in ‘iyimser ihtiyatlılık’ içinde olunması gereken bir yıl olduğunu düşünüyor.
Yılmaz, enflasyonla mücadele eden Merkez Bankası’na herkesin tam destek vermesi gerektiğinin altını çizerken de gelen eleştirilerin yarattığı maliyete dikkat çekerek “Merkez Bankası’nın doğru kararları bu kadar eleştirilmeseydi şimdi politika faizi de, enflasyonda 100’er baz puan daha aşağıda olabilirdi” vurgusu yapıyor. Yılmaz, her hızlı büyüdüğünde cari açık yaratan Türkiye ekonomisinin rehavete kapılmadan yapısal sorunlara odaklanması gerektiğinin altını da bir kere daha çiziyor. Durmuş Yılmaz, 1980'lerin başında Güney Kore’de uygulanan modelin kamuoyu gündeminde tartışılması gerektiğini düşünüyor. Yılmaz’ın önerisi, tecrübeli sanayiciye yatırımının finansmanı Merkez Bankası’nın reeskont penceresinden gelmesi. Durmuş Yılmaz, Merkez Bankası politikaları, büyüme ve dış konjonktüre ilişkin gündemi DÜNYA'ya değerlerdirdi.
►Türkiye’nin yeni hikayesi ne olabilir?
Biz 2001 krizinden sonra ortaya konan programın sağlıklı sonuçlarını aldık. Yeni bir hikayeye ihtiyaç var. Hikaye de şu. Ekonominin potansiyelinin altında büyümesine neden olan cari açık ve ara malı - hammadde kısıtından çıkaracak yerli üretimi sağlamak.
Her hızlı büyüyelim dediğimizde cari açığımız artıyor. Geçmişte ithalatın belini kırdık denildi ama beli kırılan ithalat değil, büyüme oldu. Kur önemli bir değişken,diğer ülkeler ne yapıyorsa biz de yapalım, gerekirse kur savaşı; ama dalgalı kura geçtikten sonra biz sorunlarımızı hep kur etrafında tartıştık. Bu yapısal sorunların önünde perde olmamalı.Son 10 yılda özel sektör tarafından yapılmış çok az büyük aramalı ve hammadde yatırımı var. Dolayısıyla ne yapıp yapıp yapısal sorunları halletmemiz gerekiyor. 2011 yılında mevcut teşvik tedbirlerini revize ettik. Bugün geldiğimiz nokta itibariyle karşı karşıya olduğumuz sorun yapısal ve son alınan tedbirler önemli. O kadar çok değişkeni var ki hepsini yapacağız derken hiçbirini yapamaz hale gelmemeliyiz.
Yatırım senden finansman Merkez'den
►Sizin bir öneriniz veya ‘bakılması gerek’ dediğiniz model var mı?
İstenilen ülkeyle istenen şekilde rekabet edebilecek başta makine imalatı olmak üzere bir nihai ürün imalat sanayimiz var. Bu sektörlerde çalışan insan kaynağımız, mühendislerimiz yetenekli. Sorunumuz bu bilgi beceri ve yetenekle nihai ürünü üretecek ara malı ve hammaddemizin olmaması. Şimdi söyleyeceğimin çok riskli olduğunu biliyorum. Bu belki spekülatif değerlendirilebilecek bir öneri ama bir süreden beri bunu düşünüyorum. Acaba Güney Kore’nin yaptığı gibi bir hamle yapabilir miyiz? Büyüme ve cari açık arasındaki ödünleşmenin kırılması için çok kullandığımız - hiç üretmediğimiz, çok kullandığımız - az ürettiğimiz ve ithal ettiğimiz yüksek teknoloji içeren ara malları bu ülke içerisinde üretebileceklerimizi üretmemiz lazım. Ben onun için diyorum ki acaba bulundukları sektörlerde tecrübesi olanların önüne en ince detayına kadar çalışılmış, başlangıç ve bitiş tarihleri kesin olarak belirlenmiş, nokta atışı yapan çok az, üçü beşi geçmeyecek proje koyup ‘Kardeşim evine bile göndermiyorum. Bu yatırımı yapacaksın.’ Ben de sana Merkez Bankası reeskont penceresinden kredi vereceğim desek ve baştan bu projeler tamamlandıktan sonra pencerenin kesinlikle kapatılacağını açıklasak.
Mesela otomotiv sektöründe kullanılan paslanmaz çelik. Savunma sanayiinde kullanılan 10 temel metal, ileri teknoloji içeren plastik, önümüzdeki dönemin ana ulaşım sisteminin raylı sistem olacağı gerçeğinden hareketle her türlü raylı ara malı gibi. Türkiye’nin bunlara ne kadar ihtiyacı var. Dünyada bunu kim, nasıl üretiyor? Türkiye’de bunu üretebilir miyiz? Tecrübesi olan yerli sanayiciyi veya sanayicileri çağırsak ve üret desek. Yönetimine karışmıyorum ama takip edeceğim. Finansman teşviki de Merkez Bankası’nın sadece bu stratejik ürünler için açacağı reeskont penceresi olsa.
Geçmiş tecrübelerden bunun kolay olmayacağını biliyorum. Bu denetimden uzak olursa Türkiye’yi kötü bir yere de götürebilir. Ama bu işin temelinde asıl ‘adaletsizlik’ olacak. Çünkü tecrübesi olan firmalar tercih edilecek. Bu imkan herkese tanınmayacak .Güney Kore’de General Park öyle yapmış. Ama olsun buna katlanılabilinir. Zira bunun imalat sanayiinde ileriye ve geriye doğru çok büyük pozitif dışsallığı olacaktır. Becerilemez ise maliyeti yüksek olur, her şeyden önce para politikası zarar görür. Böyle kulağa hoş gelen bir şey Merkez Bankası’nı 1990 öncesi bilançoya geri döndürür mü? O nedenle kılı kırk yaran, akıllı, rasyonel, kayırmasız bir uygulama gerek.
Enflasyon düşmeden faiz düşürmek atı arabanın arkasına koşmaktır
►Enflasyon mu faizin, faiz mi enflasyonun sebebi diye bir tartışma var. Siz nasıl görüyorsunuz?
Önce enflasyonu yatırımcının, tüketicinin kararında dikkate almaya değer bulmadığı bir seviyeye, fiyat istikrarı olarak kabul edilen seviyeye getirme yükümlülüğünüz var. Eğer bu yükümlülüğünüzü yerine getiremiyorsanız o zaman enfl asyonist dönemlerde borç veren kaybediyor, resesyonist dönemlerde de borç alan kaybediyor. Hem kendi parasal tarihimize hem de dünyadaki parasal tarihe baktığımızda örneğin 2014 yılı ocak ayındaki kur gelişmelerine, Rusya’da olan bitene, 1970’lerde Amerika’da Paul Volcker dönemindeki enfl asyona baktığımızda olay şu ki faiz sebep değil faiz bir sonuç. Eğer 2014 yılı ocak ayında TL’deki aşırı değer kaybını önlemek, fiyat ve finansal istikrarı sağlamak için Merkez Bankası faizi yüzde 4.5’tan yüzde 10’a çıkartmasaydı ne olacaktı? Deneysel olarak gördük ki faiz arttığı için kur yatıştı. İstikrar geldi. Aynısını şimdi Rusya tecrübe ediyor. Rusya’da da faiz yüzde 6.5 tan yüzde 17 ye geldi ve para istikrara kavuştu. 1970’lerin ortalarından itibaren Paul Volcker enfl asyon yüzde 13-14’lere çıktığında faizleri artırarak Amerika’daki enflasyonu hızla aşağı çekti. Dolayısıyla tecrübe ve uygulama şunu gösteriyor ki faiz oranları enflasyonun sonucu. Enfl asyonun sebebi değil. Enflasyon kul hakkıdır, devlet enfl asyona izin vermeyerek vatandaşının cebine koyduğu paranın alım gücünü aşındırmamak zorundadır. Bizim Merkez Bankamızda şimdiye kadar bu analizden hareketle yönete geldi. Eğer faiz oranı gerçekten düşük tutulmak suretiyle enfl asyon düşecek ise o zaman son günlerde kurun 2.40’ların üzerine geçtiği dönemde birde faiz indirseydik demek ki Türkiye ekonomisi nirvanaya ulaşacaktı! Çünkü kur 2.40’ın üzerine çıkmış ihracata rekabet gücü kazandırmışız, öbür taraftan da faizi aşağıya çektiğimizde yatırımcımıza da önemli bir maliyet avantajı sağlayarak büyüyecektik! Ama realite bu değil.Faiz elbette bir finansman gideri.İSO-500 2013 Raporu'na göre şirketlerin 2013 yılı finansman giderleri 8 milyar TL civarından 17 milyar TL civarına yükseldi .Bu yaklaşık yüzde 120 ye yakın bir artış idi. Bu artışta faizden ziyade döviz borçluluğunun yüksek olması nedeniyle TL'deki değer kaybının belirleyici olduğu görülmektedir. Faizin sonuç değil, enfl asyonun sebebi olduğunu iddia edenler popülizm yapmıyorlar ve bunun doğruluğuna kesin inanıyorlarsa hemen eyleme geçip gereğini yapmalıdırlar, yoksa 77 milyon vatandaşın vebali omuzlarında olacaktır. Şayet politika çalışır ise bize düşen görev utançla milletten özür dilemek olacaktır.
►Peki realite nedir?
Sanayicinin tüccarın muhatap olduğu faiz uzun vadeli faiz. Merkez Bankası faizi, bankacılık sistemindeki likiditeyi yöneltmekle ilgilidir. Elbette Merkez Bankası’nın faizi uzun vadeli faizi de etkiliyor. Merkez Bankası kısa vadeli faizleri yükselttiğinde piyasa alınan kararın ciddiyetine, dolayısıyla da enflasyonun düşeceğine inanırsa orta ve uzun vadeli faizleri aşağıya düşürür. 28 Ocak’ta Merkez Bankası kısa vadeli faizlerini yüzde 4.5’tan yüzde 10’a çıkarttığında ‘enflasyonu düşürmek önceliğimdir’ dedi. Piyasa bu karara inanarak satın aldı ve bugün orta ve uzun vadeli faizler aşağıya geldi. Yani uzun vadeli faizlerdeki düşüş Merkez Bankası’nın o gün attığı adımın bir sonucu oldu. Faizin, enflasyon yarattığı söylemi ‘sonucun, sebeb olarak alınıp o sonuca göre de politika üretilmesi istenmesidir. Ben bunu biraz atı arabanın önüne değil, arkasına koşmaya benzetiyorum. Eğer 2-5-10 yıllık kağıtların getiri oranı aşağıya geliyorsa, dolayısıyla reel sektöre, tüketiciye kullandırılan kredi faizleri düşüyorsa Merkez Bankası’nın bu işi sıkı tuttuğu ve enfl asyonun düşeceğine yönelik uygulamalarının inandırıcılığınıanlatabilmesidir. Piyasa, Merkez Bankasının uygulamasını satın alarak,kredibil bularak diyor ki; 1 yıl veya 2 yıl sonra oraya vardığımda faiz bu olacak.
Faiz artırım beklentisi varlık fiyatlarına farklı yansıdı
►Nasıl bir yılı geride bırakıyoruz?
Gerek gelişen, gerek gelişmiş ülkeler kriz öncesi döneme kıyasla bir büyüyememe sorunuyla karşı karşıya kaldılar. Fakat buna rağmen ekonominin parasal tarafına baktığınızda özellikle borsalar, döviz piyasalarında ve diğer menkul kıymetlerde reel ekonomiden bağımsız olarak 2014 yılında yine de iyi bir performans gösterdi.
►Amerika da büyüme güçlü…
ABD’de de 3. çeyrek büyümesini yüzde 5’e revize ettiler. Gerçekten ABD krizi geride bıraktı mı? Büyüme trendine girdi mi? sorusu sorulabilir. Bu soruya ‘evet’ demek biraz erken. Şu söylenebilir; nispi olarak ABD’de büyüme artık bir rotaya girdi. Bu büyümenin ne kadar ayağını yere sağlam bastığını ve güçlü olduğunun görülmesi lazım.
►Faiz artırım beklentisinin ne kadarı satın alındı? Piyasalar kesinlikle faiz artışı olacağını satın aldı. Faiz artırımının olacağı kesinlikle bilinmesine rağmen bu her varlık fiyatına aynı ölçüde yansımadı. İlerleyen zaman içerisinde veri akışına bağlı olarak büyük ölçüde yansımış olacak. Faiz artırımı ile birlikte 2, 5 ve 10 yıllık ABD Hazine kağıtlarının faizleri yüzde 3’e yükseldiğine ABD'ye sermaye akımları hızlanacaktır.
Borsalardaki büyüme risk yaratır mı?
Borsalardaki şişkinlik düşük faiz nedeniyle bankalardan alınan kredilerle finanse edildiyse ve günü geldiğinde faizler yükseldiğinde bu kağıtları portföyde taşımanın maliyeti yükselirse bunun bir olumsuz etkisi olacağından kimsenin şüphesi olmasın.
►Bizde yaşanabilecek çıkış tahmin edilebilir mi?
Bizim Merkez Bankamız her ortamda ‘tedbirimizi aldık bir B planımız var’ diyor. Dolayısıyla gün gelip Fed faizleri yükselttiğinde Türkiye’den elde edilen getiri ile Amerika’dan elde edilecek getiri arasındaki makas daraldığında ve Türkiye riski ile Amerika’daki sıfır risk arasında fark mukayese edildiğinde eğer yatırımcı ‘bu riski almaya değmez’ derse sermaye çıkışları olabilir. Dolayısıyla bu çıkışların kur üzerinde etkisi olabilir. Kurdan maliyetlere, maliyetlerden enfl asyona, oradan da faizlere yansıması olur.
Risk ortaya çıkınca Ali'nin borsu ülkenin borcu olur
Türkiye’nin dış borç dinamikleri kırılganlığı artırır mı?
Ekonomimizin borçlanma ihtiyacı, düşük tasarruf oranı nedeniyle,azalmadı, arttı. Büyümek için kaynak şart. Türkiye’nin toplam dış borcu çoğu özel sektörün olmak üzere bugün 402 milyar dolara yükseldi. Bu borç 2002'de 43 milyar doları özel sektöre ait olmak üzere toplam 100 milyar doların az üzerindeydi. Dış borcun reel sektöre ait olanının önemli bir bölümü 3-5 yıl vadeli, çoğu ihracat geliri olan firmaların borcu ve doğal hedge var. Ayrıca hane halkının ve şirketlerin döviz mevduatı var. Hepsi doğru. Fakat güven sarsıldığında, kurun 2.41’e yükseldiği gibi bir hareket olduğunda, kimse borca uzunmuş, kısaymış diye bakmıyor. Bana dış borç ta korkulacak bir şey yok, artık IMF’ye de borcumuz bitmiş denildiğinde ben ‘Risk ortaya çıktığında, iş o kötü noktaya geldiğinde, borç Ali’nin Veli’nin değil ülkenin borcu oluyor’ diyorum. Ödemeler dengesindeki bir yıllık akıma baktığımızda önceki yıla göre bir azalma söz konusu. Ama burada ani duruş riski şahsen beklemiyorum.
Çin'in Swap Anlaşmaları dikkatle izlenmeli
Fed’i izliyor ama dünya ekonomisinde gözden kaçırmamak gereken ne var?
Çin’in swap anlaşmaları mutlaka takip edilmeli. Çin çok ağır gidiyor. Parasının hemen rezerv para olmasını istemiyor. Çin bu sene olmazsa gelecek sene 1 numaralı ekonomi olma yönünde ilerliyor. Ama Çinliler getireceği uluslararası yükümlükler, çevre ve iklim değişiklikleri gibi konularda alması gereken inisiyatifler nedeniyle 1 numaralı ekonomi olmak istemiyor. Ama bu arada parasını uluslararası rekabete sokacak şekilde anlaşmalar yapıyor. Değişik ülkelerle ulusal paralar ile ticaret yapabilmek için swap anlaşmaları yaptı. Ayrıca ne kadar doğru olduğu bilinmemekle birlikte, Çin’in son zamanlarda vatandaşlarına tanıdığı altın edinme serbestisi yoluyla 30 bin ton altının birikmesine neden olduğu yolunda ispatı zor spekülasyonlar dolaşıyor. Bir süre sonra parasını altın standardına bağlayıp doları tahtından düşürecek diyorlar. (ThingsThatMakeYouGoHmmm…, How CouldItHappen? By Grant Williams, November 25, 2014) Dolayısıyla Çin’i hiç gözden kaçırmamak lazım.
Tavsiyeler...
2015 için sanayice, tüccara tavsiyeniz olur mu?
Sanayiciye, tüccara vereceğimiz en önemli tavsiye, belirsizliklerin olduğu ortamlarda mümkün olduğu kadar öz sermaye ile çalışmaları aşırı kur riski almamaları olur. Ayrıca, kurumsallaşmaya dikkat etsinler ve daha fazla nasıl verimli çalışırız diye kafa yorsunlar.
2015'te nelere dikkat etmek laızm?
Piyasa insanların niyetini okumaya çalışıyor. O niyetinden orta ve uzun vadeli ekonomik politikaların tutarlı olduğuna ve olacağına inanırsa gerek yatırımında gerek tüketiminde daha aktif davranıyor. Karar alıcıların, piyasadaki olumlu algıları bozmadan davranmaları lazım.