Güz renkleriyle süslenirken İstanbul

Bu defa önce Boğaz’da, ardından Tarihi Yarımada’da yürüyüş yapmaya, uzun zamandır ihmal ettiğimiz şehirlerin ecesinin gönlünü almaya ne dersiniz? Tabii sanat duraklarının da olduğu bir mola olacak bu.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

NERMİN SAYIN

“Eylül toparlandı gitti işte / Ekim filan da gider bu gidişle.” Turgut Uyar’ın bu dizeleri son günlerde en çok aklımıza gelenlerden. Ama gelin biz, ekimin başında şairin bu karamsarlığına kapılmayalım da sonbaharın “sombahar” olduğunu hatırlayalım. Zaten sonrası kış, gri. Gerçi biz seyyahlar kışın da molalar yaratmayı biliriz ama yine de sarının başrolde olduğu şu günlerin tadı başka. Ben, geçen iki hafta sonunda İstanbul’daydım; trençkotumu giyip şemşiyemi aldım ve uzun zamandır ihmal ettiğim şehrimin güzüne “merhaba” demek için vurdum yollara. Günlük koşuşturmacanın içerisinde güzelliğini kanıksadığımız İstanbul’un biricikliğini bana yeniden hatırlatan bir rota çıktı ortaya, kendiliğinden... Ben de, hem İstanbul’da yaşayanlara hem de bu sonbahar yolu şehirlerin ecesine düşeceklere hatırlatmalar yazmaya karar verdim. Eminim siz de benim gibi “Çok güzel hâlâ İstanbul’da sonbahar”ı söyleyerek kat edeceksiniz bu güzergâhı.

Haydi Emirgan'a...

Benim için “İstanbul’da gezmek” demek Boğaz’da yürümek demek. Sabahın ilk saatlerinde, adını 17. yüzyılda Osmanlı’ya teslim olup bu bölgeye yerleşen Emir Gûne Han’dan alan Emirgan’da başladı günüm. Emirgan Korusu olsun, dedim rotanın başlangıcı. Korunun başı göğe uzanan ağaçlarını sarımtrak tonların getirdiği bir duygusallık kaplamış, bir oturaklılık gelmişti ortalığa. Doğayı seyrede seyrede ferah bir yürüyüş yaptım, canayakın sincaplarla hasbıhâl ettim, Sarı Köşk’te bir kahve içtim ve deniz özlemimi dindirmek için çıktım dışarı.

Deniz havası...

Atlı Köşk’ün yani bugünün Sakıp Sabancı Müzesi’nin yanından inerek buluştuğum Boğaz, o gün, pırıl pırıl açık havi tonlardaydı. Pek çok İstanbullu benim gibi "Deniz havası bir başka" diye düşünmüş olmalı ki sahil yürüyenler, koşanlar, bisikletliler ve köpeğini gezdirenlerle doluydu. Deniz ise teknelerle. Emirgan’ın çok sevdiğim ara sokaklarına şöyle bir bakıp tarihi dokunun tadını da çıkardım ama Boğaz’ın mavisi gönlümü çalmış, yönümü Rumelihisarı’na doğru çevirmişti bir kere. İnanın nasıl geldiğimi anlamadan Hisar'ın kadim gövdesi giriverdi kadrajıma... Boğaz’ın bekçisi, Fatih’in yadigârı Rumelihisarı’na bakarak 1453’ün mayısını, o ruh halini düşündüm uzun uzun... Binasını da çok sevdiğim Borusan Contemporary'deki sergileri gezip kahvesinde soluklandım biraz. Ardından da kendimi yokladım: “Hadi, dinlendin, istikâmet Bebek” dedi içimden bir ses. Tabii bu arada vakit öğleni bulmuş, Bebek de epey kalabalıklaşmıştı. Spor yapanlarla, kitap okuyanlarla dolu Bebek Parkı, asırlık ağaçlarıyla ideal bir mola yeri olarak göründü gözüme. Fuzuli’nin heykelinin bulunduğu alanda oturdum, serinleten ama henüz üşütmeyen rüzgâr, deniz kokusunu taşıyıverdi yenidenburnuma. İnternetten yeni çıkan kitapları incelemek için fırsat bildim bu arayı. Melih Uslu’nun “Yürüyerek İstanbul”unun yayınlandığını görünce, gülümsedim. “Bir sonraki yürüyerek İstanbul turundan önce göz atmam şart!” diyerek kalktım parktan...

Şehri yeniden keşfedin

Tarihi Yarımada'nın kalbinde

Bir başka sonbahar gününe de Gülhane Parkı'nda başladım. İstanbul'un kalbinde, Sultanahmet'te bulunan parkın en güzel yönü ne biliyor musunuz: O kadar büyük ki sokağın kalabalığından kaçmak için kapısından girmeniz yeter! İstanbul Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi'ne de ev sahipliği yapan parkta önce kalabalık bir fotoğraf grubuna, ardından yoga yapanlara rastladım. Sarayburnu'na kadar yürüdüm, burada da ağaçların saçları sararmıştı hafiften... Sonra, en sevdiğim yokuş olan Osman Hamdi Bey Yokuşu'ndan çıkıp Arkeoloji Müzeleri'ne uğradım... Topkapı Sarayı bahçesini geçip Ayasofya'yı (altta) sağıma alarak tramvaya doğru ilerlemeye başladığımda dingin bir güne akşam çökmeye başlamıştı bile...

Gülhane'ye gitmişken

Düşler Ülkesi: Troya'yı ziyaret edin!

Gülhane Parkı’ndan çıkınca Osman Hamdi Bey Yokuşu’na sapıp İstanbul Arkeoloji Müzeleri Darphane-i Amire’ye uğramanızda da fayda var, çünkü burada sizi 26 Ekim’e kadar “Düşler Ülkesi: Troya” karşılacak. Kale Grubu’nun katkıları, Etnik Popüler Sanatları Koruma ve Geliştirme Derneği ve yeni nesil sanatçı platformu BASE işbirliğiyle düzenlenen sergi, 2018 Troya Yılı etkinlikleri kapsamında hazırlandı ve Çanakkale’nin ardından İstanbul’da sanatseverlere sunuluyor. Sergide, yeni nesil sanatçıların bu kapsamda Troya Antik Kenti’ni yorumladığı eserler sanatseverlere sunuluyor. Türkiye’nin farklı illerinden kadim efsaneleri yeniden yorumlayan 29 genç sanatçı eserlerinin yer aldığı serginin küratörü Derya Yücel. “Düşler Ülkesi: Troya"da; baskı, cam, enstalasyon, fotoğraf, grafik tasarım, resim, seramik, video gibi sanatın farklı alanlarından eserler bir arada görülebiliyor. Troya “İstanbul’a gelmişken” göz atmakta fayda var.

Emirgan'a gitmişken

Osman Hamdi’yi yakından tanıyın!

Emirgan Korusu’ndan Boğaz’a indim mi yapacağım şey belli: Keyifl i manzarasıyla da gönül çelen Sakıp Sabancı Müzesi’ne uğramak; önce bahçenin, ardından sergilerin tadını çıkarmak. Müzeye şu sıralar yolu düşenleri hem resmin hem “polisiye”nin keyfini varabilecekleri bir sergi bekliyor: “Görünenin Ötesinde Osman Hamdi Bey.” Tabii polisiye işin şakası, ama serginin içinizdeki merak duygusunu gıdıklayacağı kesin! Sergi için, Osman Hamdi Bey’in “Vazoda Çiçekler”, “Kuran Okuyan Hoca”, “Kokona Despina” (yanda), “Naile Hanım Portresi”, “Arzuhalci” ve “Cami” tablolarının konservasyon ve bilimsel araştırma çalışmaları yapıldı. Bank of America Merrill Lynch’in dünya çapında yürüttüğü “Sanatı Koruma Projesi” kapsamındaki çalışmasının sonuçları da “Görünenin Ötesinde Osman Hamdi Bey” sergisiyle sanatseverlere sunuluyor.

Boğaz'a gitmişken

Perili Köşk’e uğrayın...

Adımladığınız güne, hatta günün hangi saati olduğuna bağlı olarak lacivert bir boğaz ve fotoğraf çektirmeye bayılan bulutlar eşlik edebilir gezinize... Doğrusu bu kadar şanslıysanız her iki yakada da kayıp gitmiş olmalı kilometreler ayaklarınızın altında. Diyelim ki benim rotamda olduğu gibi Avrupa tarafındasınız. Kendinizi Perili Köşk’ün yani Borusan Contemporary’nin yanıbaşında bulmanız kaçınılmaz. O zaman içeri buyrun ve kısa bir süre önce başlayan iki çağdaş sanat sergisiyle zihninizin kapılarını açın: Universal Everything’in gerçekten çok ilginç olan “Akışkan Bedenler”i ve Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu’ndan eserleri Dr. Necmi Sönmez’in küratörlüğünde bir araya getiren “Üvercinka” sizi bekliyor.

Keyifli yürüyüşler

Sonbaharda bir başka: Ağva

- Ya İstanbul'un diğer nefis noktaları... Buraya yalnızca üçü sığdı, ilki bana her zaman hem İstanbul’un burnunun dibinde, hem sanki bambaşka bir diyarda gibi gelen Ağva. Eminim ki sonbahar renkleri ona da çok yakışmıştır.

Sokaklarında kaybolarak

- “Kapalıçarşı deyip geçme / Kapalı çarşı / Kapalı kutu” demiş Orhan Veli ... Evet, belki doğayla değil ama İstanbulla onca kalabalık içinde baş başa olmak için sokaklarında bir kere daha kaybolarak gezilmez mi Kapalıçarşı?

Adalar'da doğayla baş başa

- İstanbul’da maviyle yeşilin kol kola olduğu yerlerin başında Adalar geliyor. Begonvil mevsiminde mor, sonbaharda ise sarı katılıyor bu gökkuşağına. Özetle Adalar, bu mevsimde bir kere daha görmeye değer.

Bu konularda ilginizi çekebilir