“Herkesiz her yerdeyiz her şeyiz...”

Uzun yıllardır çeşitli şirketler için araştırmalar yapan Nurhan Keeler, mesleğinin dünden bugüne değişimini “Araştırma, trendler, tasarım ve danışmanlıkta dijital olduk. Artık biraz herkesiz, her yerdeyiz ve her şeyiz. ‘I am we’ olduk” sözleriyle özetliyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

EMRE ALKİN

Bu hafta konuğum Nurhan Keeler. Felsefe okuyup, Yunancayı ana dili gibi öğrenip turist rehberliği yapan, sonra araştırmacı olup pazarlama dünyasına geçen, küresel markalarda çalışan, mentorluk ve koçlukla devam eden bir hanımefendiden bahsediyorum. Yaptıklarını dinlerken “Bravo, bravo” dedim sürekli içimden. Öğretmen bir anne babanın yetiştirdiği bir kızdan başkası beklenmez tabii. Kendi çocuklarını aynen bu şekilde özgür büyütüyor. “Uzun yaşam” ile ilgileniyor. Hepsini anlatmayayım. Söyleşide çok şey var. Paylaşmasak olmazdı.

- Okuyucuların tanıması için tam olarak bugüne kadar ne yaptığınızı kısaca anlatır mısınız?

Hacettepe Üniversitesi’nde felsefe okudum ve son iki dönemde Eski Yunanca dersleri de aldım. Kavafis’in şiirleri ve Lawrence Durrell’in “İskenderiye Dörtlüsü”nün etkisiyle rüyamda hep İskenderiye ve Atina sokaklarında dolaştım. Okulu bitirir bitirmez, 1986 yılında, nihayet Atina’ya gittim ve 2 sene orada yaşadım. Türkiye’ye geri dönünce Yunancayı unutmamak için Yunanca profesyonel turist rehberi oldum.

Bu sayede Türkiye’yi kültür, tarih ve coğrafyasıyla daha iyi tanıma fırsatım oldu. Sonra rehberlik gibi kültür, etnografi ve seyahatle ilgili olan bir alana; araştırma sektörüne geçtim. Nielsen’de araştırmayı ve istatistiği öğrendim. Etnografik araştırmalar ve üniversitede aldığım semioloji dersleri sayesinde kültürün kodlarını çözmeye çalıştım hep. Nielsen’den sonra Coca- Cola’da stratejik pazarlama, araştırma ve trend müdürü olarak çalıştım. Keyifli, çalışanına inisiyatif tanıyıp yatırım yapan bir yerdi Coca-Cola. Simülasyonu, satış projeksiyonlarını, marka geliştirmeyi, stratejik planlamayı, fiyatlamayı, trendleri takip etmeyi, global ve lokal pazarlamayı öğrendim. 1999’dan itibaren iki sene, 120 kişilik GfK Panel’in genel müdürlüğünü yaptım. Hanelerin alışveriş sepetini takip ettik. Markalararası geçişleri görmek, marka repertuarını analiz etmek, penetrasyonu ve mevsimsel tüketimleri ölçmek, fiyat analizleri yapmak stratejik bir işti. 2001’de Trend Group’u kurdum. Dünyadan ve Türkiye’den şirketlere araştırmalar yapıp trendleri takip ediyoruz. Trend ve araştırmaları kullanıp fikir ve ürünler geliştiriyoruz.

Şimdilerde AB projelerinde stratejik planlama ve pazarlama uzmanı olarak da çalışıyorum, pazarlama planları hazırlıyorum, tüketici ve endüstriyel araştırmalara devam ediyorum, trendleri analiz ediyorum, koçluk ve mentorluk yapıyorum, firmalar için makaleler hazırlıyorum, 94.9 Açık Radyo’da “Biofilia” programını hazırlayıp sunuyorum.

- Yaptığınız işi seçmenizde yaşadıklarınız mı etkili oldu, yoksa çocukluktan gelen bir motivasyon mu?

Okumayı ve gözlem yapmayı severdim. Felsefe, araştırma ve koçlukta önce öğrenmeyi ve gözlem yapmayı öğrendim. Sonra da hayata katılmayı öğrendim, kendi kelimelerimi ve sözlerimi buldum. İnsanları ve markaları yönlendirmede, marka, fikir ve ürün yaratmada daha cüretkâr oldum.

“Bir şeyler yaptım ama istediğim kadar değil"

- Anne ve babanızın, ailenizin hayattaki seçimlerinize etkisi oldu mu? Nasıl bir ailede büyüdünüz?

Annem de babam da öğretmendi. Ev MEB’in klasikleriyle doluydu. Annemden ötürü keman ve çizgiromanla, babamdan ötürü kitaplarla ilgilendim. Ablam aktivistti, cesur bir kızdı. Felsefe ve meslek seçimimi sorgulasalar da saygı duydular.

- Bu işi yapmaya ne zaman karar verdiniz? Bugün istediğiniz yere geldiğinizi düşünüyor musunuz?

Coca-Cola’da çalışırken trend uzmanı olmaya karar vermiştim. Araştırma yapmak bana yetmiyordu. Dünyayı dolaşmak, trendleri saptamak, tasarımla ilgilenmek istiyordum. Bunları yaptım sayılır. Bol seyahat ettim. Seminerlere, fuarlara, festivallere katıldım. Bir şeyler yaptım, ama, istediğim kadar yapamadım. İstediğim yere gelmek için potansiyelimi ve büyük bir şeyler istemem gerektiğini geç keşfettim. Şimdi ne istediğimi ve oraya nasıl gideceğimi daha net görüyorum.

- Sosyal medya yaptığınız işte ne kadar etkili?

Bir trendle, bir araştırma, bir makale, anlamlı bir hikâyeyle sürekli görünür olmamız lazım. Yaptığımız bir proje diğer bir projeyi, bir hikâye diğerini doğuruyor.

“Erkekler kulubinde iş yapıyoruz"

- Yaptığınız iş dünden bugüne ne kadar değişti?

Araştırma, trendler, tasarım ve danışmanlıkta biz de dijital olduk. Online araştırma yapıyoruz, online yaşam tarzlarını takip ediyoruz. Artık biraz herkesiz, her yerdeyiz ve her şeyiz. “I am we” olduk.

- Başka hangi mesleği tercih ederdiniz ya da ne yapmak istediniz?

Kesinlikle geriatriyi tercih ederdim. Şimdi gelişmiş ülkelerdeki çocukların yarısı yüz yaşına kadar yaşıyor. Uzun yaşam, kaliteli yaşam kurgularını getirdi. Modern simya gibi bir şey bu.

- Bu işte eğitimin, ilişkilerin ve tecrübenin payı size göre yüzde kaçtır?

Özellikle sizin mesleğinizde... Eğitim yüzde 20, tecrübe yüzde 30 ve ilişkiler yüzde 50 etkili. Network’ün etkisi her zaman daha büyük. Kadın olarak cinselliği kullanmıyorsanız 5-0 geriden başlıyorsunuz ama... Erkekler kulübünde iş yapıyoruz.

- Bu işte ekmek var mı? Varsa nereden başlamalı?

Çok büyük paralar her işte var ama, nasıl iş yaptığınıza bağlı. Çok para biraz hoyratlıkla geliyor.

“Şu dünyadaki en önemli şey coşku"

- Hiç unutamadığınız bir anı var mı? Sizi çok güldüren ya da şaşırtan, belki de kızdıran?

Her gün bir şeyler oluyor, çünkü yüzde 60’ım spontan. Eğleniyorum, keyifl iyim ama, çok büyük şeyler olduğu için değil. Doğuştan neşeliyim. Beni şaşırtan bir şey var: O da lüksü yaşadıkça lüksün çok parayla alâkâlı olmadığını görmek. Klasik lüks çok kaba ve klişe bir şey. Lüks inceliklerde ve keşifte gizli...

- Yaptığınız işte örnek aldığınız kim ya da kimlerdir?

Açık Radyo’dan özellikle Ömer Madra’dan çok şey öğrendim. Bir sohbetimizde bana Chris Hedges’den bahsetmişti. Hedges rahip, Princeton Üniversitesi’nde hoca, Pulitzer ödüllü yazar ve aktivist. Ona bakınca şu dünyada çok az şey yaptığımızı gördüm. Efsane dansçı Pina Bausch’un hayatından yöneticilik dersleri çıkardım. Çalıştığı kişilerle 25 sene çalışmış ve hepsini çok parlatmış. Edward de Bono’ya bakınca basit ve 6 yaşındaki bir çocuğun anlayacağı şekilde yazmak ve anlatmak gerektiğini anladım (yapamadım henüz ama olsun.) Pınar Öncel ve Tuna Özçuhadar’ın başlattığı Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’nde gösterilen filmlerden başka bir dünyanın mümkün olduğunu ve sosyal girişimciliği öğrendim. “Beşikten Beşiğe”nin tasarımcısı Michael Braungart’tan derin ve ciddi konuları neşeli anlatmak gerektiğini ve kiraz ağacı gibi davranmak gerektiğini öğrendim. Yogilerden ve üzümlerden şu dünyadaki en önemli şeyin coşku olduğunu öğrendim.

- Çocuklarınız sizin yaptığınız işi yapsın ister miydiniz?

Snowboard, matematik, fizik, geriatri, müzik, tasarım yapsınlar...