Tarihin ilham dolu fısıltıları

NERMİN SAYIN

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

NERMİN SAYIN

Serde seyyahlık olunca insan her gördüğü yerden ruhuna iyi gelecek bir şey devşirmesini öğreniyor. Masmavi bir denizin kıyısındaysanız iyot kokusuyla yaşama sevincinizin tazelendiğini; dirilip gençleştiğinizi hissediyorsunuz, sanat dehalarından birinin eserlerinin yer aldığı bir müzedeyseniz bir yapıtta fark edebileceğiniz minicik bir detay sizi heyecanlandırmaya yetiyor.

Durağınız gastronomisiyle öne çıkan bir kentse damağınızı çatlatan her lezzetle hayatın güzelliğini daha da özümsüyorsunuz. Karlarla kaplı yüce bir dağın başında tabiata duyduğunuz hayranlığın sınırı gökyüzünün tavanı kadar oluyor. Modern, yaşam dolu bir şehire düştüyse yolunuz bu kez onun rengârenk enerjisine kapılıp gidiyorsunuz.

Beni bırakırsanız bu listeyi uzattıkça uzatırım, halbuki asıl söylemek istediğim şu: Tüm bu seyahat deneyimlerinin ruhumuza iyi geldiği kesin, fakat en ilham vereni hangisi biliyor musunuz? Bir höyüğün önünde; “birzamanların kapısı”nda, maziyi dolaşan rüzgârın en gür estiği tepecikte durmak! En azından benim için bu, böyle. Dolayısıyla ne zaman tarih kokan bir durağa düşse yolum aklımda onlarca taze fikirle, işime gücüme; yaşamıma uygulamayı planladığım bir sürü yeni buluşla, tepeden tırnağa ilham dolmuş olarak dönüyorum İstanbul’a. “Nasıl yani?” diye soracak olursanız... Toprağın kenarından aralanıp bugüne yüzünü gösteren dünün dünyası benim hayalgücümü ateşliyor, diyebilirim. Tıpkı geçen hafta çıktığım seyahatte olduğu gibi...

Efendim, geçen cuma, bir grup gazeteci arkadaşımla birlikte İstanbul’dan Ankara’ya uçtuk, oradan da Kırşehir’in Kaman ilçesine mi, yoksa 2018’den 4 bin yıl öncesine mi olduğunu artık “karıştırdığım” bir yolculuğa çıktık. Varış noktamızda bizi karşılayansa onlarca öykü çıkarabilecek iki ana “kaynak”tı ve bu, iflah olmaz bir edebiyatsever olan beni ziyaretin içine daha da çekti. Kaynak sıfatını yakıştırdıklarımdan ilki; dünya tarihini şekillendiren en önemli güzergâhlardan biri olan Tarihi İpek Yolu üzerindeki, 4 bin yıl önce de “yaşanılan”, güzel günler ve felaketler görülen, bugünün İç Anadolu’sunun sıcak yazlarında ter dökülüp ayaz kışlarında ellerin buz kestiği, insan var olduğundan beri hüküm süren sayısız duygunun yaşandığı höyüklerdi. İkinci “kaynak”sa binlerce kilometre öteden gelip -dile kolay- 33 yıldır Anadolu’nun bağrında bu kazıları yapan, 2 bini aşkın eser çıkarıp bir müze kuran ama yalnızca arkeolojiyle değil, yöre insanıyla iletişim kurmakla ve tabiatı güzelleştirmekle de ilgilenen Japon bilimadamları... Nasıl, hikâye ilginçleşmeye başladı değil mi?

Bugün Kaman’daki Kalehöyük, Kırşehir'deki Yassıhöyük ile Kırıkkale’ye bağlı Büklükale’de çalışmalarını sürdüren Japon Anadolu Arkelojisi Enstitüsü’nün temelleri 40 yıl önce atılmış. Altes Prens Takahito Mikasa tarafından Tokyo’da kurulan enstitü, dünya tarihini anlamanın yolunun kültürlerin buluşma noktası Anadolu’dan geçtiğini fikrinden yola çıkarak 1985’te Kalehöyük’te başlamış çalışmalarına. Enstitünün başkanlığını üstlenen Dr. Sachihiro Omura 44 yıldır ülkemizde. Ve genç bir öğrenciyken Anadolu’ya gelip yıllarca kazı yapmayı hiç düşünüp düşünmediğini sorduğumda, bana son yıllarda duyduğum en kendinden emin “Tabii” cevabını veriyor.

Ankara’da tanıştığı, halen kazı ekibinin başında olan arkeolog eşi Masako Omura da onun kadar kalbini kaptırmış Anadolu toprağına. Şunu da yazarsam tutkularının derecesini daha iyi anlayacaksınız: İkilinin en hayıflandıkları şey, daha on yıllarca süreceğini düşündükleri kazıların sonuçlandığını göremeyecek olmak... Tüm gün boyunca anlattıklarıyla bizi geçmişin ahenkli sayfalarında dolaştıran Dr. Sachihiro Omura, “Anadolu’nun tarihini dünyanın tarihi olarak görüyorum” diyor ve bunu dünyanın birçok yerinden gelen kavimlerin, toplulukların kendilerinden bir şeyler bırakmış olmasına bağlıyor. Ve ekliyor: “İç Anadolu’nun tam merkezi olan Kalehöyük de bunun önemli bir parçası. Burada çalışmak, dünya tarihini okumak demektir. Kaman Kalehöyük’te şimdiye kadar 4 bin 300 sene öncesine ulaştık. 30 yılda 7 medeniyeti ortaya çıkardık. Yerin altında hâlâ ulaşamadığımız tarih katmanları var. Kazımız 33 senedir devam ediyor, daha da kazılacak çok yer var. Bu, bir neslin bitirebileceği bir iş değil. Arkeoloji bir usta-çırak işi… Bizden sonra bu değerli alanı devralanların, bizim bulduklarımızın üzerine çok daha fazlasını koyacaklarına inanıyorum.” Sachihiro Omura, buluntuların zarar görmeden incelenebilmesi için kuruma bir X-ray cihazı temin edilmesine katkı sağlayan, şu günlerde eserlerin saklandığı deponun yenilenmesi için çalışmalar sürdüren ve gezimizi organize eden İş Bankası için de “Sağladığı katkıyı Türkiye’de özel sektörün desteği açısından önemli buluyorum” diyor.

BİNA HÖYÜK FORMUNDA TASARLANMIŞ

İlhamla dolduğum bir gezi oldu dedim ya, çıkarılan eserler için yapılan müzenin binasını da katabilirim bana esin verenler arasına... Yapımına 2008’de başlayan ve ertesi yıl açılan Kalehöyük Arkeoloji Müzesi, höyüğün formundan yola çıkan bir tasarıma sahip. Müze, ziyaretçilerin kazı yöntemlerini ve kazıda çıkarılan eserleri görme imkânı sağlayan bir yaklaşımla faaliyet gösteriyor. Açıldığı sene, çevreci tasarımıyla bine yakın önemli proje arasından 2010 Green Good Design ödülünü kazanan müze, 2012’de de Avrupa’da Yılın Müzesi Ödülü’ne aday gösterilmiş. Kalehöyük Arkeoloji Müzesi’nin 470 metrekare kapalı sergi salonunun yanı sıra 830 metrekare açık sergi alanı mevcut.

Müzeyi ziyaret etmeden dönmeyin!

Kalehöyük Arkeoloji Müzesi’nin hemen önünde Anadolu’nun en önemli uygarlıklarından Hititlerden miras granit iki kapı aslanı var. Eserleri teşhir etmenin yanı sıra ziyaretçilerin, yöre halkının ve özellikle çocukların kendi kültürleri ve tarihi geçmişleri hakkında bilgilendirilmesi amacı da güden müzeyi “bekliyorlar.” Müzede ağırlıklı olarak seramik parçalar yer alıyor. Modern bir sergilemeyle sanatseverlere sunuluyorlar. En ilgi çeken yerleştirmelerden biri de, kazıların önemini daha iyi anlamamızı sağlayan Kalehöyük maketi (yanda.) Höyüğü katman katman gösteriyor. Kaman’da, arkeolojik mirasımızın ve kurumsal anlamda verilen desteklerin ne kadar önemli olduğu aklıma düşüyor tekrar. İş Bankası; Kaman’ın yanı sıra Patara ve Zeugma’yla arkeolojik mirasımızın günyüzüne çıkmasına katkı sağlayanlar arasında. Konuyla ilgili bir açıklama yapan İş Bankası Kurumsal İletişim Koordinatörü Suat Sözen, “Arkeolojik kazılara ilişkin bu desteğimizi önümüzdeki dönemde duyuracağımız yeni işbirliklerimiz ile daha da genişleteceğiz. Her kazı alanının, bulunduğu bölge için kalkınma fırsatları barındırdığını da dikkate alacak olursak, çalışmaların bu yönüyle de çok önemli olduğunu düşünüyoruz” diyor.

Yassıhöyük'te heyecan veren buluntular

Enstitü 2009’da Büklükale ve Yassıhöyük'ü de kazmaya başlamış. Bizim ilk durağımız da Yassıhöyük'tü. Burada tespit edilen kerpiç binanın önemli bir yapının, belki bir sarayın bölümü olduğu kanıtlanmış. Asur Ticaret Kolonileri Çağı’na ait bu yapı, arkeolojiye ilgi duyan herkesi heyecanlandıracak. Yüksekliği 13 metre olan Yassıhöyük'ün genişliği, Kuzey-Güney doğrultusunda 500 metre, Doğu-Batı 'daysa 625 metre. Arkeolog Masako Omura Yassıhöyük’te bu yıl, Aşağı Şehir’de kazılara başladıklarını söylüyor ve önemli buluntular çıkacağından emin.

Kazılar üç ayrı noktada devam ediyor

Ekibin Kalehöyük’teki kazıları, Prof. Dr. Tahsin Özgüç’ün bilimsel yardım ve katkıları sonucunda kazı heyetinin Şeref Başkanı olan Altes Prens Takahito Mikasa tarafından vurulan ilk kazmayla 31 Mayıs 1986 tarihinde başlamış. Burası 280 metre çapında, 16 metre yüksekliğinde “tipik Anadolu höyüğü.” 4 bin yıllık geçmişe sahip Kalehöyük’te bugüne kadar tarihi İ.Ö. 2300’e kadar giden, Osmanlılardan Eski Tunç Çağı’na uzanan 4 ayrı kültür katmanına ait 2 binin üzerinde eser günyüzüne çıkarılmış. Anadolu’nun merkezinde, tarihi İpekyolu üzerindeki bölgede bundan sonra yapılacak kazılarda Kalkolitik ve Neolitik çağlara dair katmanların açığa çıkarılması bekleniyor. Yassıhöyük’le birlikte 2009’dan bu yana kazılan Büklükale’deki buluntular ise daha çok Hitit İmparatorluk Dönemi’ne tarihleniyormuş. Kazılardan çok sayıda eser ve mimari kalıntılar ortaya çıkarılmış. Eserlerin önemli bir bölümü müzede. Tabii depolar da dolu... İş Bankası’nın Enstitü ile işbirliği, deponun yenilenmesini de kapsıyor. Bu, kazı alanının çalışanları için çok önemli. Enstitü, arkeoloji ve müzecilik alanlarında eğitim çalışmaları da düzenliyor.

Japon bahçesi, âdeta sonbahar senfonisi

“Arkeloji, kültür ve doğayla taçlanan bir öykü” dedik kapaktaki anonsumuzda. Sıra bu öykünün “doğa” bölümüne geldi... Japon Anadolu Arkeoloji Enstitüsü, üç noktada kazıları sürdürmenin yanı sıra buluntuların ait olduğu yerde çalışmaların sürdürülmesi gerektiği inancıyla Kaman Kalehöyük kazı alanının hemen yakınına enstitü kompleksi inşa etmiş. İçinde laboratuvar, konferans salonu, lojman, depo ve kütüphane var. Ve tabii hemen yakınında Kalehöyük Arkeoloji Müzesi... Güzel olanı, tüm bu yapılar, Mikasanomiya Anı Bahçesi’yle yan yana, iç içe... Mikasanomiya Anı Bahçesi, Japonya dışındaki en büyük Japon bahçelerinden biriymiş. Bölgede yaşayan halkın da yolu Kaman’a düşen seyyahların da ilgisini çekiyor. Çekmeyecek gibi de değil, hele bu mevsimde... Sarılar, hardallar, nefti yeşillere karışmış, kırmızılar, bordolar kendini gösteriyor ağaçlarda. Âdeta bir sonbahar senfonisi... Ziyaretçi sayısı her yıl artan Japon bahçesi, pek çok düğün fotoğrafına da fon oluyormuş.

Doğal manzaradan ilham almış

Bölgenin keyifli vakit geçirilecek noktalarından biri olan bahçe, Altes Prens Takahito Mikasa’nın Türkiye’ye gelişi ve Kaman Kalehöyük kazılarını başlatması anısına, Türkiye ve Japonya arasındaki kültürel ilişkileri geliştirmek ve çevrede yaşayan halka dinlenme alanı yaratmak amacıyla oluşturulmuş. 1993 yılından bu yana ziyarete açık olan bahçe, “Shakkei” tekniğinde ve “Kaiyu” stilinde düzenlenmiş. Hemen açıklıyorum: "Shakkei" tekniği, çevredeki doğal manzaradan ilham alınarak yapılan bir düzenleme yöntemi. Kaiyu stili ise bahçede değişik manzaraların dolaşılarak gösterilmesi. Yaklaşık 22 dönüm üzerine kurulu olan bahçede toplam alanı 3 bin 500 metrekare olan birbirine bağlı iki gölet ve tabii Japon balıkları da var...

Bu konularda ilginizi çekebilir