Büyüme oranı yüzde 4, belki de yüzde 4'ün biraz altında olacak
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan bir bütün olarak düşünüldüğünde Türkiye ekonomisinin çok daha sürdürülebilir büyüme oranına yöneldiğini açıkladı.
İSTANBUL - Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, 2008-2009 krizinde, bankacılık sistemiyle ilgili ilave hiçbir adım atmak zorunda kalmayan tek OECD üyesi ülkenin Türkiye olduğunu belirtti.
The Marmara Taksim Otel'de gerçekleşen 17. Uluslararası Bankacılık Denetim Otoriteleri Konferansı'nın açılışında konuşan Ali Babacan, 2001 krizinden sonra gerçekleştirdikleri reformların 2008-2009 krizinde sistemi koruduğunu kaydetti.
Babacan, "Zaten sermaye yeterlilik rasyomuzu biz fiilen yüzde 8'den yüzde 12'ye çıkartmıştık ve bunu krizden çok önce yaptık. Dolayısıyla kriz gelip vurduğunda hiçbir Türk bankasının sermaye yeterlilik rasyosu yüzde 12'nin altında değildi. Bugün dahi ortalamamız yüzde 16 civarında ve hiçbir banka yüzde 12'nin altında değil" diye konuştu.
Avrupa'da bunun yeni yüzde 9 yapıldığını hatırlatan Babacan, "Bana göre bu da biraz zamansız oldu. Çünkü işler toparlanmadan kimden ne sermaye bekliyorsunuz? Banka ya gidip sermaye bulmaya çalışacak ya da bilanço küçültecek. İkisi de bugün için belki çok uygun değil. Avrupa bankacılık otoritesinin kendi kararıdır, saygı duyarız. Ama çok zamanlı bir adım olduğunu düşünmüyoruz açıkçası. İyi zamanlarda sıkalım ama, kötü zamanlarda biraz sistemi yakından izleyerek takip edelim ama fazla sıkıştırmayalım" değerlendirmesinde bulundu.
Babacan, OECD'nin yayınladığı bankacılık raporunda, 2008-2009 krizinde, bankacılık sistemiyle ilgili ilave hiçbir adım atmak zorunda kalmayan tek OECD üyesi ülkenin Türkiye olduğuna dikkati çekerek, şunları kaydetti:
"Biz hiçbir bankaya devlet müdahalesinde bulunmadık. Hiçbir bankaya likidite aktarmak zorunda kalmadık. Garanti sistemimizi dahi değiştirmedik. 5 Temmuz 2004'te, yüzde 100 garantiden sınırlı garantiye geçmiştik ve devlet garantisini tasarruf mevduatları için kişi başına ve banka başına 50 bin lira ile sınırladık, kabaca 20 bin Euro.
Kriz döneminde Avrupa Birliği (AB) bunu 100 bine çıkardı biliyorsunuz. Hatta bazı ülkeler yüzde 100 dediler, tamamını garanti ettiler. Biz 5 Temmuz 2004'ten bu yana garanti sistemimize dokunmadık. Çünkü gerek olmadı. Tek tek bankalarımız, sahipleri ve yöneticileri daha önce sorumluluğu hissederek zaten işlerini yapıyorlar. Biz de denetim ve düzenleme konusunda işi sıkı tutunca, bu dönemi çok şükür problemsiz bir şekilde atlatmış olduk."
"İyi zamanda sıkıştırma, kötü zamanda gevşetme"
Bu sağlam bankacılık sisteminin ve işleyen kredi mekanizmalarının 2010 yılında Türkiye'de yüzde 9,2'lik, 2011 yılında da yüzde 8,5'luk bir büyümeyi getirdiğini anımsatan Babacan, şöyle konuştu:
"Fakat baktık ki riskler birikiyor. Dedim ya, iyi zamanda sıkıştırma, kötü zamanda gevşetme... Bankaların kredi hacminin biraz fazla hızlı arttığını gördük. İlk adımı Merkez Bankamız attı, 2010'un sonunda. Zorunlu karşılıkları artırdı. Arkasından Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK), bankacılık otoritemiz devreye girdi ve mikro bazda ilave adımlar attı. Ve biz 2011 yılında kredi hacmi genişlemesini belli bir noktada tuttuk.
Kolay değil, ekonominin yüzde 9,2 büyüdüğü bir dönemde, diyeceksiniz ki 'Bankaların kredi hacmine sınırlama getirmek zorundayız'. Biz çıktık bunu hükümet olarak açıkladık. Bazıları kolaycılık yapıyor. İşte 'Merkez Bankası bağımsız, bankacılık otoritesi bağımsız, kötü haberleri onlar versin, ben sadece iyi haberleri vereyim'. Öyle yok. Biz çıktık, 'Bizim hükümet olarak da bakışımız budur ve hükümet olarak da biz bunları destekleyici adımları ayrıca atacağız' dedik ve gerçekleştirdik."
"Bu yıl büyüme oranı yüzde 4, belki de biraz altında olacak"
Bu yıl büyüme oranın yüzde 4, belki de yüzde 4'ün biraz altında olacağını anlatan Babacan, "Ama Türkiye'nin tasarruf oranlarıyla, dış dengesiyle, hepsini paket olarak düşündüğümüzde çok daha sürdürülebilir ve çok daha sağlam bir büyüme oranı" dedi.
Finansal istikrar açısından da makro ekonomik istikrar açısından da atılan adımın önemli olduğunu vurgulayan Babacan, şöyle devam etti:
"Fakat bu dediklerim her ülkede her zaman bu kadar kolay olmuyor. Ükelerin seçim dönemleri oluyor. Popülizm rüzgarları esiyor. Dolayısıyla doğru kararları erteleme, doğru kararları alamama ya da 'Şimdi zamanı değil biraz sonra bakalım' deniyor. Ondan sonra iş işten geçiyor. Bu, aynı zamanda hem hükümete hem Merkez Bankasına hem de bankacılık otoritesine de geniş bir hareket alanı sağlıyor.
Çünkü kötü zamanlar geldiğinde elinizde çok sayıda enstrüman oluyor. Yani cephaneyi tüketip de her şeyi kullanıp kötü zaman geldiğinde 'Ne yapalım' diye birbirinize bakma değil tam tersine, iyi zamanlarda cephane biriktirip bu birikimi kötü zamanlarda kullanmak gibi de önemli bir alan oluşturuyor.
Şimdi bizim Merkez Bankamızın da bankacılık otoritemizin de elinde sayısız enstrüman var. Yani eğer genel gidişata farklı bir yönde, farklı bir istikamet vermeye çalışsak bu çok kolay. Hemen yapılabilecek kadar çok sayıda elde enstrümanlar hazır, yedekte duruyor. Ama şöyle bir kafamızı kaldırıp etrafımıza baktığımızda da çok dikkatli olmamız gerektiğini görüyoruz."
'Euro bölgesinden çıkan ilk ülke son ülke olmayacak"
[PAGE]'Euro bölgesinden çıkan ilk ülke son ülke olmayacak"
Avrupa Birliği'nde Euro bölgesinde olup bitenlerin çok kaygı verici olduğunu belirten Babacan, şu uyarılarda bulundu:
"Avrupa Birliği'nin ortak ekonomik çıkarlar üzerine kurulduğunu hiç unutmamamız lazım. Eğer AB varsa bu AB'nin ilk başlangıcı ortak ekonomik çıkarlardır. Bu ortak ekonomik çıkar zemini gevşiyor. Hatta çatışma alanı haline geliyor. O zaman bu siyasi birlik nasıl korunacak? İleride siyasi istikrar hatta güvenlik nasıl gelişecek? Bunlara çok dikkat etmek gerekiyor.
Dolayısıyla bizim Avrupalı dostlarımıza tavsiyemiz, mutlaka sıkı bir dayanışma içinde olmaları. Euro bölgesinde olan her ülkenin mutlaka hem kendisinin, kendi iç reformlarına önem vermesi lazım ama diğer ortakların da o ülkenin çöküşüne, iflasına, Euro bölgesinden çıkmasına izin vermemesi lazım. Çünkü Euro bölgesinden çıkmak ya da çıkarmak dile kolay.
Pratikte nasıl yapılacağını, hangi adımlarla bunun gerçekleşeceğini, sonuçlarını sadece o ülke için değil Euro bölgesinin tümü için değerlendirilmesi lazım. Bir ülkeye siz 'Euro bölgesinden çıktı' dediğinizde ya da kendi haline bıraktığınızda bir bakıma fişini çektiğinizde o ülke muhtemelen son ülke olmayacaktır. Çünkü bir kapı açıyorsunuz. Yani Euro para birimi kuruldu kurulalı hiç açılmayan bir kapıyı açıyorsunuz. O kapı bir kere açıldıktan sonra başka ülkelerin de o kapıdan çıkma ihtimalini mutlaka piyasalar fiyatlamalara yansıtacaktır. Mutlaka risk primleri yükselecektir. İşte daha çok dayanışma son derece önemli."
"AB üyeliğimiz belki çok uzun zaman alacak, belki de hiç olmayacak"
Avrupa Merkez Bankasının attığı son adımın isabetli bir adım olduğunu vurgulayan Babacan, "Ama şu unutulmamalı. Merkez bankalarının yaptığı sadece hükümetlere bir fırsat penceresi açmak, zaman kazandırmak. O zamanı hükümetlerin, parlamentoların doğru kullanması lazım. İlelebet sırtını merkez bankasına dayayarak bir makro ekonomi yönetimi, bir finansal sistem yönetimi mümkün değil. Eninde sonunda mutlaka problem çıkacak" dedi.
Türkiye'nin henüz AB'ye üye olmasa da, AB sürecindeki bir ülke olduğunu dile getiren Babacan, "Üyeliğimiz belki çok uzun zaman alacak, belki de hiç olmayacak. Ama o sürece giren bir ülke olarak bizim hemen yanıbaşımızdaki bu komşu bölgede, yani AB ülkelerinin olduğu bölgede siyasi istikrarın, ekonomik istikrarın ve güvenliğin korunması da bizim milli çıkarlarımız açısında son derece önemli" şeklinde konuştu.
"2013 yılı Amerikan ekonomisi için önemli bir sınav yılı olacak"
[PAGE]"2013 yılı Amerikan ekonomisi için önemli bir sınav yılı olacak"
"2012 yılında ne zaman makro ekonomi konuşulsa, ne zaman küresel ekonomi konuşulsa Avrupa bu işin tam odağındadır, en büyük problemlerin olduğu alandır" diyen Babacan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"2012'de Avrupa'yı konuştuk ama 2013 yılı da Amerika Birleşik Devletleri'nin sıkça konuşulacağı bir yıl olacak. Çünkü özellikle bu Kasım ayındaki seçimlerden sonra ya ikinci Obama yönetimi ya da Romney yönetimi ki seçimlerde ne olduğunu hep beraber göreceğiz, önünde çok kalabalık bir ekonomik dosya görecek ve kararlar vermesi gerekecek. Dünyanın 1 numaralı ekonomisinin ne yapacağını, nasıl yapacağını ortaya koyması lazım ve mutlaka orta vadeli bir programla, ki biz bunu G20 sonuç bildirgesine de yazdığımız için açık açık söylüyorum, biz ve bizim gibi birkaç ülkenin ısrarıyla o cümleler girmiştir G20 sonuç bildirgesine, gelişmiş ekonomilerin en kısa zamanda güvenilir orta vadeli programlarını ortaya koyması lazım.
Biz henüz 2013'te ABD'de nasıl bir maliye politikası uygulanacağını bilmiyoruz. Peki finans sistemi, bankacılık sektörü neye göre, nasıl hareket edecek? Şirketler neye göre, nasıl karar verecek? Mutlaka öngörülebilirlik getirmek gerekiyor. 2013 yılı Amerikan ekonomisi için önemli bir sınav yılı olacak, verilecek kararlar ve açıklanacak politikalar açısından. Dünya finansal istikrarı açısından 2013 için 2014 için 2015 için ne yapılacak, bunları bilmek gerekiyor."
"Gelişmekte olan ekonomilerden de iyi haberler gelmiyor
Gelişmiş ekonomilerin yanı sıra gelişmekte olan ekonomilerde de özellikle son aylarda iyi haberler gelmediğine işaret eden Babacan, "Çin'de büyüme hızı düşüyor, aşağıya doğru revize ediliyor. Hindistan'da benzer bir tablo var. Üstelik Hindistan'ın bütçesi ve altyapı eksiklikleri gerçekten büyümesi üzerinde bir sıkıntı oluşturuyor. Brezilya'da da benzer bir tablo var, büyüme beklentileri aşağıya doğru revize ediliyor. Dolayısıyla geçen yıl bu zamanlarda baktığımızda 2012'de ve 2013'te dünya ne kadar büyüyecekti, bu rakamları koyun, bir de bu sene ve gelecek sene dünya ekonomisinin ne kadar büyüyeceğine bakın. Hep aşağıya doğru revizyonlar yapıldı. Demek ki 2012 yılı dünyada 2011 yılına göre daha olumsuz bir yıl oldu" yorumunu yaptı.
Babacan, 2013 yılında da bu olumsuzlukların devam etmemesi gerektiğini vuruladı.
"Basel 3 konusunda Türk bankacılık sisteminin tek tek her bankanın kaldıraç rasyoları açısından bugün hazır olduğunu ve en kısa zamanda Basel 3'ün Türkiye'de de her boyutuyla uygulanmasını sağlamak için hükümet olarak ilgili kurumlara her türlü desteği vereceklerini ifade etti.
Bu arada, 17. Uluslararası Bankacılık Denetim Otoriteleri Konferansı'na başta merkez bankaları ve denetim otoriteleri olmak üzere yerli ve yabancı 300 katılımcı yer aldığı.
BDDK Başkanı Öztekin
[PAGE]BDDK Başkanı Öztekin
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkanı Mukim Öztekin, Basel 3 uzlaşısının uygulanmasıyla birlikte bankaların manevra alanının önemli ölçüde kısıtlanacağını söyledi.
Öztekin, 17. Uluslararası Bankacılık Denetim Otoriteleri Konferansı'nda yaptığı konuşmada, sermaye yeterliliği, öz kaynak karlılığı, mevduatın krediye dönüşüm oranı ve kredilerin takibe dönüşüm oranı gibi göstergeler dikkate alındığında Türk bankacılık sektörünün genel olarak çok sağlam ve sağlıklı bir yapıya kavuştuğunu ifade etti.
Öztekin, "Kurumumuz gözetim ve denetimi altında banka dışı mali kuruluşlar da bankacılık sektörüne paralel şekilde hızlı bir şekilde büyümüştür. Bu göstergelerin ülkemiz finansal göstergelerinin son 12 yılda gerçekleştirdiği sağlıklı gelişmeyi açıkça gösterdiği kanaatindeyim. Bu dönem finans sektöründe varlık kalitesinin önemli ölçüde arttığı, düzenleme ve denetleme altyapısının güçlendiği ve şeffaflığın arttığı bir dönem olmuştur" değerlendirmesinde bulundu.
Türkiye'nin global kriz ve Avrupa borç krizi sürecinde bankacılık sektöründe temerrüt ve hatta herhangi bir devlet yardımı görülmeyen çok az sayıda G20 ülkelerinden biri olduğunu anımsatan Öztekin, "Bunun gerçekleşmesinde siyasi istikrarın yanı sıra hükümet tarafından yönlendirilen, BDDK ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) tarafından ortaklaşa yürütülen aksiyonların önemli faydası olmuştur. Yüksek kaliteli sermaye yapısı ve sağlam likidite pozisyonu bu dönemde bankalarımızın en önemli avantajları olmuştur" dedi.
Global finansal kriz sonrası dönemde Basel 3 olarak isimlendirilen uzlaşının Basel Bankacılık Denetim Komitesince 2013 yılından itibaren uygulamaya başlanmak üzere kamuya açıklandığını anımsatan Öztekin, Basel 3 kurallarıyla BDDK tarafından global finansal krizden önce uygulamaya konulan düzenleme ve kararlar arasında büyük benzerlikler bulunduğunu söyledi.
Ayrıca likidite rasyoları getirilmesi, hedef sermaye yeterliliği uygulamaları ve banka kar dağıtımlarının sınırlaması gibi önlemlerin bankacılık sektörünün kriz dönemini minimum hasarla atlatmalarını sağladığını anlatan Öztekin, Basel 3 ile birlikte daha önce sermaye yeterliliği üzerine odaklanan yasal kısıtların, likidite ve kaldıraç kısıtlarıyla genişletildiğini kaydetti. Öztekin, "Bu durum ise uzlaşmanın uygulanmasıyla birlikte bankalarının manevra alanının önemli ölçüde kısıtlanmasına neden olacaktır. Böyle bir konjonktürde bankacılık faaliyetleriyle gölge bankacılık arasındaki ilişkinin yakından takip edilmesi önem arz edecektir." dedi.
Basel Bankacılık Denetim Komitesince gerçekleştirilen kapsamlı sayısal etki analizi sonuçlarının özellikle gelişmiş ülkelerin bankacılık sistemlerinde önemli likidite ve sermaye açıklarının ortaya çıkacağına işaret ettiğini anlatan Öztekin, şunları kaydetti:
"Gelecekte bankacılıkta önemli değişiklikler olacağını söylemiş olmamız yanlış olmayacaktır. Bu nedenle uluslararası arenada üzerinde uzlaşılan Basel 3 çerçevesinin gerçekleşmesine dönük önemli bir baskı olduğu görülmektedir. Ancak böyle bir yaklaşım benimsenmeden önce bunun faydası maliyeti dikkatli biçimde ele alınmalıdır. Diğer taraftan Basel 3 çerçevesinde yer alan ve kredi derecelendirme şirketlerince verilen derecelendirme notlarına dayanan yaklaşımların öncelikli olarak tekrar değerlendirilmesi gereken konular olduğunu düşünmekteyiz. G20 liderleriyle imzalanan bildirgelerde belirtildiği üzere düzenleyici ve denetleyici otoriteler, Merkez Bankaları, kural koyucu diğer otoritelerce derecelendirme notlarına bağımlılığın azaltılması önemli bir öncelik konumundadır. Bu bağlamda kredi riski için oluşturulmuş standart yaklaşım ve likidite rasyolarının tasarımının tekrar ele alınmasın ihtiyaç olduğununa inanıyorum."
Derecelendirme notlarına bağımlılık...
[PAGE]Derecelendirme notlarına bağımlılık...
Uluslararası düzenlemelerde dışsal kredi derecelendirme notlarına aşırı bağımlılık hakkında düşüncelerini aktaran Öztekin, "Derecelendirme notlarına aşırı bağımlılık gelişmekte olan ülkeleri oldukça olumsuz bir biçimde etkileyen ve Basel Bankacılık Denetimi Komitesi reformlarının global ölçekte kabul edilmesini engelleyen önemli bir problemdir" dedi.
Tüm denetim otoriteleriyle finansal kuruluşlarının son dönemde yaşanan krizden gerekli dersleri çıkarmasını ümit ettiğini söyleyen Öztekin, "Umuyoruz ki bunun neticesinde gelecekte daha sağlam bir global finansal sistemin getirilerinden hep beraber faydalanırız. Bu kapsamda bu konferansın ulusal ve uluslararası çalışmalara önemli katkı sağlayacağını düşünüyorum" diye konuştu.
Basel Bankacılık Denetim Komitesi Başkanı Stefan Ingves ise, "Temel ilkeler küresel çapta uygulanmalıdır. Süreklilik ve karşılaştırabilirlik çok önemlidir. Finansal krize yönelik olarak politika yanıtlarına geçince öğrenmemiz gereken her şeyi öğrendiğimizi umuyoruz. Finansal krizin nedenleri görünürde hep aynıdır. Bankaların aşırı kredi genişlemesi aşırı bir güven ve denetim gevşekliği sürekli uyanık olmamızı gerektiriyor" dedi.