'Küresel sermaye' 'millî sermaye'ye karşı mı?
Erhan BİLGİN
İSTANBUL - Cumhuriyet ekonomi yazarı Erinç Yeldan, geçen gün (Cumhuriyet 14 Kasım 2012) Fitch'in Türkiye'nin notunu artırmasını 'küresel finans sermayesi'nin çıkarlarına uygun bir gelişme' diye eleştiriyordu. 'Yeldan, Fitch'in not artışının, toplumun genel çıkarlarını ifade etmediğini, 'küresel sermaye'nin çıkarlarını gözettiğini belirtiyor. Yeldan, Küresel finans sermayenin sıcak para hareketleriyle, 1994 ve 2001 krizlerinin 'yapısal koşullarının hazırlayıcısı' ve 'tetikleyicisi' olduğuna vurgu yapıyor. Yeldan devamla, bu 'küresel finans sermaye'nin eko-nomide, 'finansal kırılganlıklar' ile birlikte belirsizlik ve istikrarsızlık oluşturduğunu ifade ediyor.
Yeldan'ın 'Küresel sermaye' tanımını yanlış buluyoruz ama, eleştirisine bir diyeceğimiz olamaz, eksik, bütünden kopuk, tarihi boyuttan yoksun olsa bile. Gelgelelim, Yeldan'ın asıl hatası ekonomin analizine ilişkin kavramsal çerçeveye ilişkin. Bu kavramsal çerçeve ile ya-pılan analizler iktisadi alanda olup biteni ortaya koymakta yetersiz kalıyor. Bu yetersizliğe de bir diyeceğimiz olamaz… Ama Yeldan'ın yazdıkları sosyal alanda, iktisat tartışmalarında kullanılan unsurlar hale geliyor. Siyasi muhalefetten, sendikalara, akademiye kadar bir dizi alanda bu görüşlerin kullanılması hatalı sonuçlara yol açabiliyor.
Yeldan'ın -bu yazısında bariz biçimde görülüyor- kavramsal çerçevesinde başlıca iki aktör var: Birincisi küresel finans sermayesi, öbürü Türkiye'nin ulusal ekonomisi (millî ekonomi). Yeldan'ın kavramsal çerçevesinde siyaset de önem taşıyor. Siyaset bu iki önemli aktörün hareket alanını genişleten veya daraltan bir unsur. Örneğin siyaset kurumu 1989 yılında aldığı bir kararla, uluslararası sermaye akımlarına izin vermese idi, Türkiye'ye 'spekülatif' sermaye akımları gelmezdi. Gelmeyince de 'finansal kırılganlıklar', kriz vb olmazdı. Dolayısıyla bir başka siyaset, bu tür sermaye yasak getirirse –mantıken- sorun çözülebilir.
Döviz kuru, 'faiz geliri' millî para, önemli analiz araçları olarak kullanılmakta. Bunları ta-mamlayan 'çarpık sanayileşme', 'dışa bağımlılık', 'spekülatif büyüme', 'istihdam dostu ol-mayan büyüme' gibi ifadeler de (kavram!) analizini zenginleştiriyor!
'Millî sermaye' olabilir mi?
Yeldan, Fitch'in not artışını değerlendirirken, “… aslında küresel finans sermayesinin çıkar-larına uygun bir gelişmenin tüm topluma mal edilerek 'ekonomide kış müjdesi olarak' olarak sunulması” nı eleştiriyor. Ama bunun asıl Türkiye'deki sermaye çevreleri için 'müjde' oldu-ğunu dikkate almıyor. Çünkü kavramsal çerçevesi uluslararası sermaye ile 'millî ekonomi'nin çelişkili olduğu varsayımına dayalı.
Halbuki eğer ekonomi kapitalist bir sisteme sahipse, milli bir çerçeve içinde işleyemez. Biz nasıl düşünürsek düşünelim, hangi niyete sahip olursak olalım kapitalist ekonomi uluslararası bir pazarı, uluslararası yatırımları, dış ticareti şart koşar. Modern ekonominin temel harekete geçiricisi olan sermaye birikimi, uluslararası alanda cereyan etmek zorundadır. Bu nesnel bir gerçeklik. Yeldan, uluslararası sermaye ile ülke ekonomileri ('millî ekonomi') arasında çelişki görüyor diye bu nesnel gerçeklik değişmez. Üstelik Yeldan'ın gördükleri yüzeydeki olgular. Yüzeydeki olgular ekonominin arka planındaki 'işleyiş yasalarıyla' ilişkilendirilmeden geçerlik kazanmaz.
Diğer yandan, modern kapitalist ekonomi uluslararası bir zeminde, eşitsiz ve bileşik olarak gelişir. Eğer böyle gelişmeseydi. 1960'larda bağımsızlığına kavuşan bir dizi ülke (Mesela G-20 ülkelerine giren Endonezya) sermaye biriktiremezdi.
Şunu da belirtelim ki Türkiye ekonomisi, hiçbir zaman uluslararası sermayenin ve uluslararası pazarların dışında olmadı, olamazdı. Daha 1923'te bile yabancı sermaye yatırımları büyük önem taşıyordu. İhracatı artırmak için teşvik sistemi vardı. 1980'de de uluslararası ser-mayenin iç pazara çekilmesi için çaba harcanıyordu ve ihracat sermaye birikiminin en önemli unsurlarından biri olarak görülüyordu. Bugün de aynı şekilde uluslararası sermayenin iç pazara çekilmesi ve ihracatın artırılması yolu ile sermaye birikimi hızlandırılmak isteniyor.
Uluslararası sermayenin çıkarları ile ülke ekonomisinin (diyelim ki yerli sermayenin veya millî sermayenin) çıkarları zaman zaman çatışsa da çoğunlukla uyuşmuştur. Rekabetin evrensel yasaları onları pazarda yoğun bir rekabete iter ama aynı zamanda işbirliğine (kredi temini, ortaklık, know how sağlama, acentalık, temsilcilik gibi) zorlar. Bu çelişkili bir beraberliktir. Sermaye birikimi yoğunlaştıkça öne geçen sermaye grubu, diğerine kendi koşullarını kabul ettirebilir.
Küresel finans sermayenin yüksek faiz kazancı elde etme pahasına Türkiye iç pazarına dahil olması, kesinlikle ülke yerli sermayesinin çıkarları ile çelişkili değildir. Tam tersine, ekono-minin 'bileşik ve eşitsiz' gelişimini hızlandırarak, sermaye birikimini aşırı derecede yoğun-laştırmıştır. Bu yoğunlaşma Türk şirketlerinin ve Türk sermayesinin lehine olmuştur.
Sermaye birikiminin her yeni aşamasının sosyal sınıflar arasında eşitsizliği artırdığı, çalışma koşullarını ağırlaştırdığı ve yoksulluğu yaygınlaştırdığı da doğrudur. Ama bu bizatihi ulusla-rarası sermayenin yol açtığı bir sonuç değil. Uluslararası sermayenin bir parçası olan yerli sermayenin de eseri. Yeldan'ın sanki bu ülkede uluslararası sermayeden bağımsız bir sermaye varmış gibi sonuçlar üretmesi hatalı sonuçlara yol açabilir.
Yeldan, bu analizinde ısrar ettikçe yerli ekonominin, uluslararası sermayeden ve onun sıcak para hareketlerinden zarar gören kesimlerini de berrak biçimde ortaya koymalı.
Yeldan'ın kavramsal çerçevesini gözü bir yerlerden ısıranlar özgün olmadığını, üçüncü dün-yacı iktisatçılardan, kamu maliyecilerine, kalkınmacı iktisat düşüncesine kadar eklektik bir tarz taşıdığını söyleyenler olabilir mi? Söylerlerse hatalı bir tasvir yapmış olmazlar.