2011'i beklerken

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

A. Levent ALKAN / Araştırmacı-Yazar

Yılın son haftasında, Avrupa ve ABD tatilde olsalar da Çin, küresel ekonomiyi uyarmaya yetecek önemde adımlar atıyor. Kriz, ateşini tatilde de söndürmüyor, bir hafta bile olsa kış uykusuna daldırmıyor ekonomileri. Faiz artırmının ikincisi, munzam karşılık artırımlarının ise altıncısı gerçekleştirildi. Enflasyon korkusu, fiyatlar kontrolden çıkacak endişesi mücadelenin ana temasını oluşturdu.

Ağustos 2007'deki ilk küresel sistemik kriz uyarısı, piyasaların makroekonomik olumsuzluğu yaşamaya başlamasıyla patlak vermişti. Bu anın (minsky anı) üzerinden üç yıl geçti. Krizin süregelen etkilerinin nelere gebe olduğunu incelersek karşımıza, iki önemli başlık çıkıyor.

Çin'deki kredi hacmi, kısa zamanda olağanüstü bir tempoyla genişlemişti. Hammadde fiyatlarında, dünyanın en büyük ithalatçısı konumuyla "arz talep" dengesinin belirleyicisi ülkeydi artık. Gelişen ülkelere yönelen fon akışı o kadar yüksekti ki, girişleri zorlaştırıcı Tobin benzeri uygulamalar kaçınılmaz olmuştu. Bu konuda en duygusal destekli engel, Brezilya'dan geldi. Seçim döneminin para girişlerine konulan engeller, milliyetçilik duygularla harmanlanmıştı. Merkez Bankası, kredilerdeki aşırı genişlemelerden ve sıcak para girişlerinin kontrolsüzce finans sistemimize yerleşmesinden rahatsızlık duyduğunu ilk, 8 Aralık'ta açıkladı. Gelişen ülkelere akın akın yönelen sıcak paranın bir de çıkışını düşünmek ve bu nedenle girişlerine sıkı engeller koymak en akıllıca yoldur. Krizde 2011 yılının nasıl şekilleneceğini de işte tümm bu gereksinimler ortaya koyuyordu. 2011, iki ana eksen etrafında şekilleniyor.

I. İlk hassasiyet, Avrupa'nın Yunanistan ve İrlanda çöküşleri sonrasında, sırada hangi ülkenin bekliyor olduğudur. İspanya, İtalya ve hatta Fransa'nın ne ölçüde hasar göreceği krizin seyrini doğrudan değiştirebilecektir. Kuramsal boyutta dönüşümler yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Çünkü Avrupa Merkez Bankası (AMB) kaynakları her geçen gün biraz daha eriyor. Eridikçe de her yeni kurtarışı, çöken ülkeye daha yüksek kaynak maliyeti yüklüyor.

II. İkinci hassasiyet, FED'in ardından AMB'nin de gündemine yerleşmiş bir nicel genişleme (QE) dir. Nicel gevşeme macerası Amerika kıtasıyla başlamıştı. Şimdilerde buna Avrupa'da dahil oldu. Deflasyonist risklerle mücadelesinin ciddi açmazlarından birisidir bile bile faizleri sıfır düzeyine çekmek. Keynesyen politikaları uzantan, evşek para ve maliye politikaları, fonlarını güvenli liman gördükleri gelişen ülkelere plase etmekten kaçınmıyor artık. Yüksek faiz gelirini de ekleyince, birçok olumsuzluğun görülmek istenmediği bir sürü psikolojisi (herd physicology) yerleşti. Sürü psikolojisi aymazlığı 2005-2008 dönemindeki balon ekonomisinin alt sektörlerince destek buldu. 2001 kriziyle bilişim teknolojileri sektörü çöktü. Gayrimenkul sektöründe %6 geri dönmez kredi oranı vardı. O günlerde 1980'in tasarruf ve kredi kurumları krizi sırasında çöken gayrimenkul sektöründe %6 geri dönmez kredi oranı istatistikleri yer alıyordu. Bu oranı üst limit varsaymış ve sektördeki birçok sorunu ihtiyatsız karşılamıştık. Şimdi aynı balon gelişen ülkelerde yaşanıyor. 2011'in enflasyonu, sektör karlılıkları ve faiz kararları işte bu ikinci ekseni oluşturuyor.

Sonuçta, Merkez Bankası'nın "senaryo-I" çerçevesinde öngördüğü uygulamalar, öncül niteliklidir. Diğer gelişen ülkelerin merkez bankaları, sıcak paraların girişlerine yüksek vergi ve benzeri cezalarla set çekiyorlar. Eğer TCMB önlemleri yetersiz kalırsa, AMB'nin piyasaya sunacağı, FED piyasada dolaştıracağı tüm nakit döviz bize dolar. Oysa bu sıcak paradır. Hem de, kim dokunsa onun elini yakacak kadar sıcak.