24 Nisan 2010 öncesi Ermeni meselesi analizi

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Burak KÜNTAY / Bahçeşehir Ünv. Amerikan Arş. Mrk. Bşk. & FFD Kıdemli Analisti

4 Mart 2010 tarihinde ABD Dış İlişkiler Komitesi'nden geçen sözde Ermeni Soykırımı Tasarısı'nın üstünden hemen hemen bir aya yakın bir zaman geçti. Bu süre esnasında neyin ne olduğunu, birçok yetki sahibi ağızdan çıkan yanlış yorumları ve mevcut süreci tartışıp analiz etmeye gayret ettik. Peki bu süreç esnasında 4 Mart'ta geçen karara tepkimiz ne şekilde oldu ve nasıl politikalar izledik?

4 Mart günü alt komitede kararın netleşmesinden sonra Sayın Başbakan ABD gezisini askıya aldığını açıkladı. Bence doğru da bir karar verdi. Türkiye'nin bir tepki göstermesi gerekiyordu ve Başbakan bu tavrıyla göstermiş oldu. Hemen ardından Washington Büyükelçimiz Sayın Namık Tan istişare edilmek suretiyle Ankara'ya çağrıldı. Diplomatik bir tavırdır, normal bir süreçtir. Bunu da anlamak gayet olasıdır. Buraya kadar yapılan diplomatik teamüller gereği doğru, kıvamında ve yerinde tepkilerdir.

Bu süreçten sonra yaşananlar ve içinde bulunulan sürece dikkat etmek gerekiyor. Türkiye'nin tepkisi neyedir? Dış İlişkiler Komitesi'nden bu kararın geçmesine. Peki Türkiye'nin bu süreçte görmek istediği nedir? Tasarının Temsilciler Meclisi'nin genel kurulunda oylanmayıp, genel kuruldan geçmemesi ve 24 Nisan'da ABD Başkanı'nın yapacağı Ermenilere yönelik konuşmasında "soykırım" sözünün kullanılmamasıdır. Bu süreçleri engelleyecek ve olmamasını sağlayacak en önemli unsur Türkiye'nin Washington'da yapacağı lobi ve diplomasidir. Peki bu diplomasiyi yönetecek kişi kimdir? Bu süreci kapsayan bu bir buçuk aylık süreci yönetecek olan Washington Büyükelçisi'dir. Hele Sayın Namık Tan gibi Washington'u herkesten daha iyi bilen; Washington'daki lobileri, think-tankleri, sivil toplumu ve bürokrasiyi çok iyi bilen bir büyükelçinin bu dönemde Washington'da hali hazırda olması gerekir.

Türkiye'nin tezini en büyük hassasiyetle anlatması gereken dönemde Washington Büyükelçisi nerededir? Ankara'dadır. Ne için gelmiştir? İstişare için çağrılmıştır. İstişare iki ay sürmez. Demek ki Büyükelçi istişare için değil 24 Nisan'da Başkan'ın yapacağı konuşmada söylemesi muhtemel "soykırım" sözünün söylenmemesi ve tasarının genel kurulda oylamaya sunulmamasını sağlamak için bir tepki olarak geri çekilmiştir. Doğru mudur? Kanaatimce hiç değildir. Neden doğru olmadığını kısaca özetlemek gerekirse şüphesiz ilk nedeni biraz evvel de ifade ettiğim gibi bu en kritik dönemde; Washington'da diplomatik oyunun en büyük şiddetle oynanması gereken süreçte Washington Büyükelçisi'nin orada mevcut olması gereğinden dolayı doğru değildir.

İkincisi Büyükelçimizin geri çekilmesi 4 Mart'taki komite kararına bir tepkidir. 4 Mart'taki komite kararından bir geri adım atılacak mıdır ki Büyükelçi geri yollanacaktır. Diğer bir ifadeyle ABD Başkanı soykırım sözünü Nisan sonunda kullanmayabilir. Temsilciler Meclisi'nde tasarı oylamaya da sunulmayacak olabilir. Ama bunların hiçbirinin olmaması Büyükelçi'nin çekilme kararına neden olan 4 Mart'taki komite kararının değişmesi ya da geri alınması anlamına gelmez. Kısa bir deyişle 4 Mart'taki komite kararında bir değişiklik olmadan Büyükelçimizi Nisan sonu gibi Washington'a geri yollayacağız. Yani geri çekme sebeplerimiz tam anlamıyla ortadan kalkmadan. Bu da kanaatimce bir diplomatik zafiyet olacaktır.

Üçüncü etken her zaman olduğu gibi dış politikanın yine iç politika malzemesi haline dönüştürülmesi ve bu meselenin bir şov unsuru haline getirilmesidir. Amerika yönetimi çok ciddi bir şekilde Amerikan yasamasına tepki gösterip, tasarının genel kurula gitmesinin önünü 10 Mart'a gelinceye kadar çözdü. O tarihlerde yazdığım bir yazımda ifade ettiğim gibi tasarı kesinlikle ve kesinlikle genel kurula taşınmayacak. Ama bu süreç ve Büyükelçi'nin hala geri yollanmaması hükümetin sürecin en başında söylemiş olduğu doğru tepkiyle kazanmış olduğu diplomatik zaferi yine kendi eliyle ve bazı şartları bile zorlayarak kaybedilmesi yönünde bir ilerleme gösteriyor. Şimdi merak ediyorum. Hadi diyelim ki bu sene her şey istediğimiz gibi oldu ve süreci atlattık. Ya önümüzdeki yıl? Peki ya ondan sonra ki? Ondan sonraki ve ondan sonraki… Büyükelçi çekme tepkimizin önümüzdeki yıllarda hafiflemesi halinde artık ne yapacağız? Konsolos, ateşe, büyükelçilik sekreteri, aşçı, çaycı; bunları da mı geri çağıracağız? Türkiye'nin dönemsel tepkiler göstermektense bu işi kökünden bitirecek politikalara imza atması gerekmektedir. Bunun için öncelikle Ermeni meselesi diye adlandırılan meselenin birbirinden tamamen ayrı üç unsur olarak ele alınması gerekliliğini artık anlamamız gerekmektedir. Ermeni meselesini değerlendireceğimiz bu birbirinden tamamen ayrı oluşumları, gelişimleri, süreçleri ve çözümleri de birbirinden tamamen ayrı üç farklı konu olarak değerlendirmek gerekir.

1) Ermenistan, Azerbaycan ve Türkiye'nin içerisinde bulunduğu süreç: Bu süreç Türkiye'nin devletler nezdinde ele alması gereken bir dış politika sorunudur. Amerika'da ki yasa tasarısı ile de bu sürecin iyi gitmesinin uzaktan yakından alakası yoktur. Bunun en güzel örneği de içinde bulunduğumuz şu dönemdir. Futbol diplomasisi ile başlayan, protokollerle hızlanan ve ikili ilişkilerin gelişmesiyle ivme kazanan Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin tarihinde olmadığı kadar iyi olduğu bir noktada tasarı geçmiştir. Demek ki Amerika'daki yasa tasarısı sürecine Ermenistan Türkiye yakınlaşmasının uzaktan yakından bir etkisi olmamıştır. Olması da mümkün değildir. Çünkü Amerika'daki diasporanın hedefleri, ilkeleri, çıkarları ve arzuları Ermenistan Devleti'ni temsil etmemekte ve bu uğraş Ermenistan için verilmemektedir. Türkiye bu iki konunun farklılığını net bir şekilde anlamalı ve idrak etmelidir. Ve bu süreçte Ermenistan ile yakınlaşmaların ABD'deki tasarı sürecine etki etmeyeceği anlaşılmalıdır.

Türkiye'nin Ermenistan ve Azerbaycan süreci ile ilgili idrak etmesi gereken bir diğer nokta da şudur: Türkiye'nin Ermenistan sınırını açmasını Ermenistan'ın Karabağ'dan çekilme sürecine bağlaması Türkiye'nin dış politika olgusudur ve doğrudur. Çünkü Türkiye için Karabağ sorunu çözülmeden bir sınır açma meselesi diplomatik olarak mevzu bahis olamaz. Fakat Türkiye bu konuyu birbiriyle bağlantılı görmekle birlikte ara bulucu olarak gördüğü ABD, Karabağ ve sınır açma hadisesini birbirinden tamamen bağımsız iki unsur olarak görmekte ve ilk adımı da Türkiye'den beklemektedir. ABD'nin bu tavrını doğru okuyamamak diplomatik olarak bir yanlış algılamaya sebebiyet verebilir. Ama asıl sorun ve asıl zafiyet Karabağ meselesinin çözüm noktasının ABD olduğunu düşünmek ve bu hususta ABD'yi karar verici olarak görmekten geçer. Dünyanın birçok noktasında ABD süper güç olması münasebetiyle belirleyici ve tayin edici olmaktadır. Ama Ermenistan Azerbaycan sürecinde belirleyici olan ülke ABD değil Rusya'dır. Bu süreçte Rusya'nın Karabağ meselesinin çözümünde asıl etken ülke olduğu ve Karabağ sorununu çözmek için Rusya'nın asıl talebinin Türkiye'nin Ermenistan sınırını açması değil, Azerbaycan'ın Rusya'nın güvenlik politikalarını alakadar edecek bazı ödünleri Rusya'ya vermesinden geçtiği unutulmamalıdır.

Yani Karabağ meselesinin çözümünde Türkiye iki hataya düşmektedir. Bu hatalar ABD'nin Ermenistan Azerbaycan sürecinde belirleyici ülke olarak görülmesi ve Karabağ sorununu da çözmek için Ermenistan ile olan sınırları açmanın yeterli olduğu düşüncesidir. Çözüm bu noktada belirleyici ülkenin Rusya olduğunu idrak etmek ve Karabağ meselesinin çözümünün Rusya'nın Türkiye'den beklediği bir ödün değil, Azerbaycan'dan alacağı bir ödün olduğunu görmektir.

2)Türkiye'deki kaçak Ermeniler sorunu: Bu mesele geçtiğimiz günlerde Başbakan'ın bir konuşmasında dile getirdiği, hem dünyada hem Türkiye'de tepki çeken ve daha sonra da Başbakan'ın yeni bir konuşmasıyla düzelttiği bir süreçtir. Öncelikle şunu söyleyelim Türkiye'de yaşayan Ermeniler Türkiye'nin birer vatandaşı, birer parçası ve her Türk vatandaşı gibi bu ülkenin sahipleridirler. Ne iç ne dış politikada bu bir sorun değil, Türkiye'nin kıymetli bir zenginliğidir. Ancak milliyeti Ermeni ya da herhangi başka bir millet hiç önemli değil, Türkiye'de kaçak çalışan herhangi bir insan Türkiye'nin bir istihdam, bir ekonomi, bir güvenlik ve bir sosyal sorunudur. Hiçbir suretle devleti temsil eden biri çıkıp hangi milletten olursa olsun Türkiye'de kaçak çalışan birini bir diplomatik tehdit unsuru haline getirmemeli ve zaten yanlış olarak yaşanmakta olan bir süreci tasvip etmemelidir. Diğer bir deyişle Türkiye'de Türk vatandaşı olan milyonlarca insan işsizken sayısı her ne kadar olursa olsun, milliyeti ne olursa olsun illegal çalıştığı tespit edilen biri hemen sınır dışı edilmeli ve illegal işlerine son verilmelidir. Bu bir Ermeni meselesi değil bu devletin kendi halkına istihdam sağlayacak olanakları illegal bir şekilde işgal eden başka bir kimseye göstermesi gereken doğal bir tepkidir. Ama burada devletin üst düzey bir yöneticisinin bu sürece haiz olduğunu söyleyip durumun illegal tarafının bilincinde olduğunu ifade edip, sorunun şu ana dek önleminin alınmaması başlı başına yanlıştır ve zafiyettir.

3) ABD'nin Ermeni diasporasının çıkarmaya uğraştığı sözde Ermeni Soykırım tasarısı: Bu tasarının ne olduğunu, nasıl geliştiğini ve diasporanın asıl motivasyon etkilerini defalarca kez ifade ettik. Şimdi geleceğe ve mevcut sürece doğru bu işin nasıl önleneceği ve Türkiye'nin gündeminden nasıl kaldırılacağı ile ilgili öneriler yapılması gerekmektedir. Şu unutulmamalıdır ki bu süreç ABD iç politika meselesidir ve ABD Temsilciler Meclisi üyelerinin seçim kampanyaları süresince hem oy hem maddi olarak destek aldıkları Amerika'daki Ermeni topluluğunun etkisinde kalmaları olarak özetlenebilir. Nüfus itibariyle ABD'deki Ermeni nüfusu Türk nüfusuna göre çok daha fazla. Temsilciler Meclisi üyesi çıkaran bazı eyaletlerde Ermeni nüfusu yoğun. ABD'deki Türkler oradaki açığı kapatmak için birden bir göç ya da nüfus patlaması yaşamayacağına göre Türkiye bu nüfus açığını ancak başka milletlerin lobisinden istifade ederek kapatabilir. Türkiye bu bağlamda yıllardır Azeri ve Yahudi lobileriyle Türk tezini birlikte savunmuş ve bu lobilerin de desteğini almıştır. Fakat Türkiye'nin Azerbaycan ve İsrail'le yaşadığı gerginlikler ABD'deki bu lobilerin Türkiye ile olan ilişkilerini de etkilemiştir. Türkiye'nin alması gereken acil önlem Afro-Amerikan, Çin, Hint, Latin gibi nüfus olarak büyük ve etkili, aynı zamanda da Ermeni diasporasının etki alanları dışında kalan lobilerle ilişkilerini iyileştirmesidir. Bu lobilerin desteğinin alınması Türk tezinin sözde soykırım tasarısına karşı savunulması konusunda büyük avantajlar sağlar. Bir diğer önlem ABD'deki Türk lobilerinin ve Türk Dernekleri'nin koordinasyonunun sağlanmasıdır. Evvelki dönemlerde New York'taki Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu, Washington'daki Türk Amerikan Dernekleri Asamblesi, iki ülke arasındaki ticari ilişkileri geliştirmeye çalışan Amerikan Türk Konseyi ve eyalet bazlı Türk Amerikan Dernekleri dışında büyük bir Türk lobicilik faaliyeti mevcut değildi. Son dönemde ise Türk Kültür Vakfı(Turkish Cultural Foundation), Türk Amerikan Koalisyonu, Türk Koalisyon-ABD Politik Hareket Komitesi gibi daha bir çok dernek ve sivil toplum örgütü kurulmaya başlandı. Buradaki sıkıntı aynen Türkiye'de yaşandığı gibi dindar-laik çatışmasının ABD'deki derneklere de sirayet etmiş olmasıdır. Bu ideolojik ayrımın ABD'deki derneklerin bir çoğunda fikri farklılıklar gösterdiği gözlemlenmektedir. Burada yapılması gereken önemli husus büyük ölçüde devletin organizasyonu ile fikri farklılıklar ne olursa olsun, siyasi düşünceleri ne boyutta olursa olsun, sözde soykırım tasarısında bütün bu derneklerin organize hareketi sağlanmalıdır. Bundan 10 sene öncesine göre ABD'deki Türk dernekçiliği ve lobiciliği çok daha güçlü bir konumdadır ve bu güç iyi bir şekilde organize edilmek suretiyle kullanılmalıdır.

Önemli bir diğer etken ABD Temsilciler Meclisi seçimlerinde ABD'deki Türk topluluğunun organize bir şekilde seçimlerde aktif rol almak, aday olmak, seçim kampanyalarında çalışmak ve adayların seçim kampanyalarına maddi destek vermek suretiyle siyasi güç sağlaması; süreçte söz sahibi olmasıdır.

Son olarak ise bu süreçte her şey devletten ve devletin resmi organlarından beklenmemeli, Türkiye'de bilinçli bir kamu diplomasisi unsuru oluşturulmalıdır. Kamu diplomasisini biraz açmak gerekirse; sadece tasarının oylanacağı günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden Temsilciler Meclisi'ne gitmiş ve Türkiye tezini ifade etmeye çalışan vekillerden ibaret olmamalıdır. Bir devletin cumhurbaşkanı, başbakanı, bakanı, milletvekili ya da bürokratı devletin son sözünü söylemelidir. O esnaya kadar kamu diplomasisi devlet diplomasisinin önünde tutulmalı ve söylenmesi gerekenler kamu diplomasisi yolu ile söylenmelidir. Kamu diplomasisini hayata geçirmenin en önemli şekli Türk iş adamlarının Amerikan iş adamlarıyla, akademisyenlerin akademisyenlerle, gazetecilerin gazetecilerle, Türk sivil toplum yöneticilerinin Amerikan sivil toplum yöneticileriyle, Türk üniversite öğrencilerinin Amerikan üniversite öğrencileriyle başlatacağı diyalog ve tartışma sürecidir. Bütün bu faaliyetler kamu diplomasisini oluşturacak, güçlendirecek ve devletin üstünden büyük yük alacak faktörlerdir. Şu andaki süreç; biraz popülist, biraz şovenist, biraz da bilgisizce Türkiye gündeminde tartışıldı. Geçmişte ne olduğu, bugün ne yaşanmakta olduğu ifade edildi. Ama büyük ölçüde ne yapılmak gerektiğine olanak veren bir proje ortaya konmadı. Biraz evvel ifade ettiğim dört temel madde üzerine bir on dört daha da eklemek suretiyle arttırılabilir. Ama esas itibariyle bunlar mevcut sürecin değil, bundan sonrası için alınması gereken önlemlerin ne olduğunu açıklıkla ifade etmektedir.

Artık Türkiye şu yaşadığı tatsız süreci kökten ortadan kaldırmak için bir duruş sergilemeli ve ifade edilen çözümler hayata geçirilmelidir.