ABD cari işlemler açığı üzerine düşünceler

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Orhan AKIŞIK

Dünya ekonomilerini derinden etkilemeye devam eden bu son resesyonun Amerikan ekonomisi üzerindeki en olumlu etkisi belki de, azalan cari işlemler açığı. Gerçekten de, 2007'nin başında, yani ekonominin resesyona girmesinden bir yıl öncesinde GSYİH'nin yaklaşık yüzde 6.3'ü oranında cari işlemler açığı veren ekonomide bu yıl bu oran, yüzde 3.0'e düşmüş görünüyor. Bir başka deyişle, yüzde 50'nin üzerinde bir azalma söz konusu. Buna bakarak, resesyonun 2010'da da devam etmesi halinde açığın daha da azalacağı söylenebilir ki, bu kuvvetle muhtemeldir. Ama bu istenir mi diye sorarsanız, cevap koca bir hayırdan öteye gidemez. Zira, ekonomide ve sosyal yapıda derin tahribatlar yaratma pahasına dış açıkların azalmasını kim ister ki? Hele hele, bizim de aralarında yer aldığımız yükselen piyasalar grubundaki ülkeler bile aldırış etmezken, rezerv paraya ve gelişmiş sermaye piyasalarına sahip olmanın avantajlarını kullanan bir süper güç bunu niye istesin?

Mal ve hizmetlerin ihracat ve ithalatı, kısa vadeli net finansal yatırımlar ve tek taraflı transfer işlemlerinin toplamı olarak tanımlayabileceğimiz cari işlemler dengesinde, ABD'nin açık vermeye başlaması 70'li yıllara gidiyor. 1980'lerin ortasına doğru ise, açığın hızlı bir artış göstererek GSYİH'nin yüzde 3.5'ine ulaştığını, 1991 yılındaki kısa süreli fazlayı dikkate almadığımızda, sürekli kötüleşerek 2005'in sonunda GSYİH'nin yüzde 7.0'sine ulaşarak zirve yaptığını görüyoruz.

Evet, 70'li yılların cari işlemler dengesi açısından bir dönüm noktası olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. O zamana değin dış ticaretinin toplam geliri içindeki yaklaşık yüzde 11.0'lik payıyla kapalı bir ekonomi görünümü veren ABD, 1970'lerden başlayarak günümüze kadar geçen zaman zarfında dünya ticaretindeki payını süratle artırmış, global ekonominin adeta lokomotifi haline gelmiştir. Bunun önemli maliyetlerinden biri, 1980'lerden itibaren süratle artan cari işlemler açığıdır. Biraz yakından baktığımızda bunun arkasında, Avrupa ülkeleri ve Japonya'nın, ekonomilerindeki yavaşlama ve tasarruf oranlarının artması sonucu, ABD'den yaptıkları ithalatı azaltmalarının olduğu kadar, küreselleşme ile birlikte sermaye hareketleri üzerindeki sınırlamanın kalkmasına bağlı olarak, özellikle 1990'ların ikinci yarısından itibaren ABD'ye yapılan uluslararası yatırımlardaki artışa kadar bir dizi nedenin yer aldığını görmekteyiz. Bu ikincisinde, Amerikan yatırım araçlarının yatırımcılara yüksek getiri sunmalarının yanı sıra bu ülkenin dünyanın en gelişmiş sermaye piyasalarına sahip olmasının payı olduğunu da belirtmeden geçmeyelim. Bu gelişmeler, bir taraftan ABD ödemeler dengesinin sermaye hareketleri hesabında fazlaya yol açarken, diğer taraftan da cari işlemler hesabında açığa neden olmuştur. Yüksek getirili Amerikan finansal yatırım araçlarının cari işlemler dengesi üzerindeki bir diğer olumsuz etkisi, - Amerikan halkının refah düzeyindeki artış sonucu - tasarrufların azalması ve tüketim harcamalarının teşvik edilmesi şeklinde ortaya çıkmıştır. Bunlara ilaveten, özellikle 1998'den 2005'e kadar geçen sürede ham petrolün ortalama varil fiyatındaki üç misli artış ve 1990'ların sonlarında yaşanan finansal krizlerden sonra yükselen piyasa ekonomileri olarak adlandırılan ülkelerdeki tasarruf oranlarının süratle artmasının da ABD açıklarında etkili olduğu söylenebilir.

Cari işlemler dengesi açığının bugünkü seviyesine dönersek, azalmanın sağlıklı olduğunu söylemek zordur. Zira uzun süreli resesyonda bile yüzde 3.5 oranlarında seyreden açığın, ekonomi tekrar genişleme sürecine girdiğinde artması kaçınılmaz. İşte bu nedenle, kronik hale gelen bu soruna artık bir çözüm bulmanın zamanı geldi de geçmekte bile. Nitekim, cari işlemler açığının bir sorun olmayacağını ileri süren küçük bir grup ekonomistin dışında, hemen herkesin üzerinde hemfikir olduğu nokta, bunu böyle devam edemeyeceği yönünde. Hem öyle muhalif sesler eskiden olduğu gibi, artık sadece ülke içinden de gelmiyor. Açığın önde gelen finansörlerinin de seslerini yükseltmeye başladıklarını görüyoruz. Bu yılın başlarında, Çin Başbakanı Wen Jinbao, ABD hazine bonolarına olan 1 trilyon doların üzerindeki yatırımları için Obama yönetiminden güvence istedi. Ancak, şu an için dolar rezervlerini artırmaktan başka seçeneklerini de yok. Fakat uzun vadede bu yükü taşımayacakları da bir gerçek. Bu ülkenin doların yerini alacak global bir para biriminin oluşturulması yolundaki talebi, bunun önemli bir sinyali olarak görülebilir. Şimdilik, ABD yetkililerinin somut bir güvenceden ziyade yatıştırma politikasıyla yetindikleri görülüyor.

ABD'ye gelince; dış açıklarını sıfırlamasının ve hatta fazla vermesinin yakın bir gelecekte mümkün olmadığını söyleyebiliriz. Evet, yaşanan bu ağır resesyon açıkların bir dereceye kadar azaldığını gösterdi. Bundan sonrası ise, diğer ülkelerin ekonomik büyümede bayrağı ABD'nin elinden almalarına bağlı olduğu kadar, Amerikan halkının tüketim alışkanlıklarını değiştirmesine de bağlı. Doların tek rezerv para olduğu güçlü günlerinden kalma bu alışkanlık değişmedikçe, açıkların kalıcı bir biçimde azalmasının zor olduğu görülüyor. Fazla veren ülkelere bakalım; hemen hepsinin ortak özelliği, tasarruf oranlarının yüksek olması. Bu bakımdan, Amerikan dış açıklarının global tasarrufların fazlalığından kaynaklandığını ileri süren ABD Merkez Bankası başkanı Bernanke'ye hak vermemek elde değil. ABD, açık sorununa kalıcı çözüm bulmak istiyorsa, tasarruflarını süratle artırmalıdır.