Adım adım global krize giden süreç

Bekir Kavruk, Dünya Online okurları için değerlendirdi...

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Yaklaşmakta olan global kriz ve bunu tetikleyen subprime mortgage krizi hakkında aylardır tartışmalar sürmekte olup, bu krizin takibi ve anatomik bütünlüğü hakkında tam açık ve net fikre sahip olmayan okuyucular için anlaşılır bir dille konuyu özetlemek gerekirse;

1). FED'in devam edecek olan faiz indirimleri

. ABD hükümetinin ilk etapta öngördüğü ve genişletilmesi kongrede tartışılan 150 milyar USD'lık vergi teşvik paketi.

. Eyalet sigorta kurumlarının bankalar üzerinden başta AMBAC, MBİA gibi sigorta şirketleri olmak üzere CDS'leri kurtarma planlarını açıklamaları

. AB, Japon ve diğer merkez bankalarının alabileceği koordineli önlemler, etki gösterip özellikle ABD kaynaklı ateşlenen piyasalar yatıştırılacaktır.

2) ABD'nin resesyona girecek ve alınan tüm önlemler sadece açılan yaralara pansuman niteliği taşıyacak ama piyasaların yatışmasına kafi gelmeyip şişkinlik gösteren boğa piyasaları büzüşme yani ayı piyasaları sürecine girecektir.

ABD'de kredi müşterileri prime, subprime olmak üzere ikiye ayrılmaktadır:

. Prime müşteriler isimleri gibi yeterli gelir ve iyi bir kredi siciline sahip kişilerdir.

. Subprime müşteriler düşük gelir sınıflarına ait guruplardan oluşurlar. Gelir ve iş durumları iyi olmadığı gibi kredi kapatma huyları ve sicilleri bozuktur. Bundan ötürü riskli kredi grubuna girerler ve yüksek faiz öderler.

Subprime kredilerin yaygın olduğu sahalardan birisi de Türkiye'de de uygulamaya sokulmaya çalışılan mortgage yani uzun vadeli borçla konut satın alma yöntemidir. Subprime mortgage olarak adlandırılan bu krediler 2000'li yılların başlarında faizlerin düşük ve yükselen Petrol fiyatları ve Carry Trade'in getirdiği likiditenin bol olması nedeni ile Amerikan bankaları tarafından subprime müşterilerin "background"ları pek göz önüne alınmadan evlerini ipotek etmeleri karşılığı peynir ekmek gibi dağıtıldı. Zamanla ABD rating kuruluşlarının "beklenti endeksleri" verilerine göre alınan bu evlerin fiyatlarının daha da artacağı düşünüldü. Bundan ötürü subprime müşteriler ipotek ev borçları üstüne aldıkları tüketim kredileri ve kredi kartları ile daha da borçlandılar. Bu ek borçlanmanın 1 trilyon USD'ye yaklaştığı tahmin ediliyor.

Peki, bu arada subprime ipotek kredileri veren bankalar ne yaptılar? Bu bankalar ipotekli alacaklarını teminat gösterip rating kuruluşları ve büyük yatırım bankalarının teşvikleri ile CDO tabir edilen subprime mortgage bonolarını çıkartıp satışa sundular yani seküritize ettiler.

Bu CDO'lar aralarında Avrupa ve Uzakdoğu bankalarının da bulunduğu piyasa kuruluş ve yatırımcıları tarafından kapışıldı. Bu bonolar hedge fon dediğimiz riskli ve kaldıraç metotlarını kullanan fonlar bünyesinde de değerlendirmeye alındı. Üstelik bu riskli CDO'lar CDS olarak adlandırılan tahvil-kredi sigorta şirketleri tarafından da sigortalanarak görünümde güvence altına alındı.

Böylece ABD para piyasası fonları, aracı kurumlar, bankalar, rating şirketleri, CDS'ler, piyasa yatırımcıları, diğer şirketler, bireysel yatırımcılar, borsalar vs.'den oluşan çember başta AB (Almanya) ve Uzakdoğu (Çin) olmak üzere uluslar arası banka ve finans kurumlarının da buna dahil olmasıyla zincirleme "Global bir mega çember"e dönüştü. Trilyonlarca USD'lik yatırımları içeren bu mega çemberin başı subprime sınıfındaki riskli müşterilerin ipotekli mortgage borçlarını ödeyecekleri (!) varsayımından ortaya çıkan CDO bonolarına dayanıyordu. Böylece "Global bono zedeler" faciası olarak sonuçlanabilecek mega bir krizin temelleri atılmış oldu.

Kredi bolluk zamanı olan 2000'li yılların başlarında dağıtılan kredilerin vade süreleri geldiğinde aslında beklenilmesi gereken oldu ve subprime müşteriler bankalara gerekli geri ödemeleri yapamadılar. Borçlarını geri ödeme umuduyla mortgage ile aldıkları ipotekli evlerini satışa çıkardılar. Ancak bunlar gibi yüz binlerce subprime mortgage kredi borçlusu aynı yol ile evlerini satmaya kalkınca aşırı arzın yarattığı balon patladı ve inşaat sektörü çöktü.

Ev fiyatlarında her yüzde 10'luk düşüşün maliyeti 2 trilyon USD olarak hesaplanmakta olup, dolayısıyla yüzde 20-30'luk düşüşün maliyeti 4-6 trilyon USD olacaktır.

Burada bir parantez açıp kısaca ABD ekonomisine bakarsak: Tüketime dayalı ekonomi ABD ekonomisinin yüzde 70'ini oluşturmaktadır. Bu 14 trilyon USD'lik ABD ekonomisinin yaklaşık 10 trilyon USD'lik kısmı demektir. Dolayısı ile bu rakam ABD 'ye ihracat yapan başta AB ve Uzakdoğu (Çin, Japonya, Hindistan) olmak üzere dünya ekonomisi için çok büyük önem taşımaktadır.

Halbuki borç yükü altında bulunan milyonlarca subprime müşterilerinin ABD'de tüketim harcamaları mecburi olarak düşme sürecine girdiği için bu gelişim ABD'de resesyon sürecinin başlamasına yol açmış bulunuyor.

Tekrar subprime mortgage krizine dönersek ilk olarak CDO'larda yüklü pozisyon alan önemli piyasa şirketlerinden Bearn Stears, 2 hedge fonunun iflas ettiğini açıkladı. Yaşanan bu olay kredi piyasalarında yatırım yapan diğer fonların da batabileceği endişesi ile şok etkisi yarattı ve yaşanan bu şok piyasalarda likidite ve finans krizinin zeminini hazırladı.

Piyasa yatırımcıları subprime mortgage'a dayalı riski çok hafife aldıklarını fark edince diğer sahalardaki riskleri de yanlış değerlendirmiş olabileceklerini düşünüp ciddi endişeler duymaya başladılar. Bu güvensizlik ve tedirginlik sonucu Riskli varlıkların ve CDO'ların fiyatları hızla düşmeye başladı ve fonları da elden çıkarmaya başladılar. Yatırımcılar hazine bonolarına yöneldi, emtia (altın) piyasalarında talep patladı. Ayrıca birikimler bankalardaki hesaplara tekrar geri dönmeye başladı ve borsalarda düşüş dalgaları oluştu. Kriz endişesinden bankalar likidite stoklamaya başladılar ve bunun sonucu İnterbank piyasaları kilitlendi. FED, AB dahil büyük merkez bankaları piyasalara müdahale etmeye çalıştılar.

Likidite krizinden en fazla kısa vadeli borçlanıp uzun vadeli yatırım yapan bankalar dışı "Gölge Bankacılık" sistemine dayalı fonlar, özel kuruluşlar, Hedge fonlar, aracı kurumlar ve CDS'ler etkilendiler.

Piyasalarda en büyük sorunu belirsizlik teşkil ediyor. Risk ölçülebilir ve fiyatlandırılabilinir. Halbuki belirsizliğin ölçütü yoktur. Kimin batık kredi ve CDO'ları elinde tuttuğu bilinmemektedir. Bu belirsizlik bütün piyasaları global olarak olumsuz etkileme sürecine sokmuş bulunmaktadır.

Bu belirsizliğin yarattığı psikoloji, oluşan güven kaybından ve iflas risklerinden ötürü bankalar borç vermek istemez duruma gelmiş ve bu kriz sonunda reel sektörede bulaşmış bulunmaktadır.

Oluşan ciddi tedirginlik ve güvensizliğin sonucu piyasalar müthiş bir satış trendine girmiş bulunmaktadır. Haliyle FED, ABD hükümeti, ABD eyalet sigorta kurumları, AB, Japon ve diğer merkez bankaları aldıkları önlemler ile piyasaları yatıştırıp hiç olmazsa durumu muhafaza etmeye çalışmaktadırlar. Ancak şu ana kadar görünüm itibarı ile piyasalardaki bu ciddi tedirginlik ve kayıplar devam etmekte ve böylece dünya dış ticaretini olumsuz etki altına alacak resesyon süreci de başlama tehlikesi altındadır.

Sonuç:

Tüm dünya ABD'de subprime mortgage krizi ile başlayıp belirsizlik sürecinin verdiği tedirginlik ve güvensizlik sonucu zincirleme likidite, finans krizi ile devam eden reel sektöre bulaşan ve CDO'lar ile virüs gibi uluslararası piyasalara hızla yayılıp, CDS'leri tehdit altına sokan ve muhtemel günah keçilerinin Rating kuruluşları olduğu, ABD ekonomisini resesyonun eşiğine getiren ve dolayısı ile dünya ekonomilerini dalga dalga etkisi altına alacak olan global kriz tehdidi altına girmiş bulunmaktadır. Bu global krizin kimi otoritelerce daha çok 1987 yılı krizi ile benzerlik taşıdığı öne sürülmekle beraber kimi otoritelerce de daha kötümser bir yorum ile 1929 yılı sonrası yaşanabilecek en büyük kriz olma riski taşıdığı iddia edilmektedir.