Ağlamak yerine çözüm üretmek

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Mehmet AĞCABAY / Denizli Ticaret Odası Yönetim Kurulu Üyesi

Tekstil sektörü, 1930'lu yıllarda İngiltere'deki girişimler ile başlamıştır. 1950'li yıllarda Fransa, 1960 yılların ikinci yarısında Almanya ve İtalya'da ülke ekonomilerinin en önemli aktörü konumuna gelmiştir.

Tekstil sektöründeki faaliyetlerin artmasıyla ülke halklarının da refah seviyeleri yükselişe geçti. İş gücü maliyetlerinin artmasıyla sektör 1980'li yıllarda gelişmekte olan Türkiye, İspanya ve Portekiz gibi ülkelere doğru kaymaya başladı. Ülkemiz, Cumhuriyet'in ilk yıllarında tekstil ve konfeksiyon ithalatçısı iken, tekstil sektöründe 1950'li yıllarda faaliyetle geçilmiş, 1980'li yılların ikinci yarısına gelindiğinde ise ülke ekonomisi içinde yer edinmeye başlayarak, bu yıllarda başlayan ihracata dönük kalkınma modeliyle beraber önemli bir atılım göstermiş ve ülke ekonomisinin lokomotif sektörü haline gelmiştir.

Türkiye'de ihracatın ve istihdamın lokomotif sektörü olarak tanımlanan tekstil, Dünya Ticaret Örgütü'nün 2005'te uygulamaya başladığı kotaların kaldırılması kararının ardından zor bir döneme girdi. Maliyetlerin artması ile sektör Suriye, İran, Pakistan, Mısır gibi ülkelere doğru yön değiştirdi. Tekstil sektörünün başlangıcından bugüne gelişini göz önünde bulundurduğumuzda ülkemizin içinde bulunduğu sıkıntılı dönemleri yadsımamak gerekiyor. Ama bir noktayı gözden kaçırmamak gerek; sektörün başladığı İngiltere'de, Fransa'da, Almanya'da halen üretimler devam ediyor. Ve halen tekstil sektörü bu ülkelerin en önemli sektörleri arasında. Ama sıralı üretim yerine katma değeri yüksek ürünler üreterek sektördeki faaliyetlerine devam ediyorlar. Gerek butik üretimlerle gerek iç dış giyimde farklı üretimler gerçekleştiriyorlar.

Dünyayı tekrardan keşfetmeye gerek yok, model belli. Türkiye, tekstil sektöründe markalaşmaya ve modaya yönelik çalışmalara ağırlık verecek. Genç iş gücümüzün önünü açıp, yenilikler yapmalara izin verip fırsatlar sunabilmeliyiz. Fasoncu olan ülkemiz artık gelişmekte olan ülkeleri fasoncu olarak kullanabilmeli. Gerek bilgi birikimi, gerek sermaye birikimi ve stratejik avantajını üretim maliyetlerinin ucuz olduğu ülkelere taşıyıp yeni fırsatlar yaratabilmenin yollarını aramalıyız. Çin ve Hindistan gibi nüfus yoğunluğu olan ülkeler üzerine yoğunlaşmalıyız. Bu ülkeler dünya tekstil sektörünün ihracatçısı konumunda olsalar da ithal ürünlere olan ilginin artış gösterdiği ülkeler arasında başı çekiyor.

Denizlimiz kaliteli üretimleriyle bu pazarlara girmiş durumda. İlimizin, ihracattaki tecrübesiyle ve giricilik ruhuyla yeni pazarlarda ülkemize öncülük yapabilecek konumda olduğunu düşünüyorum.