Amerika'nın resesyondan kurtuluşu!
Orhan AKIŞIK
Tarihimiz açısından bir dönüm noktası olan 29 Ekim'in, ABD iktisat tarihi için de günün birinde önemli olacağını kim bilebilirdi ki? Amerika'daki resesyonların başladığı ve bittiği tarihleri bildirme görevini üstlenmiş olan NBER 1 tarafından bu konuda henüz resmi bir açıklama yapılmış olmasa da, Ticaret Bakanlığı tarafından 29 Ekim tarihinde yayımlanan geçici ekonomik rapor, bu yılın üçüncü çeyreğinde yüzde üç buçuk oranında büyüme gerçekleştiren ülkede resesyonun sona erdiğini gösteriyor. Ancak, ekonomik çevrelerin beklentileri doğrultusundaki bu gelişmenin büyük bir coşkuyla karşılandığını söylemek güç. Hazine Sekreteri Tim Geithner'in de belirttiği gibi, krizin yarattığı olumsuzluklarla mücadele içindeki milyonlarca Amerikalı için resesyon hâlâ varlığını koruyor. 2007 yılının Aralık ayından bu yana sürmekte olan, Amerikan tarihinin 1929 Ekonomik Buhranı'ndan sonraki bu en büyük krizi şimdilik atlatılmış görünse de, ekonominin hâlâ bıçak sırtında olduğu bir gerçek. Zira, büyük ölçüde, hükümet tarafından bu yılın başında uygulamaya konulan 787 milyar dolar tutarındaki ekonomiyi canlandırma paketinin katkısıyla dayanıklı tüketim malları, daha doğru bir ifadeyle araba satışları ve konut yatırımlarındaki artıştan kaynaklanan büyümenin, arkasından kamu desteği çekildiğinde sürüp sürmeyeceği şüpheli. Ekonominin itici gücü özel sektörün sabit yatırım harcamalarındaki gerilemenin yılın ikinci çeyreğine kıyasla azalarak da olsa hâlâ devam ediyor olması, bunda önemli bir etken. Yatırımlardaki azalma, işsizliğin yüzde on düzeylerine kadar yükselmesinde de en büyük faktörlerden biri.
Önümüzdeki yılın ortalarına kadar normal seviyesine gerilemesi uzak bir olasılık olarak görülen işsizliğin, makroekonomik istikrarın kalıcı bir biçimde tesis edilmesinin karşısındaki en büyük engellerden biri olduğunu söylemeye gerek yok. Bu, özellikle ABD gibi, tüketim harcamalarının ulusal gelirin yüzde yetmişini oluşturduğu bir ülke söz konusu olduğu zaman daha da bir önem kazanıyor. Büyük ölçüde tüketime dayalı ekonomi, resesyonun sona ermesiyle birlikte bütçe açıklarının üzerine gidileceğini daha önce açıklayan hükümetin, bir süre bunu erteleyebileceğini de düşündürüyor. Geçenlerde, bu konuda işaret, gerektiğinde kamu harcamalarına devam edileceği yönündeki açıklamasıyla hükümetten geldi.
Yüksek bütçe ve cari işlem açıklarının ülkenin makroekonomik dengelerini bozmasının yanı sıra, siyasi ve ekonomik gücünde de zafiyete yol açtığı bir gerçek. Farklı bir ifadeyle, Amerika'nın lider ülke konumunu tartışmaya açan bir olgu. Geçen eylül ayı itibariyle 1.4 trilyon dolara ulaşan bütçe açıklarının, yapılan tahminlere göre 2010-2019 döneminde toplamda 9 trilyon doları aşacağı öngörülmekte. Bütçe açığının gayri safi milli hasılanın yüzde onuna ulaşmasında, Freddie Mac, Fennie Mae gibi dev ipotek kredisi şirketlerini kurtarma amacıyla aktarılan kaynakların dışında, resesyon sonucu düşen vergi gelirlerinin de payı büyük. Bu rakamlara bakınca, Obama yönetiminin nasıl bir ekonomik enkaz devraldığı daha iyi anlaşılıyor.
Artan bütçe açıkları sonucu yükselen faizler, sadece özel yatırım harcamalarını ve buna bağlı olarak büyümeyi olumsuz etkilemiyor, ayrıca doların yabancı paralar karşısındaki değerinin artmasına, yani aşırı değerlenmesine yol açarak dış ticaret ve ödemeler dengesi açıklarını da büyütüyor. Bütçe açıklarının azaltılmasında, bilindiği gibi, hükümetlerin elinde kullanabilecekleri iki araç var: Harcamaların azaltılması ve/veya vergilerin artırılması. Hükümet, bu defa harcamaları azaltmanın yanı sıra tüketimi de vergilendirmek niyetinde. Amaç, cari işlem açıklarını kontrol altına almanın ötesinde, orta vadede ekonomik büyümeyi tüketime bağlı olmaktan çıkarıp, ihracata dayalı hale getirmek. Fakat, ekonomik dengelerin yerli yerine oturmadığı bu ortamda, böyle bir politikanın uygulanabilirliği zor. Beklemek gerekiyor. Beyaz Saray Ekonomi Başdanışmanı Christina Romer'in de söylediği gibi, ekonominin performansı resesyondan önceki düzeyine ulaştığında, bütçe açıklarını kontrol altına alan politikalara sıra gelecek. Yani harcamaları azaltan, vergileri artıran daraltıcı maliye politikaları. Ancak, bu politikaların ekonomiyi tekrar resesyona sokma riski taşıdığını söylemeye gerek yok. Peki, artık sürdürülebilirliği olanaksız hale gelen bütçe açıkları bu şekilde devam edemeyeceğine göre çözüm ne olabilir? Henüz yetkililer tarafından dile getirilmese de, açıkları azaltmanın gevşek para politikaları uygulanmaksızın gerçekleştirilemeyeceği ortada. Bir başka deyişle, eşzamanlı olarak uygulanacak daraltıcı kamu ve gevşek para politikalarından oluşan bir politika demeti.
Tıpkı, Clinton'ın 1992 yılında işbaşına geldiğinde uyguladığı politika. Biraz geriye gidelim, ne dersiniz? 1992'de gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde dört buçuğuna ulaşan bütçe açıkları, o zamanki yönetimin gündeminde çözülmesi gereken sorunların başında geliyordu. Evet, daraltıcı maliye politikaları uygulanacaktı uygulanmasına, ancak endişe bunun resesyona yol açıp açmayacağı idi. O zaman da şimdiki gibi, Amerika bir resesyonu yeni atlatmıştı. İmdada, FED yetişti. Başkan Greenspan tarafından daraltıcı kamu politikasının ekonomi üzerindeki olumsuz etkisini telafi etmek için uygulamaya konulan gevşek para politikası sonucu açık, giderek azalarak 1998'de fazlaya dönüştü.
Şimdi, 90 yıllarda uygulanan bu politika tekrar edilmez mi? Esasen, başka bir seçenekte görünmüyor. Eğer Obama yönetimi bu doğrultuda bir karar alırsa, bu, Amerikan ekonomi politikası açısından 1992-2009 dönemi itibariyle çok ilginç bir benzerliğe de yol açacak.
Cumhuriyetçiler döneminde bozulan bütçe dengesinin Demokratlar tarafından aynı ekonomik yöntemlerle çözülmesi. Tarih tekerrürden ibaret derler. Acaba ne derece doğru? Bekleyip göreceğiz.
(1) Ekonomik Araştırmalar Ulusal Dairesi