Asya'da barış ve istikrar
Dr. Mustafa AŞULA / Em. Büyükelçi
Hafta başında Ankara'da, Sheraton Oteli'nde çok önemli bir çalıştay gerçekleştirildi. Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (TASAM ) ile, Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM) tarafından ortaklaşa düzenlenen ve bir çok düşünce kuruluşu yanında, sivil toplum örgütleri, akademisyenler ve Orta Asya cumhuriyetlerinin Ankara'daki misyon şefleri ve temsilcilerinin katıldıkları söz konusu çalıştayın ana teması, Asya'da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı (CICA) idi.
Türkiye ve dışişlerimiz, bir yandan, dünya barış ve istikrarını hiç umursamayan İsrail'le birlikte, aşikar nükleer olma çabası içindeki İran'ın da yer aldığı Ortadoğu'da, öte yandan, komşu ülke topraklarının neredeyse yüzde yirmi kadarını işgal altında tutmaya devam eden ve düşmanlığın her türlüsünü sergilemekten çekinmeyen Ermenistan'ın bulunduğu bölgede barış ve istikrarı bulabilmek için olağanüstü çaba göstermeye dursun, yanıbaşındaki Orta Asya'da bunun temellerinin yıllar öncesinden atıldığını, hedefe giden yolda, adım adım önemli mesafeler alındığını ve önceleri diplomatik konferans olarak başlayan bu girişimlerin günümüzde tam teşekküllü bir örgüte (CICA) dönüştüğünü herhalde yeni farkediyor olacak.
Bir bakıma Asya'nın AGİT'i olarak vasıflandırabileceğimiz bu çabalar, ta 1992 yılında, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev'le başlamıştı. Nazarbayev'e göre, Sovyetler sonrası bağımsızlıklarını kazanan cumhuriyetlerin, bu meyanda Kazakistan'ın her alanda yeniden inşa için zamana, içeride ve dışarıda barış ve istikrara ihtiyacı vardı. Bunun için, pek de homojen olmayan içeride dirlik ve düzenlik, dışarıda ise, barışçıl iyi komşuluk ve güvenlik esastı. Ancak bu sayede, ilk günlerde adeta ortada kalmış geniş halk kitlelerine asgariden başlayan bir ekonomik yaşam ve giderek artacak bir refah düzeyi sağlanabilirdi. Dolayısıyla, şimdilerde dışişlerimizin benimsediği komşularla 'sıfır sorun' ve diyalog kaçınılmazı. Lakin bölgede böylesi bir örgüt mevcut değildi.
Kazakistanı yönetirken , herşeyden önce müdebbir bir iş adamı misali hareket eden Cumhurbaşkanı Nazarbayev, bağımsızlığın, Sovyetler'den aniden kopmanın o sıralardaki tüm olumsuzluklarına rağmen, örgütlenme fikrini ortaya atmış ve içerideki serbest piyasa ekonomisi istikametli kalkınma çabalarına paralel olarak, zaman içinde Asya'ya has AGİT'i bugün ulaşılan bir realite halinde, ortaya çıkarmayı başarmıştır. Bu çaba, Nazarbayev'in şahsında, Kazakistan'a gerçek AGİT dönem başkanlığı görevini kazandırmıştır. Bu olağanüstü gelişme hiç şüphe yok ki, Avrupa'nın güvenlik ve istikrarı ile, Asya'nın güvenlik ve istikrarı arasında vazgeçilmez bir bağımlılık olduğunu sonunda kanıtlamıştır.
Kanımca, dışişlerimiz bundan gereken dersi zamanlıca çıkarmasını bilmelidir. Bugün 20 üye ve 10 gözlemci üye ile bir gerçek haline gelen (CICA)'nın dönem başkanlığını önümüzdeki yakın süre içinde üstlendiğimizde, bunun bilinciyle hareket edebilmeliyiz. Bu görevi sadece bir ev sahipliği ve organizasyon sorumluluğu olarak görmemeliyiz. CICA dönem başkanlığı bize bu defa genişletilmiş Orta Asya dosyasını yep yeni bir vizyonla tekrar ele alabilme fırsatını sağlamalıdır. İlk günlerin adeta meşihat kapısı olan Türkiye, zaman içinde bu müstesna arenadaki öncelikli yerini başkalarına kaptırmış ve maalesef sıradanlığa düşmüştür. Orta Asya'daki yönetimler olarak, halklar olarak, bize karşı beslenen yüksek hayalleri yıktık, ihmal ettik, artık bunları olabildiğince ve tezelden ihya etmenin zamanının geldiğini kabul edelim.
Dışişleri Bakanı'mız Türkiye'nin tarihi satvetinden bahsediyor. Bu, söylemekle ve uyuyanları uyandırmakla olmaz. Bize adeta gümüş tepsi içinde sunulmuş bir Orta Asya portföyü var. Bunu yanımıza alabildiğimiz ölçüde, ne Avrupa Birliği ve ne de Amerika kapılarını aşındırmamıza fazla gerek kalmayacak, o aradığımız satveti kendiliğinden bulmuş olacağız.