”Avrupa'daki sorunlar ülkemiz için de önemli bir risk”

MB Başkanı Yılmaz, son aylarda özellikle Avrupa ekonomilerinin tekrar bir yavaşlama sürecine girdiğine ilişkin sinyaller alındığını belirtti.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

KONYA - Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, son aylarda özellikle Avrupa ekonomilerinin tekrar bir yavaşlama sürecine girdiğine ilişkin sinyaller alındığını belirterek, "Avrupa Birliği'nin en büyük ihracat pazarımız olduğu göz önüne alındığında, Avrupa ekonomilerinin içinde bulunduğu sorunlar ülkemiz için de önemli bir risk teşkil etmektedir" dedi.

Yılmaz, Konya'da düzenlenen 19. Dünya İşletmecilik Kongresi'nde, Türkiye'nin ekonomik krize önemli bir direnç göstermeyi başardığını belirterek, bu direncin nedenlerine bakıldığında, dalgalı kur rejimi uygulamasının ülkeye kazandırdığı esneklik, bankacılık sisteminin sağlam yapısı, kriz öncesinde ve kriz sırasında uygulanan dengeleyici para politikası ile kriz öncesi dönemde izlenen mali disiplinin kamu maliyesine vermiş olduğu hareket alanının ön plana çıktığını söyledi.

AB ekonomisindeki yavaşlamanın Türkiye'ye etkisi

İstihdam piyasasındaki toparlanmanın daha uzun bir süre alacağını tahmin ettiklerini dile getiren Yılmaz, şunları kaydetti:

"Küresel gelişmelere baktığımızda 2009 yılının ikinci yarısından itibaren küresel ekonominin ılımlı bir toparlanma eğilimi sergilediğini görmekteyiz. Bununla birlikte son aylarda özellikle Avrupa ekonomilerinin tekrar bir yavaşlama sürecine girdiğine ilişkin sinyaller alınmaktadır. Gelişmiş ülkelerde kredi piyasalarındaki sorunlar azalmakla birlikte henüz tam olarak ortadan kalkmış değildir. Nitekim ABD ve Avro bölgesi kredi gelişmeleri incelendiğinde, kredi hacminde kayda değer bir artış görülmemektedir. Gelişmiş ülkelerin bankacılık kesiminde sorunlu varlıkların çözüme kavuşturulmamış olması, kredi mekanizmasının etkin bir şekilde işlemesini engellemektedir."

Merkez Bankası Başkanı Yılmaz, birçok ülkede hızlı artış gösteren ve yüksek seviyesini koruyan işsizlik oranlarının hane halkı harcamalarını azaltarak toplam talebi olumsuz yönde etkilediğine de işaret ederek, özellikle gelişmiş ülkelerde uygulanan gevşek maliye politikalarının bir sonucu olarak hızla büyüyen bütçe açıkları ve kamu borç stoklarının, gelecek yıllarda uzun vadeli faiz oranlarını artırarak özel talebi olumsuz yönde etkileyebilecek önemli bir risk unsuru olduğunu söyledi. Yılmaz, şöyle devam etti:

"Küresel ekonomiye ilişkin bu riskler, Türkiye'yi de olumsuz etkileme potansiyeli taşımaktadır. Avrupa Birliği'nin en büyük ihracat pazarımız olduğu göz önüne alındığında, Avrupa ekonomilerinin içinde bulunduğu sorunlar ülkemiz için de önemli bir risk teşkil etmektedir. Nitekim son dönemde dış talep göstergelerinin kısmi bir yavaşlamaya işaret ettiğini görüyoruz. Uluslararası ekonomilerde yaşanan çalkantılar, beklentiler kanalı ile de ülkemizde yurt içi talebi olumsuz etkileme potansiyeline sahiptir. Küresel finans piyasalarında yaşanan sorunların, dış finansmana erişimi kısıtlaması ihtimali de bulunmaktadır. Sonuç olarak ekonomimizde kaynak kullanımının henüz kriz öncesi seviyeye ulaşmadığı ve talep baskısının yaşanmadığı bir ortamda, temel enflasyon göstergelerinin orta vadeli hedeflerle uyumlu seyretmeye devam edeceği ve iktisadi faaliyetteki toparlanmanın yavaş ve kademeli gerçekleşeceğini öngörmekteyiz."

"Büyüme hızını artırmak için yapılması gereken reformlar var"

Yılmaz, Türkiye'de güçlü ve sürdürülebilir bir büyümenin tesisi ile uzun dönem potansiyel büyüme hızını artırmak için yapılması gereken reformlar olduğunu söyledi.

Bir ülkenin büyüme hızının, sermaye birikimi, istihdamın artış hızı ve toplam faktör verimliliği olarak özetlenebileceğini ifade eden Yılmaz, Türkiye ekonomisinin son yarım yüzyıllık tarihine bakıldığında ortalama büyüme hızının yüzde 4,5 civarında gerçekleştiğinin görüldüğünü bildirdi.

Yılmaz, gelişmekte olan bir ülkenin kalkınmasında sermaye birikiminin öncü  rol oynamasının beklenen bir gelişme olduğunu anlatarak, şöyle konuştu:

"Diğer ülke örneklerine baktığımızda da benzer bir yapı gözlenmektedir. Ancak hızlı bir büyüme sergileyen Japonya ve Güney Kore gibi ülkelerin geçirdikleri iktisadi dönüşüm incelendiğinde, bu ülkelerde sermaye birikiminin payının Türkiye'ye göre daha az olduğunu, istihdam ve toplam verimlilik artış paylarının ise daha yüksek gerçekleştiğini görüyoruz. Diğer bir deyişle, Türkiye ekonomisi, mevcut üretim kaynaklarını daha etkin ve verimli kullanmak yerine, bu kaynakları artırarak kalkınmaya çalışmaktadır. Tasarruf eğiliminin düşük olduğu bir ülkede sermaye birikimi yoluyla kalkınma teşebbüsü, ekonominin yüksek oranda cari açık vermesine ve istihdam artışının sınırlı düzeyde kalmasına neden olmaktadır" dedi.

"İstihdam için eğitim şart"

Görülen sınırlı artışta kadınların iş gücüne katılımının yükseliş eğilimine girmesinin önemli bir rol oynadığını aktaran Yılmaz, "Bu gelişmede 2009 yılından bu yana devletin işe yeni başlamış kadınlara ve gençlere yönelik uyguladığı sosyal güvenlik primi teşviklerinin büyük payı bulunmaktadır. Bununla birlikte Türkiye'de yüzde 28 olan kadınların iş gücüne katılma oranı, Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında çok düşük seviyelerde kalmaktadır" diye konuştu.

Önümüzdeki dönemde iş gücü piyasasına ilişkin gerçekleştirilecek düzenlemelerin sürdürülebilir büyümeye ve kalıcı istihdam artışına katkıda bulunacağını vurgulayan Yılmaz, bu kapsamda, istihdam artışını kolaylaştıracak politikalar izlenmesi, üretim sürecinin uluslararası rekabet düzeyine çıkarılması, istihdam vergilerinin azaltılması ve özel sektörün ihtiyaçlarına uygun eğitimli ve vasıflı bir iş gücü yaratılması için gerekli eğitim politikalarının izlenmesinin önem taşıyacağını ifade etti.

Yılmaz, eğitim alanında yapılacak reformların ülkemizin geleceği açısından önemli olduğunu anlatarak, şunları kaydetti:

@page@

"Ekonomimizin nitelikli iş gücü ihtiyacı ile eğitim sistemimizin yetiştirdiği insan kaynağı arasında uyum sağlanmalıdır. Bu kapsamda Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile ilgili bakanlıkların katılımıyla hayata geçirilen Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri Projesi'nin, ülkemizde çok önemli bir eksikliğe cevap vereceğine inanıyor ve bu projede emeği geçenleri tebrik ediyorum. Bu ve benzeri projeler yüz binlerce gence iş piyasanın ihtiyaç duyduğu nitelikleri kazandırarak, sadece istihdam artışına katkıda bulunmayacak, aynı zamanda ülkemizin büyüme hızını kalıcı olarak artıracaktır."

"Döviz kuru dikkate alınması gereken bir unsur"

Yılmaz, döviz kurunun dikkate alınması gereken, iktisadi değişkenler üzerinde etkisi olan bir unsur olduğunu anlattı.

Kısa vadede döviz kurunun değerinin, para ve maliye politikaları, uluslararası sermaye hareketleri, hatta siyasi gelişmeler ile güncel konuların etkisinde belirlendiğini belirten Yılmaz, ancak orta ve uzun vadede para biriminin değerini belirleyen en önemli etkenin o ülkenin iktisadi performansı olduğunu söyledi.

Bu performansın en önemli belirleyicisinin ise verimlilik artışı olduğunu vurgulayan Yılmaz, "Verimlilik artışı aynı zamanda bir toplumun refahının kalıcı olarak artmasını sağlayan tek değişkendir. Bankamız tarafından aylık olarak açıklanan reel kur endeksinin seyri incelendiğinde, 2003 yılına kıyasla Türk lirasının gelişmiş ülkelerin para birimlerine karşı reel olarak değer kazandığı, gelişmekte olan ülkelerin para birimlerine göre ise önemli bir değişiklik göstermediği görülmektedir. Bu durum esasında beklenen veya beklenmesi gereken bir gelişmedir" diye konuştu.

Türkiye ekonomisinde verimlilik artış hızı

Gelişmiş ülkelere karşı reel kur endeksinde meydana gelen artışın, Türkiye ekonomisinde verimlilik artış hızının bu ülkelere oranla daha yüksek gerçekleşmesinin doğal bir sonucu olduğunu ifade eden Yılmaz, OECD verilerine göre 2003–2008 döneminde Avrupa ülkelerine kıyasla Türkiye'de, çalışan başına verimlilik artışının yaklaşık 6 kat daha yüksek olduğunun hesaplandığını söyledi.

İhracat pazarlarında rakibimiz olan gelişmekte olan ülkelere karşı ise para biriminde önemli bir değişiklik yaşanmadığına dikkati çeken Yılmaz, "Bu çerçevede reel kur endeksinin gelişmekte olan ülkelere kıyasla istikrarlı bir seyir göstermesi, Türkiye'nin dış ticarette rekabet gücünü korumasına destek vermiştir" dedi.

Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye'de de Merkez Bankasının aldığı para ve kur politikası kararlarıyla ekonominin tümünü etkilediğini ifade eden Yılmaz, sabit kur rejimi altında, döviz kurunun nominal seviyesini kontrol etmenin mümkün olduğunu, ancak serbest piyasa koşullarına göre işleyen bir ekonomide, takip edilen kur rejimi ve kur politikası ne olursa olsun, reel kur seviyesini kontrol etmenin mümkün olmadığını söyledi.

Makroekonomik istikrarın korunması

Reel kur seviyesinin ekonominin yapısal özelliklerine göre mutlaka uzun dönem denge seviyesine doğru hareket etmeye çalışacağını anlatan Yılmaz, şöyle konuştu:

"Nominal döviz kurunun baskı altına alındığı bir ortamda, bu hareket mal ve hizmet fiyatlarının değişimi, diğer bir deyişle enflasyon yoluyla meydana gelecektir. Letonya, Estonya, Litvanya, Bulgaristan gibi sabit kur rejimi uygulanan ülkelerde küresel kriz öncesinde bu durum yaşanmış ve bu ülkeler yüksek enflasyon problemi ile karşı karşıya kalmışlardır. Önümüzdeki dönemde, ülkelerin ayrıştırıcı özelliklerinin ön plana çıkacağı, bu bağlamda riskliliği düşük, iktisadi temelleri sağlam, yüksek büyüme potansiyeline sahip ve en önemlisi yüksek verimlilik artışları sağlayan ülkelerin para birimlerinin daha olumlu performans sergileyeceğini düşünüyoruz.

Makroekonomik istikrarın korunması ve yapısal reformların hayata geçirilmesi durumunda Türkiye de bu ülkeler arasında yer alacaktır. Bu durum orta ve uzun vadede, ülkemizde toplumsal refahın yükselmesine destek olacak ve ülkemizi gelişmiş ülkeler seviyesine çıkaracaktır."

Türk Lirası cinsi yatırım ve borçlanma

2002–2007 arası dönemde şahit olunan yüksek büyüme hızının; fiyat istikrarı ve mali disiplini temel alan politika uygulamalarının ne derece önemli olduğunun bir ispatı olduğunu anlatan Yılmaz, "1990'lı yıllardan bu yana ekonomimizi olumsuz etkileyen yüksek dolarizasyon olgusunun bu dönemde kırılarak, paramızın tekrar itibar kazanması, kurumların ve vatandaşlarımızın yabancı para cinsi yerine, Türk lirası cinsi yatırım ve borçlanma araçlarına itibar göstermesi, 2001 sonrası izlenen politikaların gelecek nesillere bıraktığı değerli bir mirastır" şeklinde konuştu.

Yılmaz, şöyle devam etti:

"Benzer bir şekilde, 1990'lı yıllarda iktisadi karar alıcıların zihinlerinde yer eden ve zaman zaman yüzde 20-25'lere varan yüksek reel faiz beklentisinin de son dönemde yerini daha makul oranlara bırakmasını önemsiyor ve kayda değer bir gelişme olarak not ediyoruz. Mali disiplinden ödün verilmemesi ve yapısal reformların hayata geçirilmesi halinde, ekonomimizde denge reel faizin önümüzdeki dönemde de düşük tek hanede kalmaya devam edeceğini düşünüyoruz. Uzun dönemli verimlilik kazanımlarının, ekonomide köklü reformlar yapılmasını gerektirdiğini bir kez daha vurgulamak istiyorum. Söz konusu reformları hayata geçirmek güç ve zaman alıcıdır. Bu reformların etkilerinin hissedilmesi de yavaş ve kademeli olarak gerçekleşecektir. Ancak ekonomide kalıcı bir refah artışı sağlamanın tek yolu budur. Para politikasının, ekonominin uzun dönem büyüme performansı üzerinde, fiyat istikrarının sağlanması ve sürdürülmesinin getireceği fayda dışında kalıcı bir etkisi yoktur."

Konuşmaların ardından Konya Valisi Aydın Nezih Doğan, 19. Dünya İşletmecilik Kongresi'ne katkılarından dolayı Yılmaz'a plaket verdi.

Kongreye, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, Türk Standartları Enstitüsü (TSE) Başkanı Tahir Büyükhelvacıgil, Konya Ticaret Odası Başkanı Hüseyin Üzülmez ile çok sayıda sanayici ve işadamı katıldı.

Bu konularda ilginizi çekebilir