Avrupa'ya tek Hazine şart

Durmuş Yılmaz, dünyada hala sorunların tam anlamıyla çözülemediğini ve sıkıntıların henüz arkada kalmadığını anlattı. Yılmaz, "Zayıf hükümetler alınması gereken kararları alamazlarsa dünyanın başına yeni sorunlar gelebilir" dedi.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Ece CEYHUN

İSTANBUL - Cumhurbaşkanı Ekonomi Baş Danışmanı ve Merkez Bankası eski Başkanı Durmuş Yılmaz, şu anda dünya ekonomilerini tehdit eden en büyük riskin Avrupa'daki kamu maliyesi ile risklerin yönetilememe riski olduğunu kaydederek "Zayıf hükümetler alınması gereken  kararları alamazlarsa dünyanın başına yeni sorunlar gelebilir" dedi.

Avrupa son dönemde başta Yunanistan olmak üzere birlik üyesi bazı ülkelerin borçları nedeniyle zor günler yaşar ve ülkelerin notu birer birer düşerken Yılmaz, Yunanistan'ın birlik dışına çıkartılması formülünün farklı sıkıntıları da beraberinde getirebileceğini anlattı. Yılmaz, uzun vadede tek para birimi ve tek merkez bankası çatısına sahip Avrupa Birliği'nin 'Hazine'leri de birleştirmek zorunda olduğunu savundu. Yılmaz, ayrıca dünya merkez bankalarının fiyat istikrarının yanında finansal istikrar sorumluluklarının da ön plana çıkartılmaya başlandığına dikkat çekerek "Bundan sonraki dönemde merkez bankaları köpüğün oluşmasına mümkün olduğu kadar izin vermemeye çalışacak. Yine krizler olacak ama amaç mümkün olduğu kadar zaman aralıklarını açmak ve olduğunda da bu kadar derinleşmesini önlemeye çalışmak olacak" dedi.

Durmuş Yılmaz ile dünya ekonomisindeki gelişmeleri ve merkez bankacılığında kriz dönemi ile birlikte ortaya çıkan paradigma değişikliklerini konuştuk. Yılmaz, farklı bir dönemden geçen dünya ekonomilerinin bir süre daha sıra dışı gelişmelerle karşılaşmaya devam edeceği bir resim çizerken gelişmeleri somut örneklerle anlattı. Yılmaz, bundan sonraki dönemde birinin sonunda 'kafasına kül tablasını yemek' zorunda kalsa da akla gelmeyen soruları soracak, iyi dönemde bile olunsa, zıt fikirleri seslendirecek, bir anlamda 'vicdanın sesi' olacak bir role soyunması gerektiğini düşünüyor.

Yılmaz, DÜNYA'ya şunları anlattı:

DÜNYA HALA İKİ FARKLI GÖRÜŞE SAHİP

Şu anda en kalın çizgileri ile iki görüş var. Hala resesyon korkusu ile yaşayan dolayısıyla genişlemeci politikaların devam etmesi gerektiğine inananlar var. Birde bunun karşısında artık ekonomi yavaş yavaş toparlanıyor enflasyonist döneme gireceğiz, dolayısıyla enflasyon daha tehlikeli hale gelebilir diyenler var. Dünyada kalın çizgileri ile iki temel görüş bu yönde. Bunların ağırlığına da %50-50 diyebiliriz. Eğer enflasyona inanıyorsanız genişlemeci para politikasını ortadan kaldırmanız gerekiyor.

GELİŞMİŞ ÜLKELERDE BÜYÜME AŞAĞI DOĞRU REVİZE EDİLİYOR

Büyüme iki farklı hızda devam ediyor. Özellikle gelişmiş ülkelerdeki büyüme trendi hafif eğimli artan bir hızla gitmiyor. Zaman zaman duraksıyor. O zamanda 'yeniden resesyona girecek miyiz?' korkuları yeniden canlanıyor. Geçen sene mayıs ayında böyle bir duraksama ortaya çıktı ve bankacılık ve likidite sorunu ile karşı karşıya kalinmisti. Bugünde özellikle Avrupa'da kamu maliyesi ile ilgili sorunlar bu korkuları tekrar gündeme getirmiş gibi görünüyor. Buna paralel olarak da bir çok uluslararası tahminci kuruluş dünya büyümesi ile ilgili özellikle gelişmiş ülkelerin büyüme trendlerini yeniden ve aşağı yönlü revize etti.

Onun dışında Fed nisan ayında Amerikan ekonomisi ile ilgili tahminlerini aşağı yönlü revize etti. Fed'in şöyle bir usulü var. 3 ayda bir Açık Piyasa Komitesi'ne katılan üyelere tahminlerini soruyorlar. O tahminlerden hareketle de bir tahmin ortaya çıkartıyorlar. Nihai tahmini de Fed Başkanı açıklıyor. Bu tahmin önümüzdeki çeyreğin sonunda tekrar revize edilebilir. Amerika'da konut sorunu da bankacılık sorunu da çözülmüş değil.

STRES TESTLERİ DE YENİ STRESLER YARATIYOR

Avrupa'daki bankalar  da hala güçlü değil.  Avrupalılar, 92 banka üzerinde bir stres testi yaptılar ve sonucunda da bankaların hepsinin sağlıklı olduğunu söylediler. Aradan bir ay geçmeden İrlanda'da 2 büyük banka battı, İspanya'da bir grup kooperatif bankasında sorunlar ortaya çıktı. Dolayısıyla şu anda bu testi tekrar yeniliyorlar. Orada da hassasiyetle üzerinde durdukları konulardan bir tanesi iletişim. Testin sonucunu mutlaka açıklayacağız diyorlar ama neyi ne ölçüde açıklayacaklar.

Varsayıma göre yapılan testin sonucunda sermaye ihtiyacı ortaya çıkarsa bu sermayeyi hemen koyabilecek bankaların ya da otoritenin gücü var mı? Avrupalıların başını ağrıtan en önemli konulardan bir tanesi bu. Bu test önceki testten daha zor olacak. Bu testlerde varsayımlar da önemli. Büyüme istenilen kadar olamazsa takipteki alacakların oranı ne olacak? Bu testi yapacak olan otorite, testin öncekinden daha zor ve büyüme, işsizlik, kredi piyasası koşulları gibi varsayımlarının daha sıkı olacağını söyledi.

AVRUPA'DA FİNANSAL DÜZENLEME VE DENETIM MİMARİSİ DE DEĞİŞİYOR

Avrupa'da finansal istikrar açısından mimari de değişti. ECB'ye bağlı Avrupa Sistemik Risk Kurumu diye bir yapı kuruldu. Bunun altında 3 tane kurul var: bankacılık, sigortacılık ve sermaye piyasaları. Bunların altında da ulusal gözetim ve denetim otoriteleri var. Şimdi bu testi yapacak olan Avrupa Sistemik Risk Kurumu'nun bankacılık bölümü. Aynı şekilde İngiltere'de de bizim 2000'den önce 1999'da Türkiye'ye uyarladığımız gözetim ve denetim mimarisinin çalışmadığı görüldü. Sistem test edildi ve başarısız oldu. Uzun tartışmalardan sonra bu sistemi yapılandırma yoluna gittiler.

Gözetim ve denetim işini Finansal Hizmetler Otoritesi'nden aldılar ve İngiltere Merkez Bankası'na (BOE) verdiler. BOE'nin içinde aynı para politikası kurulu gibi bir finansal istikrar kurulu kuruldu. Bu kurulda belli aralıklarla, makro düzenleyici tedbirler çerçevesinde, para politikası kurulu nasıl faiz indirmek ya da çıkartmak gibi kararlar alıyorsa, bunlarda finansal istikrar için karar alıp tavsiyelerde bulunacaklar. Bu kararları yerine getirecekler. Bu Kurulun bir üyeliğine  geçen sene haziranda emekli olan 35 seneden fazla Fed'de çalışmış ve doğma büyüme merkez bankalı birini getirdiler.

MERKEZ BANKALARI MI AKILLIYDI BAŞARI TESADÜFMÜYDÜ

Peki bütün bu değişikler ne anlama geliyor? Bu merkez bankalarının yeni görevler üstlendiği anlamına gelmiyor. Merkez bankacılığında zaten var olan fonksiyonlarından  birinin daha ön plana çıkartılması hatta etkinleştirilmesi anlamına geliyor. Merkez bankaları son 10-15 yıldır son derece etkin bir pozisyona geldiler. Enflasyon oranları düştü, işsizlik oranları aşağı gitti dolayısıyla ortalıkta başarılı bir merkez bankacılığı vardı. Bu başarılı ortamın arkasından da 2007'de kriz geldi. Orada sorulan soru şuydu. Bu krizden önceki 15 yılda ortaya çıkan olumlu ortam, yani düşük enflasyon, makul büyüme ve düşük işsizlik oranı merkez bankalarının uyguladığı akılcı para politikalarının sonucumuydu, yoksa bu bir tesadüf müydü. Bu uzun süre tartışıldı. Farklı cevaplar verildi.

GREENSPAN ARTIK İŞİNİZ DAHA ZOR DEDİ

Alan Greenspan emekli olduktan sonra IMF-Dünya Bankası toplantılarında duayen bankacı JP Morgan'ın başkanı 15 ülke merkez bankası başkanını, Alan Greenspan'i ve JP Morgan'ın Avrupa Bölgesi araştırma bölümü Başkanı ve ilgili ekonomistleri bir toplantıya çağırdı. Orada da 'düşük enflasyon, düşük işsizlik ve makul büyüme bu merkez bankalarının işlerini iyi bildiğinin göstergesi mi? yoksa tesadüf müydü?' diye soruldu.

Öne çıkan görüş şu oldu: Bilgisayar teknolojisindeki gelişmelerin ortaya koyduğu iş modellerinin iyileşmesi, maliyetlerin azalması ve risklerin kontrol edilmesi için bilgi toplamanın, araştırılmanın ve sonrasında elde edilen bu bilgilerin irdelenmesi noktasında merkez bankaları araştırma birimlerine sahip oldular ve bu birimlerde yöneticileri daha etkin bir şekilde bilgilendirdiler. Bu da alınan kararlar üzerinde etkin oldu. Bunun sonrasında da 'Philips eğrisini zaman içinde değişikliğe uğrattı mı uğratmadı mı?' tartışıldı.

Philips eğrisi enflasyonla işsizlik arasında bir ilişki olduğunu söylüyor. Eğer yöneticiler siyasiler bir miktar işsizliğe razı olarak enflasyonu daha önemli görüyorlarsa o zaman bir miktar işsizliğe razı olacaklar. Yok tersi olur, işsizliği önemli görüyorlarsa o zaman bir miktar enflasyona razı olacaklar. Bu geçen 15 yıllık sürede Philips eğrisinin bu ilişkisinin değişmiş olabileceği tartışıldı. Dolayısıyla Philips eğrisinin çok daha yatay hale geldiği ve burada çok fazla bir ilişki olmadığı söylendi.

O zaman buradan hareketle Alan Greenspan devreye girdi ve "eğer bu böyleyse merkez bankacıların işin daha zor" diyerek şöyle devam etti: "Eskiden siyasiler seçim dönemlerinde biraz işsizliği azaltmak için faiz oranlarını azaltın baskısı yaparlardı eğer bu ilişki değiştiyse faizi düşürseniz de bu ilişki çalışmayabilir. Dolayısıyla merkez bankalarının iletişim sorunu var ve siyasilerle merkez bankacıları ortak bir noktada anlaşmaları gerekir. Siz hiç ekonomi ısınıyor, ekonominin sürdürülebilirliği ilgili endişeler ortaya çıkabilir o nedenle faiz oranlarının yükseltilmesi gerekir diyen bir siyasi duydunuz mu?"

BİRİSİNİN KAFASINA KÜL TABLASINI YEMEĞİ GÖZE ALMASI LAZIM

Bu başarı tesadüfi değildi. Nasıl Minsky teorisinde işler iyi gidince bazı şeyleri görmüyorsunuz. Onun için birisinin sürekli uyarması lazım. Bizim ekonomimiz açısından bakarsanız biz büyüyoruz bizim için kamu maliyesi ve disiplin daha önemli. Dolayısıyla genişleyici politikaların çekilmesi daha önemli.  Ama birilerinin sürekli aykırı düşüncelerini illa zıt şekilde değil de akla gelebilecek, sorulması gereken, olma ihtimali olmasa bile o soruları sorup, dinamiği düşünceyi diri tutması gerekiyor.

Görevden ayrılırken söylediğim de buydu. Yaranmaya çalışmak çok tehlikeli bir şey. Bu illa kafa tutmak değil. Herkes 'evet efendim' derse olmaz. Birisinin başına kül tablası yemeği göze alarak 'hayır' demesi gerekir diye düşünüyorum. 1994 krizinde bence Merkez Bankası bu görevi de başarıyla yaptı. Siyasi otorite bunu dikkate almadı ama Bülent Gültekin Bey bunu yaptı. Üstelik bu özellik şirketlerde de gerekli.

MERKEZ BANKALARINDA PARADİGMA DEĞİŞİKLİĞİ

Dünya hala tek cevaba ulaşamadı. Balonlarla, köpüklerle uğraşmak, köpükleri patlatmak kolay değil. Belki doğru da değil noktasında olanlarda var. Köpüğün nerede başladığı ve nereye gideceğini kestirmek zor. Ekonomi ısınıyor mu, ısınmıyor mu? Köpük var mı, yok mu? Bunu birisinin patlatması gerekir mi, gerekmez mi? Mesela bir inşaatçı konut üretiyor ve satıyor; vatandaş da alıyor, üstelik bankaların kredi verme gücü var.

Ama öyle bir noktaya gelinebilir ki gelecekten satmaya başlar. Önemli olan sürdürülebilir satmak. Bu balonları patlatmak kolay değil. Mümkünde olmayabilir. Bir görüş de bekle ve sonra ortaya çıkan pisliği temizle diyor. Son olarak gelinen nokta ki burada önemli bir paradigma değişikliği var: 'önceden finansal istikrarla ilgili tedbirlerini al, köpüğün oluşmasına mümkün olduğu kadar izin verme. Ama krizi ortadan kaldırmak mümkün değil. Kriz olacak ama belki periyodu uzatmak ve olduğu zamanda çok fazla derinleşmemesini sağlamak. Dolayısıyla merkez bankaları köpüklere müdahale etmeli. Dolayısıyla finansal istikrar bunun için ön plana çıkmış durumda."

UNUTULAN TEORİLER YENİDEN ORTAYA ÇIKTI

2007 yılında resim bozuldu ve eski defterler karıştırılıp unutulan teoriler ön plana çıktı. Amerika'da ekonomist Minsky tekrar hatırlandı ve görüşleri ön plana çıktı. Minsky'nin teorisi de şöyle: İşler hep iyi gidiyor, iyi gidiyor ve o iyilik sistemin sonunu getirecek riskleri biriktiriyor. Sistem bir bakıma akrep gibi dönüp kendisini sokuyor. Dolayısıyla bu dönemde yine en çok kullanılan söylemlerden bir tanesi de devresel olguların aksi yönde alınacak (counter cyclical) tedbirlerdir.

Bu bağlamda  Hazreti Yusuf'un 7 yıl bolluk, 7 yıl kıtlık menkıbesi örnek olarak çok sık kullanıldı. O dönemde Uluslararası Ödemeler Bankası'nın Başekonomisti William White şu anda OECD'de bana toplantının birinde bunun Kur'an da olup olmadığını da sordu. White "Biz iktisatçılar bir takım tahminler yapıyoruz ve onun içinde varsayımlarda bulunuyoruz. İnşaatçılar binayı yaparken demiri ne olacak çimentosu ne olacak diye hesaplarlar ve bunu 3 ile çarparak binayı güçlendirirler. Fakat biz bu şekilde yapmıyoruz. O nedenle son 10-15 yılda bir kısmımıza göre tesadüfen bir kısmımıza göre akılcı kararlarla aldığımız başarının sonucunda riskleri görmezden geldik, Yusuf peygamber gibi bolluk dönemlerinde tedbir almadık, bankaların sermaye yapılarını güçlendirmedik" dedi.

FİNANSAL İSTİKRAR OLMAYINCA HİSSEDİLEN BİR ŞEY

Merkez bankalarının finansal istikrar görevi vardı. Bu görev vardı ama işler iyi gittiği için finansal istikrar ile ilgili konular çok ön plana çıkartılmıyordu. Finansal istikrar, fiyat istikrarı gibi değil. Fiyat istikrarı ölçülebilir. Finansal istikrar sudaki balığa su nedir diye sormak gibi bir şey. Finansal istikrar varsa hiç kimsenin aklına finansal istikrar gelmez. Şu anda Türkiye'de otomobilini üreten, konutunu üreten satıyor. Tüketici, çocuğunu okutuyor, tatiline gidiyor, buzdolabını alıyor. Biri çıkıp diyor ki; "Bu iş çok hızlı gidiyor, bu sürdürülemeyebilir." Yani iyi giden işe çomak sokuyor. Dolayısıyla finansal istikrar olduğunda kimse farkında değil, adı bile anılmıyor ama olmadığı zaman da hissediyorsunuz ve herkes zarar görüyor.

TEK PARA BİRİMİ, TEK MERKEZ BANKASI VE TEK HAZİNE OLMALI

Yunanistan'ı birlikten çıkarıp atmak doğru bir şey değil. Ama artık AB bir karar verecek. Hazinelerini de birleştirmeye doğru gidecekler. Bir para birimi ve 17 hazine ile bu işin olmayacağı ortaya çıktı. Temel problem bu. 'Günün birinde herhangi bir ülke ben çıkacağım' derse ya da biri 'bu ülkeyi çıkartalım' derse sorusu çok fazla dillendirilmedi… Ama herhalde uzun vadede çözüm yolu hazineleri birleştirmek. Bir görüş var; 'ülkeler kendi adına borçlanmasın' deniyor. 

Avrupa Birliği tahvili çıkartılsın riski daha az olur deniyor. Kısa vadede bence Avrupa merkez bankasının yaklaşımı doğru. Yunanistan'ı Birliğin dışarı çıkarıp borcunu yeniden yapılandırmak… Bu bütün birliği aşağı çeker. Sonuçta Yunanistan'ın bütün tahvilleri Avrupa bankalarında. En büyük risk Avrupa'daki kamu maliyesi ile ilgili sorunların yönetilememe riski. Güçlü bir iradeyle karar alınamama riski. Güçlü bir siyasi iradeye karar alma mekanizmasına ihtiyaç var bu ülkelerde. Zayıf hükümetler ortaya çıkan kararları alamazlarsa dünyanın başına yeni sorunlar gelebilir.

IMF-DB toplantılarında adı 'Bağcı Başkan'a çıktı

Durmuş Yılmaz'a üzüm bağını da sorunca Merkez Bankası Başkanlığı dönemindeki bazı anekdotlarını anlattı. Salihli'de 35 dönümlük bağı olan Yılmaz, 2009 sonbaharında yapılan IMF- Dünya Bankası toplantılarında Yunanistan, Bulgaristan,  Romanya, Rusya, Kazakistan, Moldova, Sırbistan, Arnavutluk, Karadağ, Bosna Hersek gibi merkez bankası başkanlarına birer sepet üzüm hediye etmiş. Ondan sonra da Yılmaz'ın adı 'bağcı başkan'a çıkmış. Romanya Merkez Bankası Başkanı da şarap üretiyormuş.

 

Bu konularda ilginizi çekebilir