Bankacılık sektöründe, artan kredi hacminde Kemer sıkmak, toplumsal refahı artırır mı?

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

 

Doç. Dr. Dilek LEBLEBİCİ TEKER / Okan Üniversitesi, OKFRAM Müdürü

Son günlerde gündemi sıkça meşgul eden konuların başında, Kaynak Kullanım Destekleme Fonu (KKDF) oranlarında ve zorunlu karşılıklarda yaşanan artışlar gelmektedir. Bankalar, kredi müşterilerine cep mesajı göndererek, %10'dan %15'e çıkarılan KKDF oranına göre revize edilmiş, daha yüksek miktarlı yeni ödeme planlarını öğrenmek üzere, şubelere davet etmekteler.

KKDF, kullanılan kredinin faiz ve anapara kur farkı üzerinden belirli oranlarda hesaplanan ve müşteriden tahsil edilen bir fondur. Aslında KKDF oranı piyasada likidite dengesini kontrol altında tutabilecek bir uygulama olarak karşımıza çıkmaktadır. KKDF oranının düşürülmesi, kredi maliyetlerini azaltarak, kredi talebini arttırmaktadır. Özellikle tüketici kredilerinde uygulanmasının nedeni de piyasada tüketim düzeyini arttırarak, ekonomiyi canlandırması fikridir. 2004 yılından beri %15 düzeyinde uygulanan KKDF oranı, 2009 yılı Mart ayında küresel krizin etkisiyle %10 düzeyine çekilmişti. Küresel krizin etkilerinin azalması ve son aylarda açıklanan enflasyon rakamlarında yaşanan artışlar, özellikle tüketici kredilerine uygulanan KKDF oranında yeniden düzenlemeye gidilmesini tetikledi. Böylece beklenen para talebini ve buna bağlı olarak gelişen enflasyonist baskıları dengelemekti.

Tüm bu gelişmeler üzerinde tartışmalar devam ederken, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın, YASED toplantısında yaptığı konuşmada, bankacılık sektörünün kredi hacminin çok genişlediği ve bunun bir risk unsuru olarak karşımıza çıktığı görüşü; dikkatleri, zaten KKDF oranı dolayısıyla tartışma konusu olan bankacılık sektörüne yeniden çevirdi. Bu durumu incelerken, kredi hacminin ekonomik döngüsünü anlamakta fayda olacaktır. Yükselen bir ekonominin en önemli göstergelerinden biri, bankacılık sektöründe ulaşılan toplam kredi hacmi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kurumsal krediler kalemindeki artan kredi hacmi, kapasite kullanım oranı ve buna paralel olarak reel kesim güveninde olumlu sinyalleri de beraberinde getirirken; bireysel krediler kalemindeki artış, hane halkının harcama düzeyini etkileyerek ekonomik canlanmaya katkıda bulunmaktadır. Ancak, sadece kredi hacmindeki artışa bakarak sevinmek, bu analize tek yönlü bir bakış ile yaklaşmak olacaktır.

Türk bankaları, kredi hacmini son 1 yılda yaklaşık 370 milyar TL'den 480 milyar TL'ye arttırmıştır. Bununla birlikte, bankaların kredi performansı için önemli bir gösterge olan takipteki krediler oranlarının (takipteki krediler (brüt) / toplam krediler + alacaklar); 2007 ve 2008 yıllarında %3.5 ve %3.6'lardan, 2009 yılında %5.5'lere doğru hızla yükselmesi, üzerinde durulması gereken bir konudur. Diğer bir ifadeyle, bankaların verdikleri toplam kredi miktarının artması, ekonomik canlanma mesajları verirken, bu krediler içinde takibe düşen krediler payının da artması, bankacılık sektörü için oldukça önemli bir risk unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. İşte Sayın Bakan'ın bankacılık sektörünün olağandan daha hızlı hareket ediyor olduğu fikrinin de bu endişeden kaynaklandığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Peki kredi hacmini daraltmak için hangi politikalar gündemde? Temel bankacılık uygulamalarına baktığımızda, KKDF ve zorunlu karşılıklardaki artışların yanında, faiz oranlarındaki olası artış da, kredi hacmini daraltmaktadır. TCMB'nin faiz kararlarında göz önünde bulundurduğu en kritik göstergelerden biri, enflasyon oranıdır. Enflasyon, son açıklanan verilere göre, TCMB'nin yıl sonu hedefi olan %6.5'in 212 baz puan üzerinde gerçekleşmiştir. Aslında piyasa incelendiğinde, TCMB'nin zaten artan enflasyon ve daralan reel faizlerle beraber, faizlerde durağan seyir kararını gözden geçirmesi beklenmektedir. Ancak Türkiye'nin kredi notunun yükseltilmesi ile ilgili beklentiler doğrultusunda, TCMB'nin faizlerde yatay seyir kararını 2011 yılı ilk çeyreğine kadar değiştirmek istemeyeceği görüşü, daha ağır basmaktadır.

Şüphesiz, faiz oranlarında yapılacak olası bir artış, kredi maliyetlerine hemen yansıyacak ve sonuçta hem kredi talebi daraltacak hem de bankaların kar rakamları olumsuz etkilenecektir. Bunun yanında, son günlerde tartışılan KKDF oranındaki artış, kredi maliyetlerini yükseltmekte ve sonuçta kredi talebinde daraltıcı bir rol oynamaktadır. Bankacılık sektörü 2001 yılından sonra önemli bir yeniden yapılanma süreci geçirmiş ve son 2007 krizini de yara almadan atlatmayı başarmıştır.

Son iki yıldır bankaların raporladıkları tarihi kar rakamları, bankaları daha çok kar için, daha çok kredi vermeye teşvik etmiştir. Ancak son gelinen tablo, verilen krediler kalitesinin daha sıkı denetlenmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu noktada uygulanması gereken en verimli politika; KKDF oranlarında, zorunlu karşılıklarda ya da faiz oranlarında yapılacak artışlarla kemer sıkmak değil, daha sıkı bir kredi verme ve denetleme yönteminin izlenmesidir. Çünkü, KKDF, zorunlu karşılıklar ve faiz oranlarında yapılacak artışlar, sadece kredi değerliği düşük olanları değil kredi ihtiyacı olan tüm birimleri negatif etkileyecektir.

Bu durum, bir tarladaki haşereleri yok etmek için yapılan bir ilaçlama sonucu, tarladaki yararlı böceklerin de yok edilmesine benzetilebilir. Kısa vadede asıl üzerinde durulması gereken konu budur.