Başbakan'ın açıl(ı)ma ihtiyacı
Abdullah YAŞAR / Siyasal İletişim Danışmanı
Bir 'açılım' furyasıdır gidiyor. Tabir yerindeyse açılan açılana. CHP çarşaflılara rozet takarken, AK Parti Aleviler'e iftar veriyor, Saadet kongrelerinde rap müzik çalarken öte yandan devlet Kürt vatandaşlarına televizyon kuruyor. Aslında dışarıdan bakıldığında gayet pozitif adımlar olarak görülebilecek bu açılımların hangileri amacına ulaşıyor veya ulaşacak, hangileri samimi ve de gerçekten hangileri gerçek birer açılım bunu elbette zaman gösterecek.
Peki bu açılım kavramı neden son dönemde bu kadar moda oldu diye sorarsanız cevabını zamanın ruhunda yani değişen dünya dengelerinde aramak gerekir diye düşünüyorum. Örneğin Barack Obama'nın yani daha elli yıl öncesine kadar neredeyse lokantaya dahi girme hakkına sahip olmayan bir siyahın Amerika'ya başkan seçilmesi başlı başına bir değişimdir, bir açılımdır. Bu müthiş projenin (Bence Obama resmen bir projedir!) arkasında ister Amerikan derin devleti olsun, ister Amerikan halkı olsun yani olaya hangi açıdan bakarsanız bakın Amerika'nın verdiği en önemli mesaj 'eğer dünya üzerinde büyük bir değişim yaşanacaksa o da benden başlar' mesajıdır. Bu büyük açılım bir şeylerin ciddi biçimde değişmeye başladığının en önemli göstergesidir.
Dikkat edin devlet başkanı seçilmesi bir açılım olan Obama, göreve başlar başlamaz kendisi de açılımlarına başladı. Beyaz Saray'ın bahçesinde barbekü partisi verdi, hatta barbekünün başında kendisi durarak. Daha geçen hafta alelacele yapılan bir basın açıklaması konusunda sıradan bir polise karşı geri adım atarak özür diledi. Ülkesindeki birçok sanatçıya devlet adına ödüller vermeye başladı. Oradan kalktı Türkiye'ye gelerek önemli mesajlar verdi, Ermeni açılımını gündeme getirdi, Ayasofya'da kedi sevdi, ezan okunurken sustu. Kahire'de İslam dünyasına zeytin dalı uzattı, Moskova'da Putin'le buluştu. Obama açılım üstüne açılım yapmaya devam edecek gibi görünüyor.
Peki Türkiye'de durum nasıldı, nasıl gidiyor? Açılım olarak nitelendirilebilecek bazı gelişmeler 1950'de Adnan Menderes dönemiyle başladı. Menderes devletle milleti barıştırmaya kararlıydı. Acilen halka inilmesi ve devlet kanunlarıyla millet değerlerinin buluşturulması gerekiyordu. Bu değerlerin en başında ise din geliyordu. Menderes önce istifayı göze alarak ezanı orijinal diline geri çevirtti. Ardından ülkenin dini dinamiklerini elinde tutan ve tek parti döneminde ciddi baskılara maruz kalan gruplarla iletişime geçti. Risalelerin devlet matbaalarında basılması için diyanete talimat verdi, Necip Fazıl'ın Büyük Doğu'suna örtülü ödenekten kaynak aktardı. Menderes tüm bunları iyi niyetiyle, hiçbir çıkar gözetmeksizin, gelecek seçimleri düşünmeden sadece milletinin arzusu için yapıyordu. 1960 darbesine yaklaşılırken basının ve dış mihrakların kışkırtmaları ile sokaklara çıkan hırçın öğrencilerin arasına tüm uyarılara rağmen Başbakan olarak giriyor -hatta dalıyor- ve yakasına yapışıp 'hürriyet isteriz' diyen bir gence şunu söylüyordu: "Hürriyet olmasa bir Başbakanın yakasına bu şekilde yapışabilir misin?" Menderes doğru söylüyordu. Çok değil daha on yıl öncesinde İsmet İnönü'nün değil yakasına yapışmak yanına on metre bile kimse yaklaşamazdı.
Epey zaman sonra 1983'te Turgut Özal geldi ve o da kendi açılımlarına başladı. Daha 12 Eylül darbesi henüz kurumamışken darbecilerin gözünün içine baka baka bir önceki askeri darbenin mağdurları Menderes ve arkadaşlarının naaşlarını İstanbul'un göbeğine Topkapı'daki Anıt Mezar'a taşıyor, devlet adına iade-i itibar yapıyordu. Başbakan olarak resmi ziyarete gittiği Cezayir'de daha uçağından iner inmez Türkiye Cumhuriyeti adına Cezayir halkından savaş zamanında yanlarında olamadıkları için özür diliyordu. Yolsuzluğa karışan bakanlarını hiç gözünü kırpmadan adalete teslim ediyordu. Onun sivil Cumhurbaşkanı olması ise zaten başlı başına bir açılımdı. Cumhurbaşkanı olarak cuma namazlarına gidiyor, yaz tatilinde şortuyla halkın arasında geziyor, yırtık bir Osmanlı sancağı karşısında gözyaşlarını tutamıyordu. Kendi döneminde yapılan Boğaziçi Köprüsü'nden ilk kez yine kendi kullandığı arabayla yanında karısı olduğu halde geçiyordu. Özal bu şahsi açılımlarla yetinmiyor, devlet adına sayısız açılıma da imza atıyordu. Bulgar Türkleri'ne kucak açıyor, yurt dışında yaşamaya mecbur bırakılmış Türk sanatçıları geri davet ediyor, beş Türkî cumhuriyeti tüm dünyaya karşı bir saat içinde resmi olarak tanıyordu. Özal'ın gri alanları vardı. Belki ölümüne seveni ve destekleyeni yoktu ama ölümüne nefret edeni de yoktu. Türk halkı onun bu açılımlarının ve hizmetlerinin değerini yıllar sonra daha net anlayacaktı. Nitekim öyle de oldu.
Özal'ın öncesinde de açılımlar olmuştu, sonrasında da açılımlar devam etti. Bunların bazıları samimi idi sonuç verdi, yine bazıları samimi olduğu halde zarar verdi ve yine bazılarının samimi olmadığı çok sonradan anlaşıldı. Milletin dini duygularına yıllarca hitap etmiş Süleyman Demirel yıllar sonra türbanlılar için "Arabistan'da okusunlar" diyecekti. Bazı cemaatlerle şahsi dostluklar kuran Bülent Ecevit ise halkın oylarıyla Meclis'e giren bir bayan vekile sırf türban taktığı için "bu hanıma haddini bildirin" diye bağıracaktı. Şimdiler de her ikisinin partisi de tek haneli yüzdelik dilimlere mahkûm olmuş durumdalar.
Gelelim bugüne. 2002'de başlayan AK Parti yani Recep Tayyip Erdoğan dönemi de açılımlar açısında oldukça zengin sayılabilecek gelişmelere sahne oldu. Kendisi ve ekibi milli görüş çizgisinden gelen Erdoğan, merkez partisi olabilmek için geniş kitlelere seslenmek yani açılmak zorundaydı. Nitekim iktidarı döneminde Alevi vatandaşlarına iftar verildi, solun önemli isimlerinden biri kabineye girdi, Tunceli'ye çıkarma yapıldı, Adalet Bakanı işkenceden ölen Engin Ceber için devlet adına özür diledi. Aynı dönemde eski AK Parti'li Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Çankaya'yı halka açtı ve ilk gezisini Doğu illerine yaptı.
Ancak şimdi Başbakan Erdoğan'ın daha farklı, daha dar kapsamlı daha marjinal açılımlara ihtiyacı var. Üstelik çok acil olarak. Zira onun döneminde gri alanlar azaldı. Şimdi daha çok siyah ve beyaz alanlar var. Üstelik gerekçesine ister metal yorgunluğu, ister iktidar yıpranmışlığı ya da ister ekonomik kriz deyin AK Parti oyları düşüş eğilimine girdi. Son yerel seçimler bu düşüşün ve daha önceki açılımların sonuçları açısından önemli bir gösterge. Bakınız birçoklarına 'oy kokan hareketler bunlar' dedirten ve ciddiye alınmayan CHP İstanbul Teşkilatı'nın çarşaf açılımı dahi CHP'nin İstanbul oylarını %24'ten %38'e çıkardı. Üstelik partinin belediye başkan adayları seçime sadece 2 ay kala açıklanmışken. İşte şimdi Başbakan da döner yerken onu protesto eden gençleri polisin elinden alarak masasına çağırmalı, rock işareti yapan gençlerle Gürsel Tekin'den önce bir araya gelmeli, mizah dergilerinin temsilcilerine kahvaltı vermeli. Pazar günleri partisinin kongrelerinde konuşmak yerine eşiyle birlikte pazara çıkmalı, gençlik organizasyonlarına katılmalı, haftada bir saat vatandaşlarla görüntülü chat yapmalı, Galatasaray-Fenerbahçe maçında şeref tribününde değil taraftarların tam ortasında oturmalı. Sadece fabrika açılışına değil bazen bir dönercinin açılışına da katılmalı. Sadece partililerin, eşinin ya da dostunun değil herhangi bir vatandaşın düğününde de şahitlik yapmalı. Eminim danışmanları bu örnekleri çoğaltacaklardır. (!)
Her zaman söylüyorum madem AK Parti iktidarı demokratikleşme konusunda önemli adımlar attı ve milletin selameti için bunu sürdürmek istiyor, Başbakan Erdoğan'da bu ulvi misyon adına 'açılmak' zorundadır. Üstelik tüm bunları samimiyetle, milletvekillerine, belediye başkanlarına kısacası tüm partililerine örnek olacak biçimde yapmalıdır.
Diğer türlü bu açılımlar gecikir veyahut başkaları tarafından yapılırsa 'açılacak' olan tek şey partisiyle geniş halk kitlelerinin arası olacaktır…