Basel 3'e önlem almazsak, kendi ülke tahvilimizi almak risk sayılacak
İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince, küresel krizin ardından yeniden oluşturulmaya çalışan uluslararası bankacılık kurallarının çok eleştirilen rating sistemi üzerine kurulduğuna dikkat çekerek "Resmen ratingi yüksek olana yatırım yap deniyor"
Ece CEYHUN
SOFYA - Türkiye İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince, 2013 yılında devreye girmesi beklenen Basel 3 kurallarının gelişmekte olan ülkeler için yaratacağı dezavantajlara dikkat çekerek "Yatırım yapılabilecek ülkeler yatırım yapılamaz olacak" dedi. Basel 3'ün gelişmekte olan ülke bankalarına 'kendi ülkene değil, ratingi yüksek ülkeye yatırım yap' mesajı verdiğine dikkat çeken Özince, "Eğer kendi içsel düzenlemelerimizle gerekli önlemleri yeterince alamazsak, sistem öyle bir hale gelecek ki bırakın şirket riskini almayı kendi ülkemizin devlet tahviline dahi yatırım yapabilmek için, daha fazla sermaye ayırmak zorunda kalacağız" diye konuştu.
İş Bankası'nın %100 iştiraki İşbank GmbH'nın Bulgaristan'daki şube açılışında İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince uluslararası bankacılık gelişmeleriyle ilgili soruları yanıtlarken İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali bankanın ana gündem maddeleri ile ilgili bilgi verdi. Özince'de Bali'de Türk bankacılık sisteminin gelişim potansiyelinin yüksek olduğunu anlattı.
Ersin Özince, gelişmekte olan ülke ekonomilerinin çok büyük tehdit altında olduğunu belirterek "JP Morgan CEO'su Jamie Dimon 'Basel 3, ABD'nin ulusal menfaatlerine uymuyor' derken şunu kast ediyordu 'Biz bankacılığın doğru düzgün yapılmasını, doğru sermayelendirilmesini yadsımıyoruz. Ama ABD ekonomisinin ihtiyaçları doğrultusunda da bankacılık yapmamız lazım'. Şimdi aynı şekilde bende bir Türk bankacısı olarak Türkiye'nin iktisadi politikaları doğrultusunda bankacılık yapmak zorundayım. Oysa ki Basel 3, hiçbir şekilde saygı duyulamaz rating sistemini esas alan bir yapıda" dedi.
Yatırım yapılabilecek ülkeler yatırım yapılamaz olacak
Özince, gelişmekte olan ülkelerin Basel örneğinde olduğu gibi uluslararası komitelerde daha çok söz almak istediğini anlatarak şöyle devam etti: "Dünyanın doğru bir bankacılık geliştirmek için gelişen ülkelere ihtiyacı var. Biz Bulgaristan'a neden geldik? Burada bir yatırım potansiyeli var. Bu ülke AB üyesi olduğu için ratingi iyileşti. AB üyesi olmayan biz varız, Irak, Suriye, Gürcistan, Mısır var. Bizim bu ülkelerin hepsinde iş yapabilmemiz lazım. Halbuki yarın Basel 3 devreye girdiğinde rating esas bir sistem olacak. Eğer kendi içsel düzenlemelerimizle gerekli önlemleri yeterince alamazsak, sistem öyle bir hale gelecek ki, bırakın şirket riskini almayı, kendi ülkemizin devlet tahviline dahi yatırım yapabilmek için daha fazla sermaye ayırmak zorunda kalacağız. Resmen bize deniyor ki; kendi ülkene değil de ratingi hangi ülkenin yüksek ise onun riskine gir. Amerikan devlet tahvili al. Tam aslında yatırım yapılabilecek ülkeler yatırım yapılamaz olacak."
Halbuki yaşanan krizin riskin dünyanın neresinde olduğunu gösterdiğine de dikkat çeken Özince, riskin 2 yerde olduğunu bunların da 1- çok kötü yönetilen ekonomisi ve siyasi ortamı çok istikrarsız olan ülkeler ile 2- piyasası doymuş artık potansiyelini yitirmiş olan ülkelerde olduğunu vurguladı.
Finans kapitalin kurallarını buradan yazacağım demek olmuyor
"Benim kişisel düşüncem şu" diyen Özince şöyle devam etti: "Finans kapitalin kurallarını hakim konumda olanlar kendi ihtiyaçları doğrultusunda koymaya çalışıyorlar ve bunda da başarılı oluyorlar. Halbuki böylesine global bir dünyada bu hiç gerçekçi değil. Komşunuzu, gelişen ülkeleri ihmal ederseniz bugün Afrika'yı, Asya'yı ihmal ederseniz o size sonra göç olarak, sorun olarak geliyor. Bu kadar küçücük bir dünyada ben oturacağımda finans kapitalin kurallarını buradan yazacağım demek olmuyor. Eskiden mesela bir OECD tanımı vardı. Türkiye gibi gelişmiş ülkelerde OECD üyesiydi.
OECD kendi arasında yaptığı bir anlaşma ile diyordu ki 'ben finans ilişkilerini geliştirmek için bunun riskini eşit görürüm'. Bakın bugün Dünya Bankası'nın politik riskleri sigorta eden MIGA (Multilateral Investment Guarantee Agency) diye bir kuruluşu var. MIGA'ya gidip sigorta yaptırırsan politik riskini ortadan kaldırıyorsun. Mesela Türkiye'nin ekonomik göstergelerine baktığınızda zaten sorun yok. Türkiye'nin ratingi neden düşük? Efendim deniyor ki siyasi. Türkiye'nin siyasi istikrarı ile ilgili bir şey olmadığı da görülüyor. Bilemedin al onu da sigorta ettir. Cari açık deniyor. Sadece cari açığı olan Türkiye değil ki. Tamam biz zaaflarımızı bilelim ama göreceli olarak baktığınızda Türkiye cari açığına çare arayıp da ortadan kaldırabilecek potansiyele de sahip. Ama bugün öyle ülkeler var ki…"
Ticareti desteklemeyecekse global kurallar ne işe yarar
Basel 3'ün sadece gelişmekte olan ülkelerde yerel bankalar için değil bu ülkelere yatırıma giden yatırımcıları ya da bankaları içinde kısıtlar getireceğine işaret ederek "Ticaretin finansmanını destekleyemeyecekse ne işe yarayacak bu global kurallar" dedi. Bir çok ülke uyamazken Türkiye'nin Maastricht kurallarına uyduğunu ve ülkelerin rating yerine uluslar arası ekonomik kurallara uyumunun aranmasını gerektiğini anlatan Özince, dünyanın esas refahı yaygınlaştıracak kurallara ve düzenlemelere ihtiyacı olduğundan bahsetti. Özince, "Kuralların işleri kilitleyici değil geliştirici ve özellikle gelişmeye muhtaç yörelerindeki işleri geliştirici olması lazım. Aksi takdirde barış bozuluyor" diye konuştu.
Uzun vadeli kredi vermek için mevduat tek şart değil
Kredi/mevduat oranının yüzde 100'ü aşmasını risk olarak görüp görmediğinin sorulması üzerine Özince bunu risk olarak görmediğini ama bankacılık sektörünün de uzun vadeli fonlamayı sadece mevduat ile değil mevduat dışındaki kaynaklarla da oluşturması gerektiğinden bahsetti. Bankacılık sektörünün yurtdışında yapmaya çalıştığı seküritizasyon, VDMK ya da çeşitli tahvil ihraçlarını Türkiye'de TL olarak yapması gerektiğinden bahseden Özince, "Dünyanın gelişmiş hiçbir piyasasında mevduat esas kaynak değildir. Uzun vadeli kredi vermek içinde uzun vadeli mevduat almak birincil şart olabilir ama tek şart değildir" dedi.
Ayrıca sadece bankaların değil şirketlerin de tahvil ihraçları yapabileceğini hatırlatan Özince, bu ihraçların olabildiğince teşvik edilmesi gerektiğini bildirdi. Özince, "Mesela hisse senedi piyasasını teşvik ettiğimiz kadar bu alanları da teşvik etmek lazım hiçbir zarar gelmez. İlla teşvik edince de olacak değil. Düzenleyicinin görevi de burada mümkün olduğunca kaliteli performans sergilenmesini topun sahada kalmasını sağlayacak bir ortam hazırlamak" değerlendirmesinde bulundu. Özince, uluslar arası borçlanma piyasasında da kısa vadeli finansman sorunları, Basel 3, Avrupa bankalarının sorunları dikkate alındığında maliyetin artabileceğini de söyledi.
Bilim adamına, bankacıdan az para verirseniz olmaz
Türkiye'nin üretmesi, yatırım yapması, istihdam yaratması, katma değerli ihracat yapması ve refah transfer etmesi gerektiğine işaret eden Ersin Özince, "Türkiye gibi ülkelerin geleceği nüfusuna global rekabete uygun refah yaratabilmesidir. Sadece mevcut büyüme oranlarının değil büyüme kalitesinin de çok büyük önemi var. Sadece zenginlikle refah olmuyor. 2-3 ay önce Dünya Bankası Başkanı Türkiye'ye gelmişti oturduk bir grup tartıştık. Herkes Türkiye'de en önem verilmesi konunun eğitim olduğu konusunda mutabık kaldı. İşlerimize katma değer için Ar-Ge lazım, Ar-Ge için kaliteli üniversite ve bilim adamı lazım. Bilim adamına kalkıp bankacıdan az para verirseniz olmaz" dedi.
Şimdi tam Yunanlıların da bize gelmesinin zamanı
Özince'ye Yunanistan'ın içinde bulunduğu durumunun Türkiye'ye olası etkileri de soruldu. Özince, Yunanistan'ın Türkiye'ye zarar veremeyeceğini ama Türkiye'nin Yunanistan'a çok büyük pozitif katkısı olacağını kaydederek "Biz krizden sonra gittik Yunanlı dostlarımızın kapısını çaldık. Tuttuk bankalarımızı sattık. Şimdi de onlar bütün sınır kapılarını açabilir. Çünkü Türkiye ile Yunanistan birbirini turizm açısından öyle muazzam tamamlayıcı özelliği var ki. Yunan adasına gelen Efes'e geçebilsin, Efes'e gelen Yunan adasına geçebilsin ihya olur Yunan turizmi. Bugün Türkiye'de öyle bir uçak ağı var ki uçurur Yunanistan'ı. Yunanistan turizmle çok rahat toparlar. Turizmin istihdam yaratma kapasitesini görüyoruz. Şimdi tam Yunanlıların da bize gelmesinin zamanıdır. Gelip bizi davet etsinler" dedi.
Bankacılığa İş Bankası gibi sermayedar yapısı lazım
Ersin Özince, bankacılık sektöründe İş Bankası örneğinin önemine dikkat çekerek bugün sektörde 'benim sahibim kim olacak' diye endişe eden bankalar olduğunu belirtti. Özince, "Eleştirmek için değil kendimizi anlatmak için söylüyorum. Bulgaristan'a kredi vereceksin mesela. Adam gelecek 'iyi yapmışsın ama benim için birinci piyasa değil neden verdin' diyebilir. Yönetimin devamlılığı o kadar önemli ki. Bir banka düşünün bir Japon yatırımcı ile konuşuyorsun öteki uçta Rus yatırımcı ile. Ertesi gün ne yapacaksın. Selam mı vereceksin, kadeh mi kaldıracaksın çok önemli. Bizim çalışanların vakfının parası bugün benim diyen çok banka sermayedarından fazladır. İş Bankası gibi sermayedar yapısı lazım bankacılığa. Çalışanın sahipliğini küçümsemeyelim. Biz genel müdür değiştiriyoruz banka kaldığı yerden devam ediyor" dedi.
Otomobilin kilometre saati 120'yi gösteriyor ve 130'la gidiyorsa dur demek normal
Ersin Özince, BDDK'nın banka bazında değerlendirmelerde bulunmasının da yadırganmaması gerektiğini kaydederek "Gereken bankaya büyüme denmesi normal. Öyle olması lazım. Siz bakarsınız otomobile bu otomobilin kilometre saatinde 120 yazıyor bu 130 yapamaz, ama 240 yazana da tamam kardeşim sürat sınırını kaldırıyorum bırak gitsin dersiniz. Sadece kredide de olmaz mevduatta da olması lazım ki BDDK'da bunu yapıyor. Sadece bankaların kredisine mevduatına bakmıyor her şeyine bakıyor. Yeri geliyor şube açma diyor. Önce şu yönlerinizi güçlendir diyor. BDDK'nın bunları iyi yönettiği aşikar" dedi.
Bankayı zapt etmeseydik yüzde 50 büyürdük
Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, büyüyen bankayı zapt etmeselerdi bu yıl 'yüzde 50'nin üzerinde büyüyeceklerini açıkladı. 2010 sonunda 64 milyar TL olan bankanın toplam kredi hacmi 9 ayın sonunda 85 milyar TL'ye ulaşırken '100 milyarlık' hacme ne zaman ulaşacaklarının sorulması üzerine Bali, "2012'de aşacağımızı söyleyebiliriz. Bu diğer koşullara da bağlı ama bize kalırsa hemen aşarız" dedi.
İş Bankası'nın şu anda olağanüstü bir yükselme döneminde olduğunu kaydeden Bali, "Biz bankayı zapt etmeye çalışıyoruz. Bankayı zapt etmeye çalışmasaydık yüzde 50'nin üzerinde büyürdük" açıklamasını yaptı.
Bali, kredi ile büyüdüklerini vurgulayarak son 6 çeyrektir sorunlu kredilere aktarımdan daha fazla tahsilat gerçekleştirdiklerini de ifade etti. Tahsili gecikmiş alacak rasyolarının yılsonunda yüzde 3.6 seviyesinden haziranda yüzde 2.8'e eylülde ise yüzde 2.5 düzeyine indiğini bunun da sadece yeni kredi verdikleri için değil hem tahsilat gerçekleştirdikleri hem de yeni intikallerin çok düşük olmasından kaynaklandığını bildirdi.
Gelişmeleri dönem dönem analiz etmek gerek
Dünyadaki ve dolayısıyla Türkiye'deki ekonomik gelişmeleri de tek bir pota içinde değil dönem dönem analiz etmek gerekliliği üzerinde duran Bali, sorular üzerine yüzde 25 sınırının gündem dışı kaldığını ve Merkez Bankası'nın da çok proaktif hareket ettiğini belirterek şöyle konuştu: "18 Haziran'daki BDDK tedbirlerine kadar aşırı ısınma, kredi hacminin aşırı artıyor olması bunun da cari açık üzerindeki etkisi üzerine yoğunlaşılmıştı. 18 Haziran'da da BDDK sert bazı tedbirler daha aldı. Nitekim o önlemlerin ciddi karşılığını da gördük. 4 Ağustos'taki TCMB toplantısında ise konu değişti çünkü Amerika'nın notu indirilmiş ve Avrupa'daki borç sorunları ağırlaşmıştı. Büyüme frenlenecekse artık cari açık probleminin aynı öncelikte olmayacağı, kredi büyümesinin eski önceliğinde olmayacağı netleşmişti. Biraz kur artışına izin veren bir politika sürecine geçildi. Bunun belirli tehlikeli seviyeleri aştığı görülünce de bu defa döviz satış ihaleleri gerek zorunlu karşılıklarda parasal sıkılaştırıcı önlemlerde tekrar gevşemelerle imkan sağlanmaya çalışıldı. Birkaç dönem var bu politikaların arasında. Eleştirilirken hep şu söyleniyor: "Niye bu kadar sık politika değişiyor." Çünkü kriz ortamı olduğu için politikayı değiştirmeyi gerektiren faktörler değişiyor."
Bali, Merkez Bankası'nın proaktif bir şekilde süreci yönettiğini ve politika karışımını da değişen koşullara göre ayarladığını düşünürken "Buna getirebileceğim tek parantez son dönemde faizleri ve fonlamayı bir miktar kısmaya çalışırken sırf politika faizini yükseltmemek uğruna yapılan ayarlamalar aynı mahiyette değerlendirilmeyebilir" dedi.
TCMB'nin belirli bir kur sepetini savunuyor olması anlamlı
Bugüne kadar Türkiye için itici gücün iç talebin canlılığı olduğunu ve dış talebi kompanse ettiğini kaydeden Bali, "Ama bir noktadan sonra iç talebin canlılığı eğer geri ödeme sorunları açısından problem yaratacak düzeye geliyorsa mutlaka yeni tedbirler alınması lazım. Otorite şu anda belli bir seviyenin üzerine çıkan kur seviyesine dış ticaret üzerindeki olumlu etkisine karşılık enflasyon üzerindeki olumsuz etkilerine odaklanmış durumda ki; doğru. Gerek enflasyon gerekse kurun yaratabileceği riskler açısından TCMB'nin belirli bir kur sepetini savunuyor olması anlamlı. Zaten bu kadar sık politika değiştirilmesinin ve bunların hepsini optimize etmeye çalışmak gerçekten hüner gerektiriyor" şeklinde konuştu.
Yabancı bankaya plasman yaptı, mesleki hatıra olarak sakladı
İş Bankası'nın sürekli uluslararası para piyasalarında yabancı bankalara plasman yaptığını ve bunun miktarının da arttığını belirten Adnan Bali, "Değişen koşullara göre yabancı bankaları özellikle pazar değerleri ve aktif kalitelerine ilişkin piyasada dolaşan şeylere de bakarak sürekli risk değerlendirmesine tabii tutuyoruz. Ben geçen gün 2 bankaya altın işlemleri nedeniyle limit artışı yaptık ve bunun üzerine dikkat etmemiz gerektiğine dair not yazdım. Onu da mesleki bir hatıra olarak fotokopisini çekip yanıma aldım. Daha önce pek nasip olmayan şeylerdi" dedi.