BDDK’dan tüketime sert ayar....
Arzu Seçil DİZMAN
İstanbul Ticaret Odası Ekonomi Uzmanı
BDDK’nın 31 Aralık 2013 sabahı Resmi Gazete’de yayımladığı kredi kartları ile taşıt ve tüketici kredilerine ilişkin iki yeni yönetmelik bazı sektörlerde soğuk duş etkisi yaratmıştır deyim yerindeyse. Öncelikle söz konusu yönetmeliğin amacını açıklayalım. Türkiye son 10 yıldır kredi stokunda yüksek oranlı artışlar kaydetmiştir. Öyle ki bu artışlar zaman zaman yıllık %50’leri aşan rakamlara varmıştır.
Ancak 2010 ve 2011 yıllarındaki kredi stoku artışı Merkez Bankası’nın bu konuda harekete geçmesine ve ülkedeki kredi artış hızını etkin bir politika aracı olarak kullanmasına sebep oldu diyebiliriz. 2010 yılındaki kredi artış oranı %33,6, 2011 yılında ise %29,5’dur. Aslında önceki yıllarda bu oranlardan fazlasını kaydetmiş bir Türkiye varken, Merkez Bankası neden bu tarihlerde alarma geçmiştir?
Yapılan araştırmalar göstermiştir ki; kredi artış oranı ile ekonomik büyüme arasında yüksek düzeyde bir ilişki mevcuttur. Daha da ötesi kredi artış hızı ülkemizde yapısal olmayan cari açıkla da oldukça yakından ilişkilidir. Bu şu demektir; krediler arttıkça, tüketim artıyor, tüketim artınca da Türkiye iç talep kaynaklı büyümesini %8’lerin üzerine taşıyabiliyor. Ancak bu tüketim ithalat artışını da beraber getirdiğinden cari açıkta endişe verici rakamlar ortaya çıkmaktadır.
İşte 2010 ve 2011 yıllarını diğerlerinden ayıran bu husustur. 2010 yılındaki kredi artışı %9,2’lik ekonomik büyüme ile birlikte, %6,4 oranında cari açığı da beraber getirmiştir. Üstelik devamı daha da endişe vericidir…2011 yılında %30’lara varan kredi büyümesi %8,8’lik büyümenin yanında tarihi seviyede bir cari açık oranı olan %10’u görmemizi sağlamıştır.
İşte tam bu sırada tehlike çanlarının çaldığı bir başka yer daha belirmiştir. O da gittikçe düşen tasarruf oranlarımızdır. İlk defa 2012 yılında kredilerin GSYİH içindeki payı (%56,1), mevduatların GSYİH içindeki payını ( %54,4) geçmiştir.
İşte bu tespitlerden sonra Merkez Bankası ve BDDK frene basmaya karar vermiştir. 2012’de cari açığımızın %6’lara düşmesinde kredi artış hızımızın keskin biçimde yarı yarıya indirilmesinin payı çok yüksektir.
Gelelim 31 Aralık’ta yayınlanan ve 1 Şubat’ta yürürlüğe girecek düzenlemelere. Merkez Bankası’nın kredileri sınırlama operasyonlarının bir uzantısı olarak bu defa sahneye BDDK çıkmıştır. BDDK tarafından yapılan değişikliklere baktığımızda alınan önlemlerin daha önceden bir taslakla duyurulanlardan daha sert olduğu dikkat çekmektedir. Örneğin telekomünikasyonda kredi kartı ile alışverişlerde taksit tamamen kaldırılmış, beyaz eşya ve mobilyada da bir ayrıcalık yapılmayarak 9 taksit şartı getirilmiştir. (beklentiler mobilyada 12 taksit, telekomünikasyonda ise 6 taksit sınırlamasının getirilmesi idi.) Yapılan düzenlemeleri kısaca özetlersek;
- Kredi kartı ile alışverişlerde taksit sayısı 9'u geçemeyecek,
- Telekomünikasyon, kuyumculuk, gıda ve akaryakıtta taksitli alışveriş yapılamayacak,
- Tüketici kredisinin vadesi 36 ayı geçemeyecek,
- Taşıt kredisinin vadesi 48 ayı geçemeyecek,
- Araç bedelinin en az %30'unu peşin vermeyen araç alamayacaktır.(Taşıt kredisinde 50.000 TL'ye kadar olan araçlarda alınabilecek kredi tutarı en fazla araç bedelinin %70'i olabilecek, 50.000 TL’yi aşan kısım için ise %50'si kadar kredi kullanılabilecektir. Yani aracın tamamını kredi ile alma dönemi bitmiştir.)
- Gayrimenkulünü teminat gösterip tüketici kredisi çekmek isteyen gayrimenkulünün değerinin en fazla %75'ini kredi olarak kullanabilecektir.
Bu düzenlemeler ile asıl amaçlanan şey tasarrufları arttırmaktır. Cebinde parası olmadan, gelecekteki gelirlerini harcamaya programlanmış bir tüketim toplumu rüyasından uyandırılacaktır. O çok istediği arabayı ya da cep telefonunu almak için para biriktirmek zorunda kalacak, bu birikimlerin bir kısmı elbette bankacılık sektöründe tutulacaktır. Sonuçta da bankaların artan mevduat tutarı reel sektöre daha fazla kredi olarak geri dönecektir.
Tasarruf mevzusu 2014 yılında ülkemiz için çok daha önemli hale gelecektir. Öncelikle geride bıraktığımız 5 yıllık süreçte küresel ekonomide likiditenin bolluğu ve sıfıra yakın faiz oranları bizim gibi gelişmekte olan ülkelere ucuz bir sermaye akışı sağlamıştır. Bu ucuz parayı üretken yatırımlara çeviren ülkeler nispeten daha rahat bir 2014 geçirebilecektir. Ancak bu süreç bitmiştir. FED’in likidite azaltma kararı ile dünyada sermayenin yeniden pahalanmasına 2014 yılında birlikte şahitlik edeceğiz.
Biz maalesef geride bıraktığımız 5 yılı inşaat sektörü ağırlıklı yatırımlar ve tüketim artışı ile geçirdik. 2008’den bu yana kredi kartı sayımız %30, kredi kartı harcamalarımız %106 arttı. Yapılan kredi kartı harcamalarının %57,7’si taksitli alışverişler ve bu taksitli alışverişlerde ortama taksit sayısı 6,9.
Şimdi artan maliyetler karşısında cari açığımızı finanse etmek, yatırımlara uygun maliyetli kredi sağlamak çok daha zor olacaktır. Bu bağlamda bankalar kendi iç kaynaklarına yönelmek isteyecekler ama bu durumda mümkün gözükmemektedir. Çünkü mevduatların krediye dönüşüm oranı %100’leri çoktan aşmıştır. Yani kendi iç kaynaklarımız yeni kredi yaratma imkanı sunamamaktadır.
Bu durumda BDDK’nın aldığı son tedbirleri olumlu karşılanmaktadır. Bankalarımız ve reel sektör için iç kaynakları arttıracak bir uygulama olacaktır. Bir diğer yandan cep telefonu, araç gibi ithalat ağırlıklı sektörlerde de tüketimin kısılmasına sebebiyet verecektir. Ayrıca son dönemlerde POS cihazı tefeciliği olarak adlandırılan illegal kredilendirme işlemlerinin de önüne geçilebilecektir. Diğer yandan sektör bazında satışların düşmesine sebebiyet vereceği muhakkaktır. Bir diğer tartışmalı boyut ise hem ithalat, hem tüketim, hem de kredi üzerindeki yavaşlatıcı etkisi ile devletin vergi gelirlerinde azalma meydana getirebilecek olmasıdır.
Sonuç olarak ancak ekonominin geneli açısından uzun vadede olumlu sonuçlar doğurabilecek bir düzenlemedir. Zaten gelişmiş dünya örneklerinde de ülkemizdeki gibi bugüne kadar uygulanan serbest bir taksitlendirme sistemi olmadığı unutulmamalıdır. Tek çekince noktası; tüm dünyada gelişmekte olan ülkeler açısından zor geçecek bir 2014 bizleri beklerken ve ülkedeki siyasi riskler artmışken, iç pazar dinamikleri ile oynamak ekonomimizi kaldıramayacağı bir durgunluğa sürükler mi? Yani "hamle doğru, ancak zaman mı yanlış?" sorusu kafaları kurcalamaktadır.