Binaları, dereleri de düşünerek inşa etmeliyiz…

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Remzi KOZAL / Mimar-Ekonomist

Depremler, seller, heyelanlar, fırtınalar vb. afetler şehirlerimizi tehdit etmeye devam ediyor. Barınmak için inşa ettiğimiz meskenler, yanlış yerlerde konuşlandırılınca, adeta birer mezara dönüveriyor. Afetlere karşı hazırlıklı olmak ve zarar görmemek, ancak doğru planlanmış bir şehirleşme ile mümkün olabilir. Canımızı, malımızı, mülkümüzü kaybetmemek için daha dikkatli ve hassas olmak zorundayız.

Dere yatakları, düşük kotlardaki su seviyesi yüksek düzlükler kesinlikle yapılaşmaya uygun yerler değillerdir. Bu yerler şehir yerleşimleri açısından; seller, heyelanlar ve hatta depremler için de çok riskli yerlerdir. Bırakın bu yerleri yapılaşmaya açmayı, bu gibi zeminlerin çevresinde bir güvenlik bandı da bıraktıktan sonra yapılaşma yapmak gerekmektedir.

Dereler, ıslah edilirken dere yatağını daraltarak iki yanına perde beton yapmak yanlış bir uygulamadır. Dere yataklarını olabildiğince genişleterek dışa doğru eğimli istinat duvarları yaparak ıslah etmeliyiz. Dere yatakları; kat- kat fazla miktardaki suyu, taşmadan taşıyabilecek genişlikte olmalıdır. Taşmalarda dahi çevreye zarar vermeyecek şekilde güvenlik şeritleri oluşturulmalıdır.

Emlak fiyatları etkilenirken İstanbul'un kuzeye kayışı hızlanacaktır İstanbul ele alındığında Marmara kıyılarındaki düşük zeminler yalnızca deprem ve tsunami açısından değil aynı zamanda seller açısından da yerleşimler için büyük riskler taşıyor. Son yağmurlarla oluşan seller bunu çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bundan sonra deprem yanında sellerde gayrimenkul fiyatlarını etkileyecektir.

Marmara kıyılarına göre daha yüksek olan Karadeniz tarafı, hem deprem açısından ve hem de seller açısından daha güvenli olduğu için, İstanbul'un kuzeye kayışı daha da süratlenecektir. Üçüncü köprünün kuzeye inşa edilmesi ise, şehrin kuzeye kaymasına hız kazandırmasının yanı sıra yaşanacak bir afet anında güvenli bir çıkış yolu olarak ta stratejik önemini artırmaktadır.

Projeler üreterek dereleri kullanabiliriz

Dereler aslında bir külfet değil, kontrol altına alınır ve değerlendirilir ise önemli birer nimet olduklarını görürüz.

Dere yataklarını denize döküldüğü yerlerden itibaren uygun şekilde düzenleyip genişleterek birer yat limanı haline kolaylıkla çevirebiliriz. Yer yer dere yataklarını sandallarla gezilebilecek şekilde düzenleyebiliriz.

İtalya'nın Venedik'inde dolaşan ve milyonlarca turisti çeken Gondollar benzeri bizim derelerimizde de saltanat kayıkları dolaşır ve önemli bir turizm geliri temin edebiliriz. Turizmin yanı sıra bu dere yataklarını ulaşım için de kullanabiliriz.

Bazı dereler için özel projeler de geliştirebiliriz; Haliç'e akan Kağıthane deresinin yatağını temizleyip genişleterek Hasdal'dan ve Ayazağa'dan gelen derelere kadar uzattığımızda; Galatasaray için inşa edilen Seyrantepe Stadyumu'nun önüne sandalları ulaştırmış oluruz. Yani Seyrantepe Stadyumu'na sandallarla da su yolundan ulaşabiliriz. Bu su yolunu aynı zamanda turistlerin gezeceği saltanat kayıkları ile de donatabiliriz. Yakın çevreyi de parklar ve gezinme alanları olarak düzenleyerek şehre, nefes alacak su ve yeşilin kucaklaştığı güzel bir alan kazandırabiliriz.

Basit yapılandırmalar dahi çözüm olabilir

Benzer şekilde İstanbul'daki bütün dereleri projelendirerek, şehrin her bölgesine, su ve yeşilin kucaklaştığı insanların nefes alacağı çok önemli alanlar kazandırabiliriz. Bu alanlarda yer yer kazıklar üstünde yükselecek, yani sel geldiğinde suyun geçmesini engellemeyecek şekilde binalar; restoranlar, kafeteryalar vb. hizmet binaları inşa edebiliriz.

Yine, şehir yerleşimlerini oluştururken, olabildiğince yağan yağmurun toprakla buluşmasını sağlamalıyız. Bütün yüzeyleri betonlayarak, asfaltlayarak suyun toprakla buluşmasını önlersek, yağan yağmur süratle sel şeklinde akmaya başlayacaktır. Maalesef şehirlerimizde yeterli yağmur suyu tahliye sistemlerinin olmayışı, olanlarda da mazgalların, giderlerin temizlenmemiş olmaları, özellikle düşük kotlardaki yolları birer nehir yatağına çevirebilmektedir. Yine şehir planlamaları yapılırken, binalar konuşlandırılırken; düşük kotlardaki yerler mutlaka yapılanmanın dışında tutulmalıdır. Bu gibi yerler otoyol, otopark olarak ta kullanılmamalıdır. Bu yerlerin zemin suyu da oldukça yüksek olduğu için yeşil alanlar, rekreasyon alanları olarak düzenlenmelidir. Yoğun yağmur yağdığı ve sel olduğu zamanlarda da bu yerler doğal olarak suyun toprakla buluşacağı fazla suyun sel olup akacağı alanlar olacaktır.

Japonya'da insanlar ölmüyor…

Japonya, bir adalar ülkesi olmasına rağmen şehir yerleşimlerine denk gelen dereleri kapatmamış, bizdeki gibi su yatağını daraltarak ıslah (!) etmemiş, aksine dere yatakları olabildiğince genişletilip derinleştirilerek suyun şehir yerleşiminin içerlerine kadar dolaşması sağlanmıştır. Başkent Tokyo'da dahi şehrin muhtelif bölgelerinde, bu su dokusunu, binaların arasında görmek mümkündür. Yine Japonya'nın yüzölçümü bizim yüzölçümümüzün yarısı kadar olmasına ve bu yüzölçümünde %20'si kadarının yerleşime uygun olmasına rağmen 130 milyonu aşkın nüfusu depremlere, sellere ve diğer afetlere karşı güven içerisinde barındırabilmektedir. Biz yurdumuz yüzölçümünün %40'ını kullanabilmemize rağmen maalesef; insanlarımızı depremlere, sellere ve diğer afetlere kurban vermekteyiz. Bunun bir çözümü, bir çaresi yok mudur?

Bir başka bilgi daha vereyim; Japonya'da belli miktarda orman olmasına rağmen inançları gereği pek ağaç kesmiyorlar. Yine toprakları maden bakımından çok fakir olduğu için başta demir-çelik olmak üzere çok büyük ölçüde inşaat malzemelerini yurtdışından ithal ediyorlar. Japonya deprem ülkesi olduğu için binaların inşası; üç kata kadar ahşap iskeletle yapılırken üç kattan yüksek inşa edilecek binalarda taşıyıcı sistem tamamen çelik sistem kullanılarak yapılıyor.

Japonya dışarıdan ithal ederek bina inşasında kullandığı malzemelerin değerini ve insan hayatının değerini çok iyi bildiği için her bir malzemeyi deyim yerindeyse kırk ölçüp bir kere kullanıyor. Bu işi yaparken de mimarların, mühendislerin projelerine, direktiflerine son derece önem veriyor. Bizdeki gibi cebinden mühendis çıkaran bir takım inşaatçı ucubeleri orada bulunmuyor. Daha doğrusu orada bizdeki gibi her önüne gelen inşaatçı, plancı değil. Orada inşaat işinin de bir uzmanlık işi olduğu konusunda herhangi bir tereddüt yok ve önüne gelen de inşaat yapamıyor.

Bir mimar olarak feveran ediyorum…

Gerek Japonya'daki bu örnekler ve gerekse İtalya Venedik'teki nehirlerde dolaşan gondollar şehirleşmede, eldeki imkan ve doğal yapının, şehre değer katacak bir şekilde kullanılmasının dünyaya örnek teşkil edecek örnekleridir. Bizdeki ise maalesef dünyaya olumsuzluk örneği ve bir ibret vesikası olarak önümüzde durmaktadır.

Bir mimar olarak, bir teknik adam olarak ben bu durumu asla ve asla kabul edemiyorum. Bu nedenle 75 milyona feveran ederek bir defa daha haykırıyorum. Bilgisizliğimiz için, küçük menfaatlerimiz için şehirlerimizi, geleceğimizi heba etmeyelim, kurban etmeyelim…

Şehirleşmeyi, bina inşa etmeyi mutlaka uzmanlarına bırakalım; mimarlara ve mühendislere gereken değeri ve önemi mutlaka verelim….