Brexit: Ayrılmanın dayanılmaz karmaşıklığı ve çoğunlukçu demokrasinin sefilliği
Melsa ARARAT - Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi
23 Haziran’da Britanya seçmenlerinin önemli bir bölümü yapılan referandumda Avrupa Birliği’nden (AB) çıkma yönünde oy kullandı. Oy kullanma oranı %72 idi. Oy kullananların %52’si, seçmenlerin ise %38’i ayrılmadan yana oy kullandı. Bu sonucu ayrılma taraftarları dahil hiç kimse beklemiyordu. Hemen o gece internette dolaşmaya başlayan bir dilekçe, referandumlarda oy kullanım oranının %75’i bulmaması durumunda %60’tan az oy alan bir seçeneğin yok hükmünde sayılması yönünde bir yasanın parlamentoda görüşülmesini talep ediyordu. Bu yazı yazılırken dilekçeyi imzalayan vatandaş sayısı 3.9 milyonu aşmıştı. Britanya hükümeti, yasa gereği, 10 binden fazla vatandaşın imzaladığı dilekçeye yanıt vermek, imza sayısı 100 bini geçen dilekçeleri ise parlamentoda tartışmaya açma konusunu görüşmek zorunda. Bu güne kadar hiçbir dilekçenin altına bu kadar çok imza atılmadığı söyleniyor. Parlamento Dilekçeler Komisyonu Başkanı parlamentoda görüşme açılıp açılmaması konusunu gelecek hafta komisyonda ele alacaklarını açıkladı.
Referandumun hemen ardından piyasalar karara tepkilerini gösterdi. Yarım yüzyıla yakın bir süredir ilk defa Britanya’nın kredi notu mükemmelin altına indi, sterlin dolar karşısında son 30 senenin en düşük değerine yuvarlandı, Morgan Stanley ve HSBC gibi uluslararası finansal kuruluşlar önemli ölçüde kadrolarını Paris’e veya Frankfurt’a kaydıracaklarını beyan ettiler. Londra ve Frankfurt borsalarının birleşmesi şimdilik suya düştü. Pek çok şirket işe alımları dondurduğunu ilan etti. Britanya Direktörler Enstitüsü (IoD) Başkanı yatırımların duracağı ve işsizliğin artacağı uyarısını yaptı. Uzun vadeli borçlanma maliyetlerinin yükselecek olması ve belirsizlikler Londra Borsası’nı da vurdu, önemli hisselerde değer kaybı %25’lere yaklaştı. Emeklilik fonları eridi ve ayrılmanın fırsatlarına odaklanmak gerektiğini söyleyen ayrılma taraftarları bu fırsatların ne olduğunu hala açıklayamadılar. Diğer yandan belirsizliğin kısa süreceğini ve AB ile olan ilişkilerin Britanya’nın arzusuna uygun olarak yeniden şekilleneceğini iddia edenler AB liderlerinin ve komisyonun kararlı tavrıyla çıkmaza girdiler. BBC’nin ‘Hard Talk’ programında soruları cevaplayan Polonya eski Dışişleri Bakanı Sikorski Britanya’nın bir yandan kulüp üyeliğinden çıkmak ve aidatını ödememek isterken diğer yandan kulübün tesislerini kullanmaya devam etmeyi talep ettiğini ve bunun mümkün olmayacağını söyledi. Sikorski’nin vücut dili, zekice düşünülmüş alaycı cevapları AB liderlerinin psikolojisini yansıtmaktaydı. Öyle görünüyor ki AB Brexit sonrası diğer ülkelerden yükselebilecek milliyetçi popülist sesleri baştan susturmak niyetinde.
Yasal durum ne? 540 madde yürürlüğe konulacak mı?
Esasında referandum sonuçlarının Britanya açısından yasal bir sonucu yok. Hükümet referandum sonuçlarının işaret ettiği yönde bir kararı parlamentoda tartışmaya açabilir ve oylamaya sunabilir. Eğer parlamentodan sonuçların uygulanmasına yönelik bir karar çıkarsa hükümet AB anlaşmasının 50. maddesini yürürlüğe sokarak ayrılma sürecini başlatmak durumunda kalır. Ayrılma görüşmelerinin bu noktadan itibaren 2 sene içinde tamamlanması gerekmekte. Ancak tüm üye ülkelerin onaylaması halinde bu süre en fazla 2 sene daha uzatılabilir. Sürecinin çok zor olacağı şüphe götürmez. Bir kez ayrılma anlaşmasının 27 ülkeden en az 20’si tarafından onaylanması gerekmekte. Dahası onaylayan ülkelerin toplam nüfusunun AB nüfusunun en az %65’ini temsil etmesi ve sonra anlaşmanın Avrupa Parlamentosu’nda da onaylanması gerekiyor. Bu süre boyunca Britanya AB’nin mevcut ve çıkacak olan tüm yasalarına ve kurallarına uymaya devam etmek ve AB hukukunun üstünlüğünü kabul etmek zorunda. Ancak yasal olarak içeride olsa da politik olarak AB dışında kalacak olan Britanya bu süre zarfında hiç bir kararı etkileme şansına sahip olmayacak. Nitekim AB bakanı referandumun hemen ertesi günü istifasını verdi ve AB kurucu ülke liderleri ve AB Komisyonu Britanya temsilcileri olmadan ilk toplantılarını yaptılar. İlginç olan şu ki ilk tepkilerin ardından kalmayı ve ayrılmayı talep eden tarafl ar referandum sonuçlarının uygulamaya konulması hususunun aceleye getirilmemesi konusunda görüş birliği içindeydiler. David Cameron hemen istifa edeceğini ilan ederek 50. maddeyi yürürlüğe koymayı kendisinden sonraki başbakana bıraktı. Bu çıkış ayrılıkçı muhalefetin tüm oyunlarını bozdu. Yorumcular erken seçime gitme kararı alınmadan siyasi intiharı göze almayan hiç bir milletvekilinin başbakanlığı kabul etmeyeceğini ve 50. maddeyi yürürlüğe koyma cesaretini gösteremeyeceğini iddia ediyorlar.
Karmaşıklığın boyutları
Daha ilk günden piyasaların sert tepkisi Brexit’in öncelikle Britanya, sonra AB ve hatta dünya için ekonomik sonuçları ile ilgili öngörülerin ne kadar olumsuz olduğuna işaret etti. Ayrı bir devlet olmasalar da kendilerini ayrı bir millet olarak gören İskoçların Britanya’dan ayrılma ve AB’de kalma yönünde hareket edebileceğinin işaretleri, ayrılma halinde İngiltere ile İrlanda arasında bir sınır oluşması gerekliliği, AB’de yaşayan Britanya vatandaşlarının yasal durumu, Britanya hukukuna girmiş olan tüm AB yasalarının değiştirilmedikleri sürece aynen kalacağı gerçeği, ve tüm diğer nasıl ve ne sürede halledilebileceğini kimsenin bilmediği süreçler bir karabasan gibi iktidar adaylarının üzerine çöktü. Diğer yandan kutuplaşma, yabancı düşmanlığı ve ötekileştirme kültürünün çirkin yüzü Boris Johnson’a günah çıkarttırdı. ‘Ben göçmenlere karşı değilim, zaten ben de Türk kökenli göçmen bir aileden geliyorum,’ diyerek tepkileri göğüslemeye çalıştı. Hem Boris, hem de diğer başbakan adayı Michael Gove, ayrılık sürecini hemen başlatmaya gerek olmadığını tekrarlayarak ayrılığı hiç de etrafl ıca düşünmediklerini, referandumdan bu sonucun çıkacağını beklemediklerini kanıtladılar. Hatta Boris Johnson 27 Haziran’da verdiği bir demeçte Britanya’nın Avrupa’nın bir parçası olduğunu ve her zaman böyle kalacağını söyledi.
İskoçya ve İrlanda açmazı
Referandum sonuçlarının Britanya açısından yasal sonucu yok demiştim. Dahası AB üyeliği İskoçya ve Kuzey İrlanda federal yasalarına girmiş vaziyette. Yani ayrılığın İskoçya parlamentosunda ve Kuzey İrlanda meclisinde onaylanması gerek. Oysa ki her iki halk da ağırlıkla AB’de kalma yönünde oy kullandı. İskoçya parlamentosundan ayrılma yönünde bir onay çıkması zor. Bu nedenle İskoçya Bakanı Sturgeon, Britanya’nın AB’den ayrılma kararı ile birlikte İskoçya’nın Britanya’dan ayrılması konusunun yeniden referanduma götürülme olasılığından söz etmeye başladı. Barışı ve refahını büyük ölçüde AB desteğine borçlu olan İrlanda’nın da AB dışında kalmayı kabul edemeyeceği de açık. Bu durumun Kuzey ve Güney İrlanda arasındaki ilişkileri nasıl etkileyeceği de kestirilemiyor.
Tekrar referandum isteyenlerin sayısında artış var
Ayrılmanın dayanılmaz karmaşıklığı, benzer bir durumun daha önce yaşanmamış olması nedeniyle hesaplanamayan ekonomik ve politik sonuçları Britanya halkının şapkasını tekrar önüne koymasını gerektiriyor. Şimdiden ayrılma yönünde oy kullanmış olan 1 milyon seçmen eğer bugün oy kullansalardı oylarının AB’de kalma yönünde olacağını söylüyor. Ancak mevcut hükümetin referandum sonuçlarını yok sayması da mümkün değil. Nitekim sonuçların açıklanmasından hemen sonra biraz fazla iyimser bulunan bir yaklaşım giderek daha fazla destek bulur oldu. Bu yaklaşıma göre mevcut hükümet hemen istifa etmeli. Brexit ancak seçimle işbaşına gelen bir koalisyon hükümeti tarafından engellenebilir veya yönetilebilir. Yeni hükümet, ayrılmanın sonuçları daha açık bir hale geldiğinde, ayrılma anlaşmasını imzalamadan tekrar referandum yapabilir. Ancak bu yaklaşım belirsizliğin daha uzun sürmesi anlamına geleceği için piyasaları tatmin etmeyecektir. Financial Times’ın yaptığı kamuoyu yoklamasının 27 Haziran sonuçlarına göre hemen veya erken seçim sonrası yeni bir referandum isteyen okurların oranı %82.
Britanya’da referandumlar sadece tavsiye niteliğinde
Gelelim buradan çıkan ve Türkiye’nin de yakın geçmişte deneyimlediği çoğunlukçu demokrasinin yönetişim zafiyetlerine.
Benim uzmanlık alanım şirket yönetimi ve yönetişim. Yani halka açık şirketlerde hak sahipleri ile karar vericiler arasındaki ilişkiler, karar verme ve hesap verme mekanizmaları. Brexit deneyimi bana iyi yönetişimin temel ilkelerinin genel geçerliliğini tekrar hatırlattı. Siyaset bilimci değil yönetim bilimci olduğum için aradaki benzerliği tartışırken yönetim bilimleri terminolojisini kullanacağım. 2000 yılından beri hukukçular, finansal ekonomistler, akademisyenler ve uygulamacılar halka açık şirketlerin yönetişimi konusuna epey kafa yordu. Yeni Ticaret Kanunu da bu konuda çağdaş bir yorumu benimsedi. Varılan noktanın özeti şu; sosyo-ekonomik kurumlar olarak halka açık şirketler yönetim kurulları tarafından yönetilirler. Tüm pay sahiplerinin katılma hakkı olan genel kurullar yönetim kurulunun üst organı değil, onların hesap verme merciidir. Yönetim kurulları pay sahipleri tarafından yetkilendirilmiş olsalar dahi onların istediği doğrultuda hareket etmek zorunda değilidir. Zira pay sahipleri yasalar karşısında sorumsuzdur. Diğer yandan yönetim kurulu üyeleri seçilmişler olarak şirketin çıkarlarını, tüm pay sahiplerinin ve paydaşların haklarını ve çıkarlarını gözeterek, özenle karar vermekle yükümlüdür. Bu yaklaşımın arka planında karar verme yetkisine sahip olanların kararlarının sorumluluğunu taşımaları ve hesap verebilmeleri ilkesi yatar. Hesap verecek mercii olmayanların karar verme hakkı olamaz. Şirket genel kurullarında alınabilecekleri kararlar bu nedenle sınırlıdır ve genel kurulların esasen bir hesap sorma/hesap verme ve onay mekanizması olarak işlev görmeleri öngörülür.
Benzer şekilde tüm vatandaşların katılma hakkı olan bir referandum veya toplu olarak seçmenler de bir karar organı değildir. Zira vatandaşlar sorumsuzdur ve hesap verecekleri bir mercii yoktur. Karar verme yetkisi vatandaşların yetkilendirdiği ve aldığı kararların sorumluluğunu taşıyacak ve hesabını verecek olan parlamentoya aittir.
Demokrasi ne Britanya’da ne de başka bir ülkede hiç bir zaman basit çoğunluğun hegemonyası anlamına gelmedi. Egemen bir parlamentonun bir referandumun sonucuna kör bir şekilde boyun eğmesi beklenemez. Egemenliği millet adına hayata geçiren parlamentodur. Bu nedenle Britanya’da referandumlar sadece tavsiye niteliğindedir. Kasımda erken seçimlerin gerçekleşmesi ve yeni bir parlamentonun iş başına gelmesi halinde yeni göreve gelen milletvekillerin ülkenin çıkarlarına aykırı olduğuna inandıkları bir kararı almaları beklenemez. Referandum, Britanya’nın geleneklerine ve demokrasiye ters, sorumsuz ve çıkarcı siyasetçilerin kullandığı bir politik enstrüman olarak karşımıza çıkıyor.
Peki ne yapmalı?
Financial Times’da bir yorumcu şöyle yazıyor ‘... ayrılmayı isteyen işçi sınıfıydı zira onlar ekonomik olarak yok sayılmışlardı ve fakat (ayrılmayla) kısa dönemde işsizlikten ve yatırımların durmasından en fazla onlar etkilenecekler.... genç kuşaklar 27 ülkede yaşama ve çalışma hakkını kaybettiler. Kaybolan fırsatların, ve yoksun bırakıldığımız dostlukların, evliliklerin ve deneyimlerin boyutunu hiç bir zaman bilemeyeceğiz. Bizim kuşağımızın serbest dolaşım hakkı bizi borca batıran anne ve babalarımız, amcalarımız, dedelerimiz ve ninelerimiz tarafından elimizden alındı. ...... Micheal Gove ‘Britanya halkı uzmanlardan bıktı’ derken haklıydı. Ama aydın karşıtlığı kültürünün bağnazlık (yobazlık, darkafalılık) dışında bir sonuca yol açtığını hatırlayan var mı?’
Britanya’nın kaderini değiştiren popülist milliyetçi eğilimlerin tüm dünyada yükselme eğilimi göstermesinin sebepleri siyaset ekonomisi uzmanlarınca ele alınmakta. Bu konuda son zamanlarda çok iyi makaleler yayınlandı. Ben sadece bu değerlendirmelerin çoğunun reel kapitalizme eleştirel bir bakış taşıdığını ve sosyal refahın ve refahın adil paylaşımının demokrasinin bir önceli olduğu noktasında birleştiğini belirtmekle yetineceğim. Maalesef Britanya’da işçi partisi liderliği neoliberal ekonomik politikalara kategorik olarak mesafeli durduğu için EU’da kalma konusunda içten bir kampanya yürütmedi ve memnuniyetsiz seçmenlerin sorunlarına ekonomik çözümler üretemedi. Bu zafiyet İşçi Partisi parlamento grubunun referandum sonrası liderleri Coburn’e karşı güvensizlik oyu vermesiyle sonuçlandı. Sosyal demokrat ve sol partilerin çözüm üretmekte zorlanmaları sadece Britanya’ya özgü değil. Ne İspanya’da, ne Irlanda’da, ne de Yunanistan’da (konumuz dışında ama ne de Türkiye’de) sol partiler çalışan sınıfl arın aleyhine işleyen neoliberal ekonomik politikalara karşı kuvvetli bir alternatif ekonomik politika üretemediler.
BBC’de yayınlanan bir röportajda neden ayrılamadan yana oy kullandığı sorulan yaşlı bir kadın ‘çünkü geçmişi özlüyorum,’ dedi. Gelişmenin ve değişimin hızı yaşlı kuşakları sersemletmeye devam edecek ve onların gençler için ileriye dönük iyi politik seçenekleri bloke etmelerine, popülist politikacıların tuzağına düşmelerine yol açacak. Önümüzdeki dönemde Avrupa’nın sosyal demokrat ve sol politik güçleri bir araya gelmek, Avrupa’da sosyal ve ekonomik değişimini birlikte yeniden tasarlamak, alternatif ekonomik politikaları bütünsel bir AB perspektifinden üretmek, gerçekçi olmak ve gelecek vizyonlarını bıkmadan usanmadan seçmenlere anlatmak zorundalar. Bu Türkiye’nin de mutlaka içinde olması gereken bir süreç. Aksi halde aşırı sağ, özünde faşist milliyetçi popülist akımlar seçmenleri peşlerinde sürükleyerek güçlenmeye devam edecekler.
Öngörüler ve ayrılığın finans sektörüne etkileri
Sonuç olarak 50. madde yürürlüğe konmadığı sürece Britanya AB üyesi olarak kalacak. Belirsizlik sene sonuna kadar sürecek ve ayrılık süreci en erken 2017 başında başlayacak. Britanya olgun bir demokrasi. Bencil ve beceriksiz politikacıların yarattıkları kaostan çıkacak bir formül bulma olasılığı yok değil. Ancak Britanyalı sosyal demokratlar ve liberaller ayrılma sürecinde geri vitese takma cesaretini gösterseler dahi AB liderlerinin de Britanya’nın mızıkçılığa mızıkçılıkla yanıt veren söylemlerinden vazgeçmeleri ve 50. maddenin hemen yürürlüğe konması taleplerini geri çekmeleri gerek. Merkel’in temkinli duruşu bu yönde bir değişimin mümkün olabileceğine işaret ediyor. Avrupa halkları ve politik liderleri AB’nin bir barış, paylaşılan refah ve hürriyet projesi olduğunu hatırlamak ve tüm eksik ve kusurlarıyla AB projesini yeniden ele almak ve yaşatmak için çaba göstermek zorunda. Eğer Brexit oylaması üye ülkelerin AB ideallerine daha sıkı sarılmaları ve hükümetlerin kendilerinin de yer aldıkları karar süreçlerini popülist milliyetçi politikacılara fırsat vermeyecek şekilde seçmenlerine açık bir şekilde anlatmalarına yol açarsa ‘her şerde bir hayır vardır’ diyebiliriz.
AB ve Britanya arasındaki pazarlık farklı modeller üzerinde yürüyebilir. Britanya’nın önündeki teorik seçenekler şunlar:
► AB’den tamamen çıkmak ve üye ülkelerle ayrı ayrı ikili anlaşmalar yapmak,
► EFTA (Avrupa Serbest Ticaret Birliği)’ya girmek ve EEA’da (Avrupa Ekonomik Alan) kalarak Norveç, Lihtenştayn ve İzlanda ile aynı statüde malların, hizmetlerin ve insanların serbest dolaşımına dahil olmak ,
► Türkiye’ye benzer şekilde AB ile gümrük birliği anlaşması yapmak ve sadece malların serbest dolaşımı ile sınırlı bir ticaret ilişkisi içine girmek ,
► İşviçre’ye benzer şekilde EFTA’ya üye olmak fakat tüm AB’de serbest dolaşımı kabul etmek yerine tek tek üyelerle ikili anlaşmalar yapmak,
► Kanada’ya benzer şekilde Dünya Ticaret Örgütü (WTO) kuralları çerçevesinde EU ile serbest ticaret anlaşması yapmak.
Bu noktada ayrılık anlaşmasının tüm AB ülkeleri tarafından onaylanması gerektiğinin altını çizelim. Bunun ardından yeni işbirliği anlaşmasının bu anlaşmadan etkilenen tüm ülkelerin onayına sunulması gerekecek. Kesin ayrılıktan en olumsuz etkilenecek olan sektör fi nans sektörü. Londra AB’nin fi nans merkezi. Britanya AB’den ayrıldığında EEA’dan da ayrılmış olacak. Şu anda Britanya’da kurulu fi nansal kurumlar AB ülkelerinde herhangi bir yerel mevzuata uyum denetiminden geçmeden finansal işlemler yapabilmekte ve diğer ülkelerdeki müşterilerine hizmet verebilmekteler. Bu pasaportun geçerliliğinin uzatılması ancak Britanya ve AB Norveç modeli üzerinde anlaşırsa mümkün. Oysa ayrılıkçıların en önemli motivasyonunun AB ülkelerinden göçü engellemek olduğu ve AB’nin de insanların serbest dolaşımını içermeyen bir mal ve hizmet dolaşımı anlaşmasına yanaşmayacağı dikkate alınırsa bu seçeneğin gerçekçi olmayacağı görülecektir. Norveç modeli dışındaki tüm diğer seçenekler fi nans sektörü için kesin ayrılık seçeneği ile aynı sonuçları doğuracak. Bu arada Britanya’nın bence gelmiş geçmiş en başarılı maliye bakanlarından birisi olan George Osborn’un başarısı da Brexit’e karşı olması nedeniyle unutulacak ve onun ümit edildiği gibi Muhafazakar Parti lideri olması olasılığını da ortadan kaldıracak.