Demokrasi ve milletvekilleri
Selçuk MARUFLU / 19. D. İstanbul Milletvekili
Demokratik parlamenter rejimle yönetilen ülkelerde parlamento, (TBMM), demokrasinin her şeyidir, kalbidir. Demokrasi halkın, kendi kendini yönetmesidir. Nüfusun tamamı, bir arada, hep beraber ülkeyi yönetemeyeceğine göre, halk bunu; seçtiği temsilcileri vasıtası ile yapar. Burada hassas nokta; bu temsil hadisesinin, adil, topluma yaygınlaşmış, açık, şeffaf biçimde yapılması ve seçim denilen, bu temsilci belirleme olayının, üzerine gölge düşmemesidir.
Nüfusla orantılı olarak seçilen temsilciler (Milletvekilleri), belli bir süre için, halk adına Meclis'te görev yaparken, yine, halk tarafından denetlenir, görevlendirildikleri devre sonunda, eğer görevlerini, bihakkın yerine getirmemişlerse, halk, onları bir daha seçmemek suretiyle, cezalandırır. Demokratik parlamenter rejimin, en basit anlatımı işte böyledir.
Ülkemizde son zamanlarda, parlamentoya ve milletvekillerine yönelik eleştirilerin dozu oldukça ağırlaşmıştır. Bu eleştirilerin dozu, makul boyutlarda kaldığı sürece, anlayışla karşılanabilir. Ancak, bu hadise, ağır, sert ve hakaretamiz bir üsluba büründüğünde, hoş karşılanamaz ve kabul edilemez. Zira, bu durum, halkın kendi seçtiği vekillerini ve onlardan oluşan parlamentoyu tahrip boyutlarına gelir ki, bu da, halk rejimi olan, demokrasi müessesinin yara alması demektir.
Bizim de, kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi'nin vazgeçmesi ve ihlalini hoş görmesi mümkün olman 3 temel prensibi vardır. Bunlar, insan hakları ve hürriyetleri, demokratik parlamenter rejim ve üçüncüsü de parlamentoların üstünlüğü prensipleridir. Bu sonuncusu, yani parlamentonun üstünlüğü ilkesi, bir ülkede en üstün ve dominant gücün, Meclis, parlamento, dolayısıyla halk iradesi olduğudur.
Diğer kurum ve kuruluşlar, parlamentoya hükmedemez, üstünde olamaz. Toplum kendisini sembolize eden parlamentoya sahip çıkıp, saygı gösterip, gözü gibi koruduğunda, aslında, kendisine saygı göstermektedir. Bugün, kıyasıya eleştirilen, yerden yere vurulan, halkın seçtiği temsilciler olan, milletvekilleri olmadan parlamento ve meclis boş binalardan ibarettir.
Kuvvetler ayrılığı ilkesini de, iyi anlamak gerekir. Bu ilke, demokrasi ile idare edilen ülkelerde, bir nevi işbölümüdür.
Yargı, kendi işinde, hızlı ve dürüst adalet dağıtacak, devleti, fertleri, kanun ihlallerinden, adalet erkini çalıştırarak koruyacaktır. Toplumsal düzeni, kanunları ihlal edenlerin yakasına yapışacak, bunlara gereken cezayı verecektir. Yargıya bağlı, mahkemelerin ve cezaevlerinin, bu görevlerini, taviz vermeden, disiplin, ciddiyet içinde yerine getirmesi gerekir. Kanunsuzlara karşı, devlete kafa tutanlara karşı, devlet otoritesini göstermelidir. Yargının ve adalet mekanizmasının, bu işlevlerini, tam anlamı ile yapıp yapmadığını, kamuoyunun takdirlerine bırakıyorum. İcra gücü ise, yani hükümet; ülkeyi yönetecek, ilerletecek, devamlı çalışacak, şikayet etmeyecek, iş yapacaktır.
Tüm bu organlar, daima yasama gücünün, parlamentonun, Meclis'in gözetimi ve denetimi altında faaliyet gösterecektir. Eğer Meclis/parlamento, bu uygulamalarda yanlışlıklar görürse, yasama ve denetim gücü ile gerekli önlemleri alacak, eğer, konu bir Anayasa değişikliğini intaç ederse, onu da yapacak, her şeyi yerli yerine oturtacaktır. Yukarıda ifade edilen, yargı ve icra gücünün, hiçbir şekilde parlamento ile, kendisini eşit tutması düşünülemez. Meclis, her gücün üstündedir.
Demokrasilerde, ülke şartlarının gerekli kıldığı, anayasal ve yasal değişiklikleri yapma yetkisi, sadece ve sadece parlamentoya / TBMM'ye aittir. Durum böyle iken, parlamento ve Milletvekillerine hücum etmek, onlara hakaret etmek, bizatihi, demokratik parlamenter rejimi tahrip etmektedir.
Seçilen milletvekillerinin içinde, bu göreve layık olmayanlar, yanlış hareket edenler; halkın temsilciliği görevini tam anlamıyla yerine getiremeyenler olabilir. Bu tür, münferit olayları Meclis'e mal etmek yerine, yanlış yapan milletvekillerini, eğer yapılan iş gerçekten yanlış ise, sadece, yanlış yapanları teşhir etmek doğrudur. Ancak, birçok insana haksız yere, kolayca çamur atılan toplumumuzda, bu konuda fevkalade dikkatli olmak gerekir.
Aslında, milletvekilliği, eğer, hakkı verilerek, layıkı veçhile yapılırsa, çok zor bir görevdir. Milletvekilleri, çok zor ve ağır rekabet içeren, yorucu, maddi açıdan, ağır ve tahripkar bir seçim kampanyasından geliyorlardır. Milletvekilleri seçildikten sonra, Meclis'te, Genel Kurul ve komisyonlarda sürekli çalışarak, yasalara ve ülke işlerine ve yönetimine katkıda bulunmak mecburiyetindedirler. Milletvekilleri, Meclis'te sadece parmak kaldıran, "evet veya hayır" diyen insanlar olmamalıdır. Bugün, ne yazık ki, Meclis'te yasaların ve kanunların yeterince incelenmeden ve irdelenmeden, geldikleri gibi, çıktıklarını müşahede ediyorum. Bu durumda, zaman zaman yanlış kanunların çıkmasına vesile oluyor. Örneğin; vergi reformu diye takdim edilip, çıkarılan yasanın, bir sene geçmeden ter yüz edilmesi gibi. Milletvekilleri, TBMM'ye gelen yasaları; ülkenin ve halkın menfaatleri doğrultusunda; inceleyerek ve gerekirse bürokratların hazırladığı, bu yasaları değiştirerek, optimal noktayı bulacaklardır. Çok yasa çıkaracağım, hızlı çalışacağım diye, bürokrasiye telim olmuş, bir Meclis bulunduğuna inanmak istemiyorum. Bu olmamalıdır.
Milletvekilleri bunu yaparken; kendisini seçen seçmenlerini, seçim bölgesini ve parti teşkilatlarını, delegeleri, ihmal etmeme mecburiyetindedirler.
Parlamentoda görev yaparken, milletvekilleri, fikir ve görüşlerini özgürce ve icabında, toplumdaki kurum ve kuruluşlarda, buralara girecek, halkın menfaatlerini, halka verilen hizmetleri denetleyeceklerdir. Milletvekili dokunulmazlığı, denilen bu sistem, dünyanın her yerinde vardır ve gereklidir. Eğer, milletvekili, ağır suç işler, hırsızlık, irtikap, görevini kötü kullanma gibi fiillerde bulunursa, Melis, kendi prosedürlerini harekete geçirecek ve parlamentoyu yıpratmadan, ilgiliyi, kanunun pençesine teslim edecektir. Bu işlemin, gene Meclis tarafından yapılması önemlidir. Asıl olan Meclis iradesidir.
milletvekilleri, bu ağır görevleri yaparken, tabiatıyla kendilerine belli, bir ücret verilecektir milletvekili bu para ile, siyasi masraflarını, kendisi karşılayacak, ulaşım vasıtaları ile, sık sık seçim bölgesine seyahat edecek, özel arabasına bakım yapacak ve benzin alacaktır. (milletvekillerine araba ve şoför tahsis edildiği yalandır.) Parti teşkilatlarının düzenlediği gece, kermes ve vs.'ye parasal katkıda bulunacak, sivil toplum örgütlerine, sosyal dernek ve kuruluşlara bağış yapacak, posta masraflarını cebinden ödeyecek, bunların dışında, eğer, parası kalırsa, ailesini, çocuklarını geçindirecek ve okutacaktır. Türkiye'de, tüm özel sektörlerde, özellikle, basında aylık ve yıllık ücretlerin oldukça, yüksek düzeyde olduğu düşünülürse, milletvekillerine verilen ücretin, bu ağır masraflara göre, fazla olmadığı görülecektir. Örneğin; basının diline doladığı, ancak, basın mensuplarının da, yemek yediği, TBMM-milletvekili lokantası dışarıya nazaran biraz ucuzdur. Ama, milletvekili eğer, tek başına yemek yerse ucuzdur da, milletvekili hemen hemen, her gün seçmenleri ile yemek yer, en az 10-15 kişilik yemek parası öderse, o zaman acaba ucuz mu olur?
Dünya parlamentolarında özellikle ABD, İngiltere ve Fransa'da, milletvekillerine verilen imkanlar, bizimkinin çok fevkindedir. Merak edenler gitsinler ve Meclis halkla ilişkiler binasında içine, 3 kişiden fazla, vatandaşın giremediği, küçük milletvekili odalarını görsünler. Demokrasinin beşiği İngiltere'de ve Amerika'da; milletvekillerinin danışmanları, sekretaryası vardır. Çalışma yerleri gerçekten, bizim ile, mukayese edilemeyecek düzeydedir. Ayrıca, parlamento tarafından milletvekillerine, kendi seçim bölgesinde bir ofis ve sekretarya kurmak imkanı da verilir.
Diğer taraftan, diğer meslek grupları için, orduevleri, hakim evleri, öğretmen evleri, vilayet evleri, polis evleri gibi, 5 yıldızlı otel standardında konuk evleri kurulurken, milletvekillerinin kalacakları parlamento evleri, yoktur veya yetersizdir.
Merak edenler, gitsinler, Ankara Çankaya'daki, İzmir Balçova'da yerleri görsünler. Milletvekilleri için, ne bir huzurevi, ne de dinlenme kampı vardır. Bu durum gerçekten acıdır.
Milletvekilliği sona erdiğinde, bu yüce görevi, dürüstçe, hakkını vererek yapanları ve ailelerini, kurda kuşa muhtaç etmemek, holdinglerin önünde dilendirmemek için, uygun bir emekli maaşı ve temsil ödeneği verilmesi, sağlık güvencesi sağlanması, gelişmiş ülke demokrasilerinde de mevcuttur. Hatta, daha fazla imkanlar verilmiştir. Bu çok görülmemelidir.
Şu husus yanlış olarak basın ve medya tarafından sürekli istismar edilmektedir. Bu da milletvekillerinin emeklilik statüsüdür. "Daha önce, hiçbir sosyal güvenlik kuruluşuna mensup olmayan bir milletvekili, 2 yıl parlamentoda bulunuyor ve emekli oluyor" aslında böyle bir uygulama yoktur, yalan söylenip, konu çarpıtılmaktadır. Eğer, bir şahıs, daha önce Emekli Sandığı dışında, başka bir sosyal güvenlik kuruluşuna mensup ise ve eğer emeklilik için gereken süre ve şartlar gerçekleşirse, milletvekili seçilirse, son çalıştığı yer, bir kamu kuruluşu olan TBMM olduğundan, diğer kamu mensuplarının emekli olduğu, Emekli Sandığı'ndan emekli olur.
Belli çevrelerin ve özellikle, medya ve basının, haksız ve yanlış değerlendirmeleri ile, kıyak emeklilik, fahiş milletvekili maaşı gibi, haksız ve yanlış iddialarla, parlamentoyu ve milletvekilliği müessesini tahrip etmeyi, demokrasimizin geleceği açısından, çok sakıncalı buluyorum. Bu konuda, TBMM Başkanı'nın, aldığı tavır ve gerçekleri ortaya koyan cesur ve samimi tutumu nedeni ile, kendisini kutluyorum.
Bu dönemde; TBMM Başkanı'na düşen en önemli görev; Meclis'in ve dolayısıyla milletvekillinin ve politikanın yıpranan itibarını geri kazandırmak ve 72 milyon içinde, zor şartlarda seçilerek, bu yüce göreve gelen 550 kişinin haklarını korkmadan, çekinmeden korumak, milletvekillerinin emeklilik statülerini ve esasen giderek azalan görev ve emekli maaşlarını, Anayasa'da yeniden düzenleyerek, bu konuda yapılan, iptal kararlarına son vermektir. Kendi rızası ile veya seçilemeyerek Meclis'ten ayrılan milletvekillerine, verilen temsil ödeneğinin, diğer meslek mensubu emeklilerine de, verilmesi ile, ilgili son yasayı yanlış buluyorum. Bu temsil ödeneği hakkı, sadece, milletvekillerine aittir. Seçilirken yaşadıkları meşakkatin ve yapılan, zor görevin karşılığıdır, başkalarına, bu hak tanınmamalıdır.
Yakinen biliyorum ve görüyorum ki; Türkiye'nin yaşam biçimini, laik, demokratik Cumhuriyet içinde, parlamenter rejim olarak benimsemiş olan Türk halkı; kendi temsilcilerine (milletvekillerine) layıkı veçhile çalışmaları için, bu yüce görevin önemine paralel, her türlü imkanı sağlamaya hazır bir sağduyuya sahiptir. Yeter ki, bu yüce görevin hakkını versinler, çok çalışsınlar ve tüm vatandaşlara örnek olsunlar, ülkeye, millete yararlı hizmetler yapsınlar.