Dikkatli, ihtiyatlı olmayanlar zorlanacak

Faruk Şüyün'ün bu haftaki konuğu; İlknur Özdemir

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

İlknur Özdemir, 20 yıldır hem yayın, hem çeviri dünyasının içinde... Michael Cunningham'ın "Saatler" romanının çevirisi, 2000 yılında Dünya Kitap Dergisi'nin "Yılın Çeviri Kitabı Ödülü"nü aldı; kendisi aynı derginin "Yılın En İyileri" jürisinde. Almanca ve İngilizceden çok sayıda çevirisi ve "Senin Öykün Hangisi" adlı bir hikâye kitabı var. Özdemir, geçtiğimiz günlerde, Kırmızı Kedi Yayınevi'nde danışman olarak göreve başladı. Onunla yaklaşan kitap fuarları arefesinde yayıncılık sektörünü, çeviri dünyasını konuşacağız... Sohbetimize, 6 Ekim'de başlayacak dünyada sektörün buluştuğu en büyük organizasyon olan Frankfurt Kitap Fuarı ile başlıyoruz...

"Kitap fuarları çok önemli, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de böyle. Ama gözlemlediğim bir şey var: Hem dışarıda hem bizde kitap fuarları yavaş yavaş küçülecek gibi geliyor bana. Örneğin Frankfurt Kitap Fuarı'nda randevular aylar öncesinden alınır, yani temmuz ayında herkes randevusunu tespit eder, herkesin takvimi, ajandası dolar. Bu sene öyle olmadı. Ben meselâ yeni bir yayınevindeyim, Kırmızı Kedi Yayınları'ndayım, buraya geçeli de daha üç-beş gün oldu, fuara üç-beş gün kala bana hâlâ boş vaktimiz var, çok görüşmek isteriz sizinle yeni yayıneviniz için, diye talepler geliyor. Demek ki fuarda, insanların çok boş zamanı olmaya başladı..."

Ama İstanbul Tüyap Kitap Fuarı için durum farklı... Her yıl katılımcı sayısı ve metrekaresi artıyor...

"Türkiye trendleri biraz arkadan takip ediyor. Mesela e-kitapçılıkta... Amerika'da 4-5 senedir bu iş var, bizde bu sene başladı. Bir dalga, yavaş yavaş geliyor. Tabii ki dileğim bizde fuarların küçülmemesi, devam etmesi, ama biraz da sanki böyle bir şey hisseder gibiyim. Çünkü, eskiden olduğu gibi değil, artık internet çağındayız ve her şeyi elektronik posta yoluyla, internet yoluyla halledebiliyoruz. Kataloglar gelirdi... Biliyorsunuz kilolarca kataloglar postadan çıkardı, artık herkes diyor ki kataloğumu sana internetten yolluyorum, aç bak ya da sitesinin adresini veriyor. Biraz bu yöne doğru kayıyoruz, biraz küçülecek gibi geliyor bana..."

Kadim bir okur-yazar olarak bu dijital çağda bir kitabı dokunmadan, karıştırmadan satın almaya nasıl bakıyorsunuz?

"Hiç, hiç sıcak bakmıyorum ona. Tabii ki ben kitaba dokunmalıyım, sayfalarını karıştırmalıyım ve kitabevine girip seyretmeliyim. Dokunmadan önce seyretmeliyim. Yani görsellik çok önemli, temas tabii çok çok önemli bir okur-yazar olarak dediğiniz gibi. Ama dünyanın da bir gidişi var ve biz de buna karşı çıkamıyoruz. Ve biz de gerek bir önceki yayınevimde (Turkuvaz Kitapçılık) gerek yenisinde e-kitaba girdik. Alıyoruz, veriyoruz. Ama çok şükür herkes e-kitaba kaymıyor, onu da görüyorum. Hakiki kitap okuru, kitabı daha çok çok uzun zaman tutmaya devam edecek..."

Umarım... Geçenlerde bu sayfada Kezban Akçalı ile konuştuk. O, şu mealde bir şeyler söyledi: "Frankfurt Fuarı'na son yıllarda kitaplara tam anlamıyla vakıf olmayan insanlar geliyor, eski kültür düzeyi yok." Siz ne dersiniz?

"Çok doğru, aynı saptamayı ben de yaptım. Çünkü fuar, biraz teknik bir kurum haline geldi artık. Gidiyorsunuz teklifinizi yapıyorsunuz veya katılan bir yayıneviyseniz, yazarlarınızı ve kitaplarınızı tanıtıyorsunuz, ama bilginiz sadece teknik düzeyde kalıyor. Yani tutup da bir klasik yazarı tartışmak ya da bir yazarın başka bir yazarla olan benzerliğini konuşmak gibi şeyler artık yok… Eskiden daha çok ahbaplık edilirdi, yani bunlar üzerinde konuşulurdu. Şimdi söylediğim gibi çok teknik oldu, herkes kitaplarını sıralıyor, ben teklifimi yapıyorum, alıyorum almıyorum... Biraz o düzeye geldi…"

Konusunda uzman, bilgili çalışanlara ihtiyaç kalmadı mı?

"Biraz öyle galiba. O insanlar, yayınevlerinde çalışmayı tercih ediyorlar... Fuarlar, özellikle yurtdışındakiler, ahbaplıkları tazeleme, kendini unutturmama bâbında, bu amaçla gidilen etkinlikler haline geldi. Çünkü, dediğim gibi her şey internet üzerinden elimizde. Gidiyoruz, ahbaplar var... 10 senedir, 15 senedir görüştüğünüz insanlar, aynı insanlar. Onlarla sohbet ediyorsunuz, bir bağ doğmuş, o devam ediyor, biraz o yöne geldi fuarlar.

Tüyap'ta ise tam tersine, dediğiniz gibi bir genişleme var. Meselâ bu sene yabancı ajanslar da gelecek, 7-8 tane yabancı ajans... Benim de çalıştıklarım var aralarında... Birkaç yeni yabancı yayınevi gelecek... Biraz yavaş ilerliyor Tüyap'ın bu yöndeki çalışmaları. Yıllardır biraz biraz başladı, ama çok fazla da açılamadı yanılmıyorsam, yani uluslararası bir fuar olması daha yavaş ilerledi.

Tüyap'ın okur için bir dezavantajı uzaklığı. Ulaşım zorluğu hepimizi kısıtlıyor, ama kitaplar çoğalıyor."

Sektör, durgun bir dönem geçirdi son aylarda... Sizin değerlendirmelerinizi alabilir miyim?

"Şubat'tan beri gerileme var sektörde. Onu da söylemek lâzım. Hepimiz, büyük olsun küçük olsun bütün yayınevleri etkilendi. Baskı sayılarını azalttık, yeni eleman almadık. Ayrılanın yerine de almadık. Bir süre bütün yayınevleri bu tempoya girdi. Neden olduğunu bilmiyorum, ekonomik krizin dalgası galiba yayınevlerini daha geç vurdu. Biliyorsunuz ekonomik kriz Kasım gibi başlamıştı dünyada, bizde daha geç vurdu, yani biz Şubat'a kadar iyi gittik, şubat- mart ve marttan sonra da bir gerileme oldu. Herkes programını daralttı, elindeki kitapları uzun döneme yaydı, bir şekilde atlatmaya çalıştı. Satışlar düştü, cirolar düştü. Kitap ekonomik durgunluktan çok çabuk etkilenen bir şey, ama aştık bunu. Şimdi, Eylül'le birlikte bu aşılıyor, onu görüyoruz."

Romana, edebiyata olan ilgi de biraz başka yönlere kaymaya başladı galiba...

"İşte bir ara çizgiromanlara kaydı. Türkiye'de de herkes çizgiroman yaptı deliler gibi, inanılmaz, sonunda ne oldu? İlgi azaldı. Biyografiler, yaşanmış olaylar, siyasal biyografiler veyahut da monografiler, bunlar çok ilgi çekmeye başladı. Yani roman ve edebiyat biraz olduğu yerde durdu diyeyim, geriledi demek istemiyorum. Yaşanmış olaylar özellikle ya da ‘Secret' gibi, biliyorsunuz ya da Paulo Coelho'nun kitapları gibi insanlara hayatlarını nasıl daha iyi, daha güzel, daha mutlu ve daha varlıklı geçirebileceklerine yönelik ümitler veren kitaplar öne çıktı."

Modern Dale Carnegie'ler!..

"Aynen öyle oldu. İnsanlar birbirinin benzeri bu tür kitapları her seferinde yeni bir şey keşfetmek dileğiyle alıyorlar, ama hep aynı şeyler yazıyor, bildiğimiz şeyler yazıyor işin tuhafı da. Ama bu da yaşanacak ve geçecek diye düşünüyorum. Edebiyat hiçbir zaman yerini kaybetmeyecek. Edebiyat edebiyattır. Meselâ benim bir-iki hafta önce yayınlanan bir çevirim var. Bir klasik, Amerikan klasiği, 1905 yılında yazılmış, Edith Wharton'ın ‘Keyif Evi.' İlk defa çıktı Türkçe'de, 105 yıl sonra yazıldığından. Çevirirken o kadar büyük bir keyif aldım ki, işte dedim tam edebiyat bu. Edebiyat, ama nasıl bir edebiyat, insanı anlatan bir edebiyat, bence has edebiyat da bu. Edebiyat, insanı anlatmalı."

İçinde insan olması şart.

"Aynen öyle insan ruhunu irdelemesi şart. Tabii şimdi gençliği meşgul eden o kadar çok şey var ki, kitaba hakikaten az zaman ayırıyorlar, geziyorlar tozuyorlar, sineması, eğlencesi, konseri derken…

Ama son iki seneden beri edebiyata, klasiklere tekrar bir dönüş var. Klasikler yeniden canlanıyor. Türkiye'de de öyle, aynı klasik kitabı 3-4 yayınevi basıyor, hepsi de satıyor.

Bir de herkes her şeyi yazıyor ve o, bir kitap oluyor. Ben, bundan da çok rahatsızım. Yani şurada sizinle oturuyoruz, bir çay-kahve içiyoruz, etrafta üç kişi görüyorum, eve dönüyorum ve oturuyorum bir roman yazmaya başlıyorum, böyle bir şey olamaz. Ama özellikle bazı ülkelerde; mesela Fransız kitaplarında, İtalyan kitaplarında, Amerika'da bunu çok görüyorum. Yani o kadar biribirine benzeyen konular, yani isimleri değiştirin, kitap aynı kitap. Bir insanın bir günlük yaşantısından yola çıkarak yazdığı ve 24 saat içinde olup biten... Böyle romanlar gerçek edebiyatta da var, ama çok daha farklı şeyler. Herkes her şeyi kitap yapıyor, her şey roman oluyor. Dolayısıyla birbirine benzeyen onlarca, yüzlerce kitap çıkıyor karşımıza. Bu da beni rahatsız eden şeylerden biri. Emek sarfetmeden roman yazılıyor."

Emek sarf etmeden çeviri de yapılıyor, isterseniz buradan çeviriye geçelim.

"Evet, çeviriye geçelim. Bu, benim derdim, ben çevirmenim. Çok müşkülpesent bir çevirmenim. Çok titizlikle yapmak istiyorum yaptığım her şeyi, fakat hep şunu söylüyorum: Bir dili bilmekten ziyade, Türkçeyi bilmek çok önemlidir çeviride. Yani Türkçeniz bozuksa ister doğma büyüme Amerika'da yaşayın 40 yaşına kadar, mümkün değil. Bir bu önemli...

İkincisi çevirmende biraz da olsa bir yazarlık kumaşı olması gerek, yani kalem tutan dediğimiz türden olması lâzım çevirmenin. Her dil bilen kendine güvenip çeviri yapmaya kalkınca gerçekten ortaya kötü, bozuk Türkçe ile yapılmış, okuduğunu anlamadan gerçekleştirilmiş çeviriler çıkıyor. Halbuki biz bir yazarı okuduğumuz zaman aa ne kadar güzel bir kitap yazmış diyoruz. Asla ve asla aman ne güzel çevrilmiş demiyoruz ya da çok az diyoruz bunu. Dolayısıyla biz yazarı tanıdığımızı zannediyoruz o kitapla.

Çevirirken yazarın derdini anlayacaksınız, dilini anlayacaksınız, mesajını ve üslûbunu anlayacaksınız. Eğer siz üslûbunu anlayamadıysanız yazarın, ortaya Türkçe'de yazılmış başka bir kitap çıkar. Onun için bir yazarı ben hep aynı çevirmenin, eğer güzel çevirdiyse tabii, çevirmesinde yarar görüyorum."

Çeviri ya da telif kitaplarla ilgili sorunlardan biri de yayınevlerinin editörlük kurumlarının doğru çalışmadığı, olmadığı diyeceğim ama, çalışmadığı diyelim... Özen gösterilmiyor yeterince; yazarı, çevirmeni denetleyecek insanlar istihdam edilmiyor. Peki, gelelim yeni yayınevine, Kırmızı Kedi'ye... Orada neler yapılacak?

"Kırmızı Kedi'de benim katılmamla birlikte edebiyat ağırlık kazanacak. İnci Aral bize geçti. İlk defa size söylüyorum, basına açıklamadık daha önce. İnci Aral ile çalışacağız. Biz iyi bir ekip oluşturduk. İnci Hanım da benimle çok çalışmak istediği için teklifimizi kabul etti. Bundan sonraki kitapları bizimle olacak.  Başka sürprizlerimiz de var. Türk yazarlardan, yabancı yazarlardan, edebiyat tarafını biraz zenginleştireceğiz.

Haluk Hepkon'un da edebiyat dışı, inceleme araştırma konularında, ezoterizm, askeri stratejiler, bu konularda hakikaten zevki ve bilgisi var. O da o tür kitapları araştırıyor, böyle bir paylaşım yaptık, ortaklaşa götüreceğiz bu işi. Kırmızı Kedi'de bir yıl içinde 50 kitap hedefledik. Bu, çok iyi bir rakam."

Kitap fuarına katılıyor musunuz?

"Hem Tüyap'a katılıyoruz, hem Frankfurt'ta araştırma yapacağız. Bayağı hızlı girdik, iki yıl içinde en büyük on yayınevinden biri olmayı hedefliyoruz..."

Peki sektörün yarınlarını nasıl görüyorsunuz?

"Valla sektör biraz daralacak diye düşünüyorum ben. Yani dikkatli ve ihtiyatlı olmayanlar, doğru kitapları seçmeyenler, iyi ve kaliteli kitap yapmayanlar biraz zorlanacak. Bu arada büyükler, kurumsal yayınevleri konusunda ne olacağını hakikaten bilemiyorum. İşte Doğan Kitap var, Yapı Kredi var, İş Bankası var, Turkuvaz var,  NTV var. Onlar, başka bir kulvardalar. Onların ne yapacağını ben hakikaten kestiremiyorum, bilemiyorum. Ama şahıs yayınevlerinin, daha küçük yayınevlerinin şansının daha çok olduğunu düşünüyorum."

Türkiye, butik yayıncılık açısından gerçekten de şanslı...

"Evet, batı'da biliyorsunuz yayınevleri birleşiyor, meselâ bir çatı altında on, on beş tane büyük yayınevi oluyor. Bizdeyse küçükler daha güçlü. Şöyle bakarsak sektöre, şahıs yayınevleri gerçekten çok iyi işler yapıyorlar. Kurumsal olanlarda tabii biraz büyüklüğün getirdiği hantallık var, daha bürokrasi var. Tabii sermayeyi daha fazla kullanabildikleri için şansları var, ama yayıncılık biraz da gönül işi. Ben hep onu söylerim, çok severek yapmak lâzım bu işi, yani gönlünü koymak lâzım. Bu da daha küçük yayınevlerinde daha kolay oluyor galiba."

"Editöre güven duygusu henüz çok fazla gelişmedi"

"Ben yayıncılığa ilk başladığım zamanlarda ki çok da eskiye dayanmıyor aslında, 20 yıl, iyi bir çevirmenden bir kitap geldiyse hiçbir editörlük, nerdeyse düzelti yapılmadan hemen baskıya giderdi o kitap. Neden, iyi çevirmen, bir şey yoktur onda! Şimdi öyle değil, ben kendi çevirimi dahi editör arkadaşlarıma veriyorum, okutuyorum ve gerekirse düzeltin diyorum.

Bunları yapan yayınevleri var, ancak büyük yayınevleri bu masrafı kaldırabiliyor, diğer yayınevleri, pek çoğu dışarıdan parça başı editörlük yaptırıyorlar. Editör iyi olsa dahi, kısa zamanda  çok iş yapmak derdine düştüğü için, tabii haklı olarak para kazanacak, biraz hızlı çalışmalar olabiliyor. Herkes için demiyorum, ama böyle yapanlar var mecburen. Dolayısıyla ortaya o zaman biraz eksiklik çıkıyor. Yayınevi bünyesindeki editörler, tabii en iyisi o, belirli bir maaş ile çalıştığı için işini iyi yapmak durumunda, acelesi yok. Ama şu da var, yazarlarda editöre güven duygusu henüz çok fazla gelişmedi."

Pek çoğu kitabına dokundurmak istemiyor.

"Ama ben şanslıyım, şimdiye kadar çalıştığım bütün yazarlarla..."

Müdahale ediyorsunuz değil mi?

"Müdahale demeyeyim, tabii müdahale gerekirse edilir, ama ben daha ziyade düşüncelerimi, önerilerimi söylüyorum. Benim açımdan nasıl olması daha iyi olur türünde öneriler mutlaka getiriyorum. Örneğin İnci Aral'la biz bu bakımdan çok iyi çalıştık. Editörün dediklerini dinleyen bir yazardır İnci Hanım, diğer yazarlarım da öyle. Ben şanslıyım, ama hiç karıştırtmayanlar da var, ama sonuçları da görüyoruz. Bazen bunu hiçbir editör okumadı mı dedirten türde kitaplar çıkıyor. Çok yavaş yerleşiyor bizde editöre güven müessesesi, ama zamanla olacak, nasıl dışarıda oluyorsa burada da olacak."

"2 sene içinde e-kitap satışları artacak"

e-kitaptan biraz daha bahsedelim...

"Ben e-kitaba inanıyorum başından beri. Çok fazla bir şey şimdilik beklemiyoruz. e-kitabın bir yararı şu olacak: Anadolu'da biliyorsunuz herkes kitaba ulaşamıyor, yani İstanbul, Ankara, İzmir değil her yer. Burada bile ulaşamıyorlar, bizi arıyorlar. Anadolu'da ulaşılamayan yerlerde, e kitap biliyorsunuz sadece bir aletten okunmuyor, bilgisayardan da okunuyor, bilgisayarı olan herkes, daha düşük bir ücrete, kitap 10 liraysa e-kitabı 7 liraya alarak ulaşacak ve okuyacak. En azından kitabın tanınırlığı, yazarın tanınırlığı artacak. Şimdilik biraz yavaş gidecek, ama ben eminim ki iki sene içinde…"

Amazon'da geçmiş normal kitap satışlarını…

"Amazon'daki e-kitap satışlarındaki yüzde artış olarak, normal basılı kitaptan daha fazla. Yüzde 70'in üstündeydi ilk altı ayda. Burada henüz değil tabii, yüzde 7'si, 8'i oran olarak alırsak, ama iki yıl içinde ben bunun artacağını düşünüyorum."