Dinimizin anlaşılabilirliği
Hıdır Orhan TOKER / Bankacı
Geçtiğimiz günlerde, Atatürk'ten beri hiç kimsenin el atmadığı bu konuya ilk defa Sayın Başbakanımız hem de büyük bir cesaretle yaklaşarak mealen reformun dinde değil, dinin anlaşılır hale getirilmesi gereğine işaret ederek Diyanet İşleri Başkanlığı'na yeni bir hedef göstermiş oldular. Bu cesur yaklaşım, bazı çevrelerde nasıl gürültü koparmadı anlayamadık. Böyle bir yaklaşımla gerçekten Atatürk'ün 'Bir millet kendi dilinde ibadet etmelidir' fikrine geri dönülmüştür. Böyle ise Başbakan'a bravo! Gerçekleşirse, Cumhuriyet'in timelini güçlendiren bir ihtilal sayılmalıdır. Dini tarafının ağır bastığı genel bir kanaat olarak bilinen Sayın Başbakanımız'ın attığı bu adım gerçekten övgüye değerdir.
Makalemizin başlığının temeli, dinimizin neşet ettiği Kuran-ı Kerim'de defalarca belirtilmiş olmasına rağmen yüz yıllardır bu konuya el atan olmamış. Ta ki Atatürk'e kadar. Bu işe o büyük insanın da ömrü vefa etmedi. İnşallah Sayın Başbakan'ın çaldığı maya tutar.
Yanlış anlaşılmış olmamak için, bu satırların yazarının evinde beş vakit namaz kılınan ve Kur'an okunan, dini gereklerin hepsinin yerine getirildiği, evin reisinin Cumhuriyet döneminin öğretmeni olduğu bir aile içine doğmuş, sekiz yaşında köyün imamından kuran dersi alarak iki defa hatim indirmiş bir kimse olduğumu belirtmeliyim. Sonradan kader beni TED Ankara Koleji, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi, Beirut Amerikan Üniversitesi sıralarına atmış ve mesleki ömrümün 25 yılını USA, Bahrain, Berlin, Amsterdam gibi merkezlerde geçirmiş ve içinde bulunduğum toplumların dinleri ve sosyal yaşantılarını fırsat buldukça bizimkilerle karşılaştırmış bir kimse olarak Büyük Atatürk'ün açtığı çığır ve Sayın Başbakan'ın yeni girişimi hakkında kanaat serdetmekte kendimi haklı görecek bir birikime sahip olduğumu zannederek bu konuda iki kelam etme sorumluluğunu hissettim.
Yukarıda değinilen gerek Atatürk'ün gerekse Sayın Başbakan'ın din dilinin anlaşılabilirliği bizzat Kuran-ı Kerim'in metninde tam 10 defa tekrarlanarak "Biz onu sana aklınızı çalıştırasınız diye Arapça bir Kur'an olarak indirdik" veciz ifadesiyle dinin anlaşılırlığına işaret edilmiştir (Yusuf Suresi-2. ayet). Aynı şey Ra'd Suresi 37, Nahl Suresi 103, Taha Suresi Suresi 3, Zuhruf Suresi'nin 3 ayetlerinde de, açık seçik "Biz onu akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur'an yaptık" denilmektedir. Daha ne densin! Hakikaten daha ne densin! Hazreti Muhammed şimdi ülkemize gelse ve bizdeki din uygulamalarını görse hiç şüphesiz "A be geri zekalılar, Kur'anı Kerim ne demiş, siz hâlâ ne yapıyorsunuz" demezmiydi?
Anlamadığı bir dil ile küçücük çocuklarımıza, öne arkaya veya ileri geri sallanarak bir papagan gibi Kur'anı Kerim okutmanın ne alemi var söylermisiniz!?
Kutsal kitabımızın bize öğrettikleri karşısında biz hâlâ Kur'an kurslarına giden çocukların yaşı ve psikolojileri ile uğraşıyoruz. Dua edelim ki çocuklarımız, geleneklerimiz ve göreneklerimizin tesirinde bugünkü Kur'an kursları işkencelerine isyan etmiyorlar. Yoksa "Geri zekalılığın bu kadarı olmaz" deyip kutsal kitabını öpüp başına koyarak kalkıp evine gider. Arapçası diyelim Ahzab Suresi'nin falanca ayetinden bahsediyor, bizim çocuğumuz öne arkaya sallanıp anlamadan ve huşu içinde metni okuyor. Ne kadar boş bir gayret değilmi! Adeta bir angarya. Bu kadar gayret, o kadar sabır ama sıfıra sıfır elde var sıfır. Çocukluğumda başımdan geçtiği için bunları yazıyorum, laf olsun diye değil!
Bir kanun çıkarmışız Kur'an kurslarına giden çocuklarımızın yaşları şundan az olamaz diye. Bu kanunu kim Meclis'e getirmiş, niye getirmiş, mecliste hiçbir Allah'ın kulu çıkıp "A dostlar bu işi yokuşa süreceğinize, Diyanet İşleri Başkanlığı'na kanunla bir görev verseniz de Kur'an kurslarında okutulacak surelerin bir seçimini yapsalar ve bu sureler basit ve anlaşılır ve de yoruma bile muhtaç olmayan Türkçe metinle çocuklarımıza okutulsa, fenamı olur" dememiş. Deseydi, yaşın falan bu kadar önemi kalmazdı. Çünkü bilmediği ve ne demek istediğini anlamadığı bir dille çocuğa dinini öğretiyorum diye işkence yapılmaz.
Yukarıdaki paragrafta "Seçim" dedik zira kutsal kitabımız, zamanının borçlar hukuku, ticaret hukuku, mali ve vergi düzenlemelerine dair bugün geçerliliği olmayan hükümleri de ihtiva etmektedir ve bunların çocuklara öğretilmesinin bir faydası yoktur. Seçimi yapılacak sureler dini ve ahlaki olanları olmalıdır. Tıpkı bir din dersi gibi. Biz bunları okullarımızda da öğretiriz derseniz o zaman Kur'an kurslarına da lüzum kalmaz. Ama samimiyet ve iyi niyetle kendi dilimizde ögretin! Tabii amaç bağcı dövmek değil üzüm yemekse.
Bu istikamette düşünürsek, Prof. Yaşar Nuri Öztürk'e Kur'an meali için ne kadar teşekkür etsek azdır. Açık ve anlaşılır bir eser koymuş ortaya. Yok efendim "Kur'anın bir harfinde şunca mana vardır, tercümesi yapılamaz..." türünden safsataları ortadan kaldırmıştır. Ne bir parantez, ne bir Arapça dip not ne bir yorum. Herhalde kendisine sevabı büyük olmuştur.
İnşallah, Sayın Başbakanımız da dinin anlaşılabilirliği kavramı ile üç aşağı beş yukarı bunları kasdetmiştir. Gerçekten bu husus artık ertelenemeyecek bir hal almıştır.
Saygılarımızla.