Doğu ve Güneydoğu’da yatırım yapma riski paylaşılmalı
Remzi DURMAZ / Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkan Yardımcısı
Sanayi devrimi tarihini incelediğimizde ve sanayi devrimi başlatan ülkelere veya günümüzde sanayileşmiş ülkelere baktığımızda iki temel unsur karşımıza çıkmaktadır. Birincisi; Devlet destekleri olmadan sanayileşme mümkün değildir. Diğer bir deyişle, devletin en az yatırımcı kadar risk almasıdır.Türkiye’de daha iyi ve uygulanabilir olabilir olmasını dilesek bile sonuçta devlet destekleri vardır. Ancak, bu desteklerin uygulamasında devlet risk almıyor ya da alamıyor. Bu
nedenle bir şekilde devlet tüm riski yatırımcıya yüklüyor.
Bunun ispatı için yatırım ve işletme kredi oranlarına bakmamız yeterli olur diye düşünüyorum. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yatırımcıdan veya girişimcilerden istenilen teminatlar bazen mantığımızı da zorlayan bir hal alıyor.
Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOSGEB), Kredi Garanti Fonu (KGF) gibi kurumlara hiç değinmeyeceğim. İsteyenlerin bu konuda sadece istatistiklere bakmaları yeterli olacaktır. Buradaki asıl sorun bazı kurum yöneticilerinin risk alamaması değil, devletin yatırımcı kadar risk almamasıdır. Türkiye’de bulunan toplam banka şubelerinin sadece yüzde 4’ü Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bulunuyor. Türkiye’de faaliyet gösteren
45 bankanın sadece 16’sının şubeleri Diyarbakır’da faaliyet gösteriyor. Yatırım Teşvik Belgeleri de kamu yatırımları ile paralellik göstererek yüzde 5-7 arasında değişiyor. Ancak, İstanbul tek başına GSYİH’da ülkenin 3’te birine sahip. Bu noktada somut bir sorunun da cevabını aramamız gerekiyor. Devletin, büyük yatırımları ve markaların Diyarbakır veya diğer bölge illerine çekilmesi için hangi somut destekleri var? Bunun cevabını çok dolambaçlı yollardan teşvik mevzuatında düşük çaplarda bulabiliriz. Ama gerçekleşen somut bir örnekte yok. İkincisi; ticaretin ve bireylerin hürriyetidir. Bu olgu müteşebbis ruhların harekete geçmesini sağlayan gizli bir enerji gibidir. Sanayileşmede bireylerin bu hareketliliği her şeyi değiştirmek zorunda bırakmıştır.
Mesela, ülkelerin eğitim sistemini değiştiren güç budur. Mevcut eğitim sistemi ile açılım sağlayamayan birey, sistemi zorlamaktadır. Bu durum gelişmeyi sağlayacak eğitim modellerine geçmeyi sağlamıştır. Sadece müşteri isteklerini yerine getirmek sanayi gelişimini sağlamaya artık yetmemektedir.
Müşteri isteklerini yönlendirmek için demokratik bir ortamın içinde hür ve özgür düşünen bireylerin olması gerekiyor. Ar-Ge ile inovasyon projelerinde neden yetersiz ve başarısız olduğumuzun cevabını biraz da buralarda aramamız gerekiyor.
Türkiye’de Ar-Ge ve İnovasyon programlarını destekleyen TÜBİTAK, KOSGEB,Sanayi Bakanlığı(SANTEZ) gibi kurumların istatistiklerine baktığımızda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden giden projeler yok gibi.. Giden projelerden de desteklenen proje sadece bir avuç akademisyenin çalışmasıdır.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan çıkarak ulusal marka değeri olan ürünümüz de yok. bölgesel yerel markalarımızın da katma değeri düşük. Amerika ve İngiltere gibi Ar-Ge ve İnovasyon çalışmalarında çok ileride olan ülkelerin başarıları, oluşturdukları demokratik ortamda ve bireylerin özgürlüğünde yatıyor.
Bu da devletin bu noktadaki iradesi ve direnci ile mümkün olur. Bu temel unsurlar halen tüm gereklilikleri ile orta duruyor.Bilginin bu kadar özgür dolaştığı bir ortamda demokratikleşme dışında bir alternatif kalmadığını artık görmemiz lazım. Netice olarak, demokratikleşmemizin zamanı gelmiştir diyemiyorum çünkü geç kaldığımız ortadadır.