Enerji verimli bir kentsel dönüşüm olamaz mı?
İhsan KAVŞAT / Makina Y.Mühendisi DPT Emekli Uzmanı
Van depremi sonrası kentsel dönüşüm tekrar gündeme geldi. Aslında bu konu ciddi biçimde 1999 depreminden sonra İstanbul için ele alınmıştı. Her büyük, küçük depremden sonra görsel medyada konu uzmanları bu sorunu korkutucu bir şekilde hatırlatmışlar ve özellikle İstanbul halkına kâbuslu günler yaşatmışlardı. İstanbul'un depreme hazırlanması için ortaya konulan bazı kentsel dönüşüm çalışmaları ise maalesef bilinç ve mevzuat yetersizliği sonucu bugüne kadar başarıya ulaşamadı. Van depremi sonrası çürük yapıların bir yurt sorunu olduğu gerçeği karşısında dönüşümün İstanbul ve Van ile sınırlı kalmayıp yurt geneline yaygınlaştırılması gerektiği anlaşıldı. Halen bildiğimiz kadarıyla Şehircilik ve Çevre Bakanlığı tarafından bir proje çalışması yürütülmektedir. Projenin 400 milyar liralık bir harcamayı bulacağı söylenmektedir. Uygulaması zaman alacak ve yüksek bir maliyete sahip böyle bir proje nedeniyle de olsa konunun öneminin kavranmış olması iyi bir başlangıçtır.
Kentsel dönüşüm projesi sadece depreme dayanıklı yapıları öngörmemelidir. Yapıların enerji verimli olmasına ve verimlilik yoluyla azaltılmış enerji ihtiyacını da özellikle güneşten yararlanarak karşılanması düşünülmelidir. İlave bir maliyet getirmeden böylece bir taşla bir kaç kuş vurulmuş olacaktır. Enerjide ithalata bağımlılığımız önemli ölçüde düşürülecek, çok daha az enerji kullanılarak yapıların yaşamı boyunca ısıtılması, soğutulması, havalandırılması, aydınlatılması sağlanacaktır. İnsanlığı tehdit eden iklim değişikliğinde başrol oyuncusu sera gazının salımı da önemli ölçüde azaltılmış olacaktır.
Ülkemizin enerji açısından büyük ölçüde dışa bağımlı olduğu bilinmektedir. Oysa başta elektrik olmak üzere enerji bir ülkenin gelişmesinde en temel girdidir. Elektrik enerjisinin ise bizim için ayrıca yaşamsal bir önemi de vardır. Kısa süreli elektrik kesilmesinde bile neredeyse hayatın durduğu özellikle büyük kentleri bir düşünelim.. Bir de bunun şehir ölçeğinde ve uzun süreli olduğunu var sayarsak... İşte hayat gerçek anlamda o zaman duracaktır. Günümüzde özellikle büyük şehirlerde yaşayanlar için elektrik, hava ve su kadar gerekli duruma gelmiştir. Tükettiğimiz elektriğin yarısına yakını (%45) santrallerde ithal doğal gaz kullanılarak elde edilmektedir. Bu miktar her geçen gün de artmaktadır.
TC Kalkınma Bakanlığı tarafından yayınlanan 2012 Programı'nda; "Fosil yakıtlar bakımından linyit hariç zengin rezervlere sahip olmayan Türkiye'de, 2008 yılından bu tarafa birincil enerji tüketiminde en büyük pay doğal gaz kaynağına aittir. Doğal gaz tüketimi 2009 yılında 2008'e göre düşmüş, ancak 2010 yılında tekrar yükselerek ekonomik daralma öncesindeki seviyeleri aşmıştır. 2010 yılında 37.5 milyar metreküp olan Türkiye doğal gaz tüketiminin 2011 yılında 41,6 milyar metreküp olarak gerçekleşeceği tahmin edilmektedir. Tüketimin yüzde 56'sının elektrik üretiminde, yüzde 21'inin konutlarda, yüzde 20'sinin ise sanayi sektöründe gerçekleşeceği öngörülmektedir.
Yerli üretimi düşük seviyelerde seyreden ve büyük oranda ithal edilen doğal gaz kaynağına bu ölçüde bağımlı olunması, önemli bir arz güvenliği riski oluşturmaktadır. Ülkede tüketilen petrolün de büyük ölçüde ithal bir kaynak olması, Türkiye'yi birincil enerji kaynakları açısından bağımlı bir ülke haline getirmektedir" denilmektedir.
Bir ülkenin enerji bakımından diğer ülkelere bağlı olması bir nevi o ülkelere teslimiyet anlamına gelmektedir. 2011 yılı sonunda cari açığın 72 ve birincil enerji ithalatının 50 milyar dolara ulaşması beklenirken bu bağımlılığın en kısa sürede giderilmesi gerekmektedir.
Ekonomistlerin sık sık dile getirdiğine göre 2012 de AB'deki ekonomik krizin yaratacağı sarsıntı dalgalarının giderek artan şiddette ülkemizi de vurmaya başlayacağı söyleniyor. Şimdiye kadar büyük ölçüde AB menşeli kaynaklarla finanse edilen cari açığın sürdürülmesinin de zorlaşacağı tahmin ediliyor. Dolayısıyla cari açığın giderilmesi öncelikli bir hedef olmaktadır. Hükümet de bu önceliği kabul etmekte ve çeşitli tedbirlerle bu açığın kapatılmasına çalışmaktadır. Özellikle yeni pazarlar bulup geliştirerek ihracatın gerilemesini önlemeye gayret edilmektedir. Diğer taraftan kur artışı sonucu iç tüketime yönelik ithalat frenlenmektedir. Ancak, bu büyümeyi yavaşlatacak, üretimi, ticareti ve istihdamı azaltacak, enflasyonu artırarak ülkede geçim sıkıntısını daha yüksek boyutlara çıkaracaktır. Çözüm ithal ikamesi ve verimlilikten geçmektedir. Bir başka ifadeyle ihtiyaçları olabildiğince iç kaynaklardan ve çok daha az enerji harcayarak karşılamamız gerekiyor.
Bu mümkün mü? Evet…
İthal ikamesi ve verimlilikte enerji alanında yapılacak çok iş bulunmaktadır. Nitekim enerjinin verimli kullanılması ve elektrik üretiminde rüzgâr, güneş, hidrolik ve termal kaynaklar gibi yerli ve temiz enerjinin ikamesi yoluyla sağlanabilir. Enerjinin verimli kullanılması ve yapıların kullanım ömrü boyunca temiz enerji kaynaklarının tercihi konusu inşaat sektörünü yakından ilgilendirmektedir. Enerji boyutunda bakıldığında yapıların tüketimdeki payı yaklaşık %35-40 civarındadır. Yapılarda enerji verimliliği olarak son dönemde düzenlenen mevzuat çerçevesinde bir hayli yol alınmış olmakla beraber gerek mevzuat ve gerekse uygulama istenilen seviyede değildir.
Örneğin, yalnız yalıtım açısından bakıldığında geçerli standarda göre mevcut yapı stokunun 10 yılda yalıtımının tamamlanması halinde enerji tüketiminde sağlanacak tasarrufun 30 milyar dolara ulaşacağı hesaplanmaktadır. Yapı stokunda bir değişme olmaması halinde bile bu tasarrufun daha sonraki yıllarda 5 milyar dolar olarak devam edeceği görülmektedir. Bu durum tasarruf alanında alınacak çok yol olduğunu göstermektedir. Ayrıca hesaplamada kullanılan mevcut standardın ölçütleri gelişmiş ülkelere kıyasla oldukça düşüktür. ABD ve AB ülkelerinde ise standart değerleri giderek yükseltilmekte ve neredeyse ülkemizde öngörülenin 1/8'i kadar enerji ile ısıtmayı sağlayan süper yalıtım yapısına sahip (15 kwh/yıl-m2) sıfır enerjili binalara ağırlık verilmektedir.
Önemli bir kazancın sağlanacağı bu alanda standardın ölçütleri mutlaka yükseltilmelidir. Mevcut ve yeni yapılarda standarda göre yalıtım teşvik edilmelidir. Zira yapılarda yalıtımın yaygınlaştırılması petrolün ithalatını azaltacağından ciddi döviz kazancı sağlarken, üretim ve istihdamı da olumlu etkileyecektir. Halen yalıtım için bazı zorlayıcı düzenlemeler olmakla beraber gelişmiş ülkelerde örneğini bolca gördüğümüz özendirici teşvik ve destekler bu alanda anlaşılmaz bir biçimde esirgenmektedir.
Sonuç olarak; Van depremi sonrası ülke genelinde yapıların depreme dayanıklılığını esas alan kentsel dönüşüm çalışmaları yapılarda enerji verimliliğini gelişmiş ülke standartlarına uygun bir biçimde gerçekleştirecek düzenlemeleri de içermelidir. Bunun için daha imar çalışmaları sırasında konu ele alınmalıdır. Örneğin; yol akslarının doğu-batı ve kuzey-güney yönünde düzenlenmesinden başlayarak, yapıların geniş cephelerinin güneye bakar olmasını ve birbirini gölgelendirmeyecek yükseklik ve ara mesafeler sahip olacak şekilde parselasyonun yapılmasına kadar ayrıntılara dikkat edilmesi gerekecektir. Yapı tasarımlarında ise doğru konumlandırma, yeterli yalıtım, sızdırmazlık, yeterli havalandırma, doğal aydınlatma, güneşten azami yararlanma, kanserojen radon gazından korunma vs gibi uzmanlık gerektiren çalışmalar yapılmalıdır. Bazıları bu tasarım yaklaşımına çevreyi ve insan sağlığını da ön plana alan Enerji Mimarlığı adını vermektedir. Gelişmiş ülkelerde "pasif evler", "sıfır enerjili binalar" adıyla yaygın uygulama olmasına rağmen ülkemizde henüz bilinmeyen bu tasarım yaklaşımı yakın zamanda yapı piyasasında başlıca rekabet unsuru olacaktır.