Esas sorun Kuzey Irak
Burak KÜNTAY / Bahçeşehir Ünv. Amerikan Arş. Mrk. Bşk. & FFD Kıdemli Analisti
Geçtiğimiz ay içerisinde Türk-Amerikan ilişkilerini masaya yatıran iki önemli toplantıya katıldım. Bunlardan ilki Bahçeşehir Üniversitesi bünyesinde düzenlenen Global Liderlik Forumu'ydu. ABD eski Savunma Bakan Yardımcısı Richard Perle, Temsilciler Meclisi Üyesi Jean Schmidt, Ortadoğu Enstitüsü Başkanı Büyükelçi Wendy Chamberlain, RAND Corperation Başkan Yardımcıları David Aaron ve Stephen Larrabee, Citi Grup Başkan Yardımcısı Rick Charles Johnston, Newsweek'in ünlü yazarı Michael Isikoff ve Amerikan Diplomat Akademisi Başkanı Büyükelçi Ronald Neumann gibi birçok önemli isim bu konferansa konuşmacı olarak katıldılar. İstanbul'da Bahçeşehir Üniversitesi Kampüsü'nde enine boyuna tartışılan Türk-Amerikan ilişkileri sonrası 1 Haziran'da Washington'a uçup bir diğer mühim Türk-Amerikan ilişkileri konferansına katıldım.
American Turkish Council'in (ATC) düzenlediği 4 günlük konferanslar serisi Washington Gaylord Hotel'deydi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, ABD Genel Kurmay Başkanı Mullen, 2004 seçimlerinde Başkan Bush'un Demokrat rakibi Senatör Kerry, ABD'nin yeni Türkiye Büyükelçisi James Jeffrey, gibi birçok isim konuşmacı oldular.
Bu iki konferansta da iki ülke ilişkileri masaya yatırıldı. İlişkilerin nasıl geliştirilebileceği üzerine yorumlar yapıldı. 1 Mart Tezkeresi sonrası gelişmeler değerlendirildi. Obama'nın seçimi sonrası ikili ilişkilerin gidişatı ve muhtemel senaryolar ele alındı. Ermeni tasarısından, Ermenistan-Türkiye ilişkilerine, Kıbrıs'tan Türkiye'nin ABD üyeliğine kadar birçok konu ele alındı. Kimileri Türk-İsrail ilişkilerinin Türk-ABD ilişkilerine etkisine yoğunlaştı, kimileri Afganistan-Pakistan sürecinde Türk-Amerikan ittifakına. Bazı yorumcular ilişkilerde yeni NATO bağına değinirken, bazıları işin askeri yönüne ve askeri ticaretin önemine değindiler. Bunlar gibi daha birçok konu altında Türk-Amerikan ilişkileri ele alındı.
Birbirinden yoğun ve doyurucu bu iki program sonrası kendime sordum: İkili ilişkilerin boyutları bu kadar geniş de, aradaki tatsızlığın ya da geçti desek de hâlâ eksiklik yaratan sorunun kökü de bu kadar geniş bir alanda mı ele alınmalı? Bence hayır.
Türk-Amerikan ilişkilerinin başladığı 1946 yılından Soğuk Savaş'ın bittiği 1990'ların başına kadar Türkiye ile Amerika arasında birçok kriz yaşandı. Johnson mektubu, Küba krizi, Haşhaş krizi, Kıbrıs Çıkarması, Silah ambargosu, Büyükelçi Komer Olayı gibi büyük küçük birçok kriz. Bu krizlerin hepsi farklı zamanlarda farklı konularda meydana geldi. Bunların hepsi zaman içerisinde çözüldü ve bitti. Elbette bunda en büyük etken ortak düşman olan SSCB faktörüydü.
1990'dan sonra ikili ilişkilerde böyle bir faktör kalmadı. 1990'dan bugüne baktığımızda ikili ilişkilerde en büyük gerginlik faktörü Kuzey Irak üzerine yaşandı. Düşünelim: Körfez Savaşı, Yumurtalık'ın kapanması, İncirlik meselesi, uçuşa yasak bölgeler, Çekiç Güç süresinin uzatılması, İkinci Körfez Savaşı, Türkmenler meselesi, Kerkük Hadisesi, Barzani ve Talabani'nin tavrı, Çuval Olayı, Tezkere krizi, ve hepsinden mühimi PKK. 1990'dan bugüne hemen hemen her şey Kuzey Irak üzerine. Belki de ittifakın başladığı günden bugüne iki ülke arsasındaki en büyük menfaat çatışması bu bölge ve bu konuya dair. Hem de bu sefer SSCB gibi ortak mücadele edilecek karşı bir etken yok.
Katıldığım iki konferansta da ikili ilişkilere dair birçok mesele ele alındı. Ancak tüm bu meseleler içinde en mühimi olan Kuzey Irak sorunu 1990'dan beri aşılamıyor. Aşıldı dense de aşılamıyor. İkili ilişkilerin birçok boyutu olduğu doğru ancak kilit nokta Kuzey Irak ve etrafında gelişen olaylar. İkili ilişkilerin temeli aslında bu konuya dair. İşte hem Türkiye hem Amerikan yönetimi ikili ilişkilere değer veriyorlarsa bu konuya artık net çözüm bulmak zorundalar.